11. Gayretinizin Karşılığını Göreceksiniz

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ ۝ وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىص۝ ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰى

“İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir.” (Necm Sûresi, 53/39-41)

Muhterem Müslümanlar!

Kıymetli şeylerin bâd-ı heva, karşılıksız bir şekilde kaybedilmemesi, en parlak, en cazip şeylerin mesnetsiz solup gitmemesi, katlanılan meşakkatlerin, çekilen ızdırapların boşu boşuna olmaması, ancak âhirete inanma sayesinde elde edilir. Dökülen terler, çekilen ızdıraplar âhiretin nizam ve terazisiyle tartılmakla ancak kıymet kazanır.

Nice emekler vardır ki dağları yerinden sökecek çaptadır fakat bu emeklere bir mükafat, bir karşılık verilmemiştir. Dağları yerinden sökecek, küre-i arzın hareket devrini değiştirecek, insanlığın kaderi üzerinde tesir edebilecek, en güçlü, en muktedir kimselerin hareketleri âdeta boşuna gitmiştir. Bu hareketlerin boşa gitmemesi ancak âhiret sayesinde mümkün olacaktır.

İç ızdırapları, teessürler, telehhüfler ve hüzünler ancak âhiretle mükafata erecek ve kırık gönüller ancak âhirette tamir edilip huzura kavuşacaktır.

Resûl-i Ekrem’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) düşünün… Beşerin en mümtaz varlığını… İnsanlığın daima kendisiyle iftihar ettiği, iftihar tablosu Fahr-i Kâinat’ı düşünün… Düşünün ki altmış küsur senelik hayatı içinde dünya zevki namına bir şey tatmadı. Düşünün ki Resûl-i Ekrem, Kisra’nın, Hirakliyus’un saraylarının bütün ziynet ve debdebesinin İslam’ın hazinelerine aktığı dönemde dahi eteğini dünyanın tozuna toprağına bulaştırmadı. O âdeta bu dünyaya ıstırap çekmek için geldi. Büyük bir hakikati vaz’ etmek için ızdırap çekti… Aç durdu, susuz durdu, kan ter içinde kaldı, cepheden cepheye koştu. İçindeki büyük hakikati duyurmanın heyecanını yaşadı. Bu yolda sesi soluğu kesildi. Ne elde etti? Bu büyük ıstıraplı insan, insanlığın en büyük çilekeşi ne elde etti acaba? O’nun bütün sa’y ve gayretini ‘hebâen mensûrâ’ (boşuna harcanmış) kabul etmemek, ancak O’nu âhiretin sultanı görmekle mümkün olacaktır.

Resûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), bazı zamanlar iki gün üst üste karnını doyuracak kadar yemek yemediğini sahabe anlatıyor. Ebû Hureyre bu durumun en yakın şahitlerindendir:

“Bir gün Efendimiz’in yanına girdim. Resûl-i Ekrem oturarak namaz kılıyordu. Otururken dahi ıstırap çektiği anlaşılıyordu. Yanına sokuldum. Selamdan sonra, ‘Hasta mısınız yâ Resûlallah?’ dedim. Ancak duyabileceğim bir sesle cevap verdi, ‘el-Cû’ yâ Ebâ Hüreyre (Açlık ey Ebû Hüreyre. Açlık iflahımı kesti, onun için kalkamıyorum.) buyurdu. Ben, gözyaşlarımı tutamadım. O ise, ‘Ağlama Ebû Hureyre. Kıyamette azabın şiddeti dünyada aç duran kimselere isabet etmez.’ dedi.”19

Bâd-ı heva (boşuna) mı gitti Resûl-i Ekrem’in ıstırabı? Boşuna mıydı açlığı ve susuzluğu?

Bin türlü tehlikeye göğüs gerenler… Bela ve musibetleri merdiven merdiven aşanlar… Dağları devirenler… Büyük cihangirler… İnsanlığın efkârını ve kalbini tenvir eden, aydınlatan nebiler… Bu yüce insanların bu dünyada çekmedikleri kalmadı… Ama çektikleri sıkıntıların karşılığını tamamen gördükleri de olmadı. Öyleyse çektiklerinin karşılığını tamamen görecekleri bir âlem gelecektir. Burada her sa’y, muhakkak neticesiyle sa’y’i yapanın karşısına çıkacaktır.

Şimdi Ebû Ubeyde b. Cerrah’a dikkatle bakınız!

Buhârî ve Müslim birlikte rivayet ediyorlar:

Necran Hıristiyanlarından bir heyet Medine’ye gelmişti. ‘Yâ Resûlallah! Bize güvenilir birini gönder de dini anlatsın.’ dediler. Allah Resûlü, ‘Size dini anlatacak hakikaten güvenilir birini göndereceğim.’ dedi ve ‘Kalk ey Ebû Ubeyde! Bu, emindir, hakkıyla emindir, hakkıyla emindir.”20 buyurdu. Nebinin sesi gelir arkadan, durmadan “Bu hakkıyla emindir.” buyurmaktadır.

Ebû Ubeyde hakkıyla emindi, gerçekten güvenilir biriydi. Halid, Hazreti Ömer tarafından azledilip görevden alınınca yerine Ebû Ubeyde kumandan olarak tayin edilmişti. Oysaki Romalılarla Müslümanlar arasında gerçekleşen kritik bir savaş esnasında kumandan değişmesi demek her şeyin alt üst olması demekti. Ebû Ubeyde’ye Hazreti Ömer’in emri geldi: “Kumandan sensin, Halid senin emrinde bir neferdir!” Ebû Ubeyde sesini çıkarmadı. Vaka bittikten sonra Halid’in yanına geldi, halifenin emrini aktardı. Halid, halifenin görevden alma emrinin bulunduğu mektubu öptü, başına koydu. “Ebû Ubeyde! Niçin baştan bana söylemedin?” dedi. “Ne demek yâ Halid? Senin ne olduğunu, vakanın ne olduğunu biliyoruz. Nasıl değiştirirdim seni savaş esnasında?”

Ömer’in ifadesiyle Ebû Ubeyde, dünyanın tozuna toprağına bulaşmamış tertemiz kalbli bir insan…

Bundan sonra Şam önlerinden Anadolu içlerine kadar İslam ordularının başkumandanı Ebû Ubeyde’dir…

Hazreti Ömer, vefatından önce Şam’ı ziyaret eder. Burada hasret giderirler. Ebû Ubeyde, Ömer’i evine götürür. Evde, Ebû Ubeyde’nin bir hasırı, kırbası ve bir öğünlük yemeğinin dışında hiçbir şeyi yoktur. Ömer bunları görünce gözyaşlarını tutamaz ve şöyle der: “Ebû Ubeyde! Dünya herkesi değiştirdi, fakat senin karşında daima dünyayı mağlup gördüm, bir seni değiştiremedi.”

Veba salgını ortalığı kasıp kavurmaktadır. Ömer, Şam’dan ayrılırken Ebû Ubeyde arkasından seslenir: “Nereye yâ Ömer? Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” Ömer cevap verir: “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum.”21 “Gazabından affına sığınıyorum.” der gibi vebadan uzaklaşır. Ve sonra da Ebû Ubeyde’ye mektup yazar: “Mektubumu alır almaz derhâl gel!” Ömer’in Ebû Ubeyde’ye ihtiyacı vardır. Resûlullah’ın, “Emînün Hakkan” (Gerçekten güvenilir bir insandır.) dediği, böyle tavsif ettiği bu büyük insana ihtiyacı vardır. “Nâmemi alır almaz derhâl yola çık.” diyordu. Ebû Ubeyde okuduktan sonra nâmenin arkasını çevirir ve oraya şu tarihî sözleri yazar: “Ey Ömer, ben şu anda ordumun içindeyim ve huzurluyum. Veba hastalığının kasıp kavurduğu ordunun içinde teselli verici bir kumandan lazım. Biliyorum ki beni ordumdan uzaklaştırmak istiyorsun. Çünkü hastalığın bana isabet etmesinden endişe ediyorsun ama ben huzur içindeyim.” Nâme Ömer’in eline ulaşıp da Ebû Ubeyde’nin yazdıklarını okuyunca Ömer hıçkırıklarını tutamaz.

Şimdi Ebû Ubeyde’nin sa’y u gayretleri boşa mı gidecek? Gözyaşları boşa mı gidecek? Gönüllerini bir mızrap hâline getiren, hak diye inleyen insanların iç ıstırapları, ceyhun olan gözyaşları boşa mı gidecek?

Eracif içinde canlı yaratan… En kıymetsiz şeyleri değerlendiren… En küçük seslere cevap veren… En ehemmiyetsiz arzuları yerine getiren Hazreti Allah, Ebû Ubeyde’nin sesine kulak vermeyecek mi? Ömer’in feryadını dinlemeyecek mi? Nebinin arzu ve isteklerini yerine getirmeyecek mi?

Yığın yığın çilekeşler, yığın yığın mustaripler, yığın yığın hayatın yükünü sırtında taşıyan büyük insanlar, içyapıları itibariyle cihanlara sığmayan bu büyükler sa’y etmişlerdir, gayret etmişler, ellerinden geleni sonuna kadar yapmışlardır.

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى

“İnsana sa’yinden, çalışıp yaptığından başka ne vardır?”

وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰى

“Yaptığı sa’yin, işlerinin neticesi ona gösterilecektir.”

ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰى

“Mevla-yı Müteâl, en âlâ şekilde, eksiksiz ve kusursuz olarak sa’y eden herkesin sa’yinin karşılığını tam olarak verecek, yerine getirecek; o talihli kimseleri mesut ve bahtiyar kılacaktır.”

Cenab-ı Hak kulağı sağır, gözü kör, aklı gözüne inmiş, her şeyi maddede arayan şu asrın materyalist insanlarına bu hak ve hakikatleri duyursun. Secdesiz başlara, paslı vicdanlara, ölü duygulara hüşyarlık ihsan eylesin, onları uyandırsın.

Âmîn.

3 Şubat 1978, Merkez Camii, Bornova-İzmir


19 ed-Deylemî, el-Müsned 5/348; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, 7/109.

20 Buhârî, eshabu’n-nebî 22, ahbâr 1; Müslim, fezâilü’s-sahabe 55.

21 el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 7/217; İbn Abdilberr, et-Temhîd 8/368

-+=
Scroll to Top