21. Şehadet Ufku
وَلَـنَـبْلُوَنَّـكُمْ بِشَـْئٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَـقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْـفُسِ وَالثَّمَرَاتِۘ وَبَـشِّرِ الصَّابِـر۪ينَۙ
“Biz mutlaka sizi biraz korku biraz açlık yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!” (Bakara Sûresi, 2/155)
Aziz Müslümanlar!
Kulluk adına yaptığımız her şey Rabbimize sunduğumuz bir armağandır. Namazımız armağan, orucumuz armağan, zekâtımız armağan, haccımız armağan, evradımız armağan, ezkârımız armağan, temiz duygu ve düşüncelerimiz, ideallerimiz armağan, niyetlerimiz armağan…
Bütün bir hayat boyu Rabbimize takdim ettiğimiz bu armağanlar, tohumlar hâline getirilir ve bunlarla Cennet zeminlerinde bizi ebediyen mesut edebilecek bağlar, bahçeler, ağaçlar yetiştirilir.
Siz Rabbinize ne kadar armağan takdim ettiyseniz Cennet’te altınızdan akacak nehirler o kadar çağlayacaktır. Başınızın üstünde üfül üfül esen meltemler, altında gölgeleneceğiniz ağaçların meydana gelmesi, sizin takdim edeceğiniz armağanların neticesi olacaktır. Ağzınıza kadar gelecek meyveler ve kuş etleri sizin buradan takdim ettiğiniz armağanların tecessüm etmiş, ete-kemiğe bürünmüş hâlinden başka bir şey değildir.
Bereketli bir hayat yaşadı iseniz, hayatın her lâhzasını ibadetle ve Allah yolunda hizmetle geçirmiş iseniz öbür âlemde her lâhzası saadetlerle dolu bir hayatı elde edebilirsiniz.
Hayat şiirini tamamlayan bütün bu armağanların bir tek kafiyesi vardır. Bu kafiye, şiirin sonunda gelir ve ona ayrı bir nizam, ayrı bir ahenk getirir. Bu da Allah yolunda şehadettir. Şehadet, Allah yoluna hayatını vakfetmiş insanın neticede ruhunu Allah’a şehit olarak teslim etmesidir. Yümünlü ve bereketli bir hayattan tam manasıyla kâm almak isteyen insan, bir de onu şehadetle taçlandıracak ve hayattan tam olarak istifade etmiş olacaktır.
Sonu şehadetle taçlanmayan bir hayat eksiktir. Böyle bir hayatta bir gedik, bir boşluk vardır. Şöyle veya böyle şehadetten nasibini almış bir hayat, kafiyesini almış bir şiir gibidir. Onda bir ahenk, bir sevimlilik, bir nizam vardır. O, sırlı bir anahtar hâline gelmiştir. Göklerin kapılarını açar. Rahmetin kendisine tebessüm edeceği kapıyı açar. Açar da nebilerin bile hesap verdiği aynı yerde Rab seni kanlı gömleğinle öyle haşreder. “Dokunmayın buna, geçsin.” der. Dokunulmadan geçer, gider gideceği âlemlere.
Ciddi mücadelelerin, büyük kavgaların devam ettiği bütün devirlerde, Allah’a iman eden her mümin, hayatının kafiyesinin bu olmasını istemiştir.
Resûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanıyla, Allah, iş başa düştüğü zaman bu yola giren insanı beğenir:
عَجِبَ رَبُّنَا عَزَّ وَجَلَّ مِنْ رَجُلٍ غَزَا فِي سَبِيلِ اللهِ فَانْهَزَمَ – يَعْنِي أَصْحَابَهُ – فَعَلِمَ مَا عَلَيْهِ، فَرَجَعَ حَتَّى أُهَرِيقَ دَمُهُ
“Rabbimiz (azze ve celle), Allah yolunda savaşan şu kimseye taaccüp eder ve beğenir; arkadaşları bozguna uğradığı zaman sorumluluğunun bilinciyle geri döner ve öldürülünceye kadar düşmanla savaşır.”
Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) devamla buyuruyor ki: “Allah bu insandan meleklerine sitayişle bahsederek şöyle der: ‘Kuluma bakın, Rabbinden gelecek mükafata rağbetinden ve yine O’nun gazabından korktuğundan dönüp geriye geldi ve Allah yolunda canını verdi.’”35
Uhud harbinin bütün şiddetiyle devam ettiği hengâmda işi bu şekilde ele alan yüzlerce insan vardı.
İş başa düştü; O’nun vefat ettiği yerde siz niye duruyorsunuz, diyen pek çok kimse vardı.
Hayatının kafiyesini arayan pek çok kimse vardı.
Ölürken şehadet şerbetini içmeden gideceğim diye korkan pek çok kimse vardı:
Enes b. Nadr böyle düşünüyordu, Mus’ab b. Umeyr böyle düşünüyordu, Nesibetü’l-Mâziniyye böyle düşünüyordu, Seyyidina Hazreti Hamza böyle düşünüyordu, İbn Cahş böyle düşünüyordu. Resûl-i Ekrem’in etrafından nurdan bir hâle oluşturmuşlar, hepsi şehadeti gözlüyordu.
Bir aralık saflar bozulmuş, ordu dağınıklığa düşmüştü. Resûl-i Ekrem de (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefat etti diye bir haber yayılmıştı. Bazılarında ciddi bir sarsıntı baş göstermişti. Herkes “İş başa düştü!” diye düşman saflarına hücum ediyor ve kendisinden beklenen şeyi eda etmeye çalışıyordu.
Olayı bize aktaran Sa’d b. Ebî Vakkas diyor ki:
“Savaş esnasında bir aralık halazadem İbn Cahş gözüme ilişti; kıyasıya sağa sola saldırıyor, yalın kılıç önüne kattığı kimseleri püskürtüyordu. Vücudunda sayılamayacak kadar çok yara izi vardı. Elbisesi parça parça olmuştu. Beni görünce, ‘Dayımın oğlu gel.’ dedi. Beni bir kayanın dibine çekti. ‘Bak, dedi. İş başa düştü. Burada bize düşen şeyin hakkını vermemiz gerekir. Bunun için dua edelim. Sen dua et ben âmîn diyeyim. Ben dua edeyim sen âmîn de.’
Sonra ben şöyle dua ettim: ‘Allah’ım, bana çok çetin bir kâfir gönder, saldırışı çetin olsun, baskısı çetin olsun. Onunla kıyasıya savaşayım. Sonra onun hakkından geleyim. Ganimetimi alıp gazi olarak geri döneyim.’
Karşımda dururken lâhut âlemlerinde gezen bu esrarengiz adamın bakışları çoktan öbür âlemlere gitmişti. O, benim dünyamı yaşamıyordu. Ben duamı bitirince ‘âmin’ dedi. Allah’a kasem ederim ki, Uhud neticelenirken ben o duada istediğim her şeye sahip bulunuyordum.
Sonra o dua etti. Duasının başı benim duama benziyor ama sonu pek benzemiyordu. O şöyle dedi: ‘Allah’ım, bana çetin bir düşman gönder. Bugün son gündür. Bugün var olmanın mücadelesini veriyoruz. Ben o düşmanla kıyasıya savaşayım, kıyasıya vuruşayım ve evvela gazanın sevabını alayım. Sonra o benim hakkımdan gelsin. Beni şehit eylesin. Ben o hâlimle kanlar içinde senin huzuruna geleyim. Sen beni karşına al de ki, ‘Abdullah, burnuna, kulağına ne oldu senin?’ Ben diyeyim ki: ‘Allah’ım, Senin habibinin yolunda döktüm de geldim onları.’ Sen, ‘Doğru söyledin.’ diyesin. Ben de böylece kurtulmuş olayım.’”
Bu, o günün, o mücadele gününün hakkını vermektir.
Sa’d b. Ebî Vakkas diyor ki: “Uhud savaşı bittiği zaman meydanda İbn Cahş’ı aradık. Bulduğumuz zaman Allah’a yemin ederim ki aynen duasında dediği gibi şehit olmuş ve burun, kulak gibi azalarını kaybetmişti.” İşte Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatını vakfetmiş bu insan, dünyaya böyle veda edip gidiyordu.
Aziz Müslüman!
Sen de hayatının gayesi peşinde olacaksın.
Hayat şiirinin kafiyesi peşinde olacaksın.
Hayata bağlı sahte zevk ve safaları istihkâr edecek, küçümseyeceksin. İşte o zaman izzetinle yaşama hakkını kazanacaksın. Sen kendine sahip çıkar, kendinden bekleneni yerine getirirsen işte o zaman bataklıklar kurutulmuş olur. Ve nihayet bu işin en sonunda beklenen şeyi, mukadder olan şeyi arzu edersen endişe edeceğin bir şey kalmayacaktır. Ölümü mağlup ettikten sonra endişe edeceğiniz bir şey kalmayacaktır. Sizden istenen şey budur. Allah bu duyguyu sizin içinizde geliştirsin.
Âmîn.
22 Şubat 1980, Merkez Camii, Bornova-İzmir
35 Ebû Dâvûd, cihâd 38; Ahmed İbni Hanbel, el-Müsne 1/416.