29. Konuşma ve Soru Sorma Âdâbı

قَـدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ ۝ اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ى صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ ۝ وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ ۝ وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ

“Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler. Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler. Onlar boş şeylerden uzak dururlar. Onlar zekâtı ifa eder (kendilerini maddeten ve manen arındırırlar).” (Müminûn Sûresi, 23/1-4)

Muhterem Müslümanlar!

İnsan bir kere geldiği bu dünyada Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği her şeyi, azamî tasarruf prensibi içinde en iyi şekilde nemalandırmak, ondan en çok semereyi almak, âhiret hesabına en verimli kılmak için gönderilmiş bir memurdur, bir görevlidir.

Dünyayı akıllıca değerlendiren insanlar Rabbin vaat ettiği dünya saadetine mazhar oldukları gibi bilhassa âhiret saadetine de ulaşır, ebediyen mesut yaşarlar. Diğer bir deyişle, bir kere dünyaya gelen insan hiçbir davranışının boşa gitmemesine, her hareketinin hayır hesabına geçmesine dikkat eder ki bunu din-i mübin-i İslam tanzim eder.

Her davranışımızda âhiret hesabına bir şeyler kazanmayı hedef alıyorsak akıllıca davranıyoruz demektir. Dünya huzur ve saadetinin temel taşı olan bu müstakim davranışlar âhiret saadetinin de esasıdır. Bunlar dünyada âhiret hesabına birer tohumdur.

Söz sarf ederken âhiret hesabına bundan nasıl semere alacağını düşünmek, aklı başında her müminin hedefi olmalıdır. Ağzımızdan çıkan bu sözle biz âhiret hesabına bir şey kazanmış olalım. Sözlerimiz, Cennet semerelerinden bir semere olsun, cennet ırmaklarından bir ırmak olsun. Resûlullah’ın gönlünü hoşnut edebilecek bir semere-i Cennet olsun. Akıllıca sarf edilen bir söz olsun.

Mümin, Rabbin kendisine ihsan ettiği her şeyi O’nun nurlu yolunda ve nurlu bir istikbal istikametinde en mükemmel şekilde kullanır ve en mükemmel semereleri almaya çalışır. Böyle hareket eden mümin, o nispette olumsuzluklardan uzaklaşmış, o nispette olumlu davranışlar içinde bulunmuş, hayırlı şeyler icra etmiş olacaktır.

Aklı başında bir müminin hayatında, kendisini, âhiret hayatını ilgilendirmeyen, içtimaî hayatı için çok lüzumlu olmayan meseleleri kurcalama, onlardan sorular çıkarmanın yeri yoktur.

Aklı başında bir mümin, akidesine ve ameline müteallik meseleleri lüzum hissettikçe ele alır. Zira Resûl-i Ekrem’in sahih hadislerindeki beyanı içinde bilir ki çok söz insanı baş aşağı götürür, yıkar.44

Sahabi, “Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bilhassa şu üç şeyden hoşlanmazdı.” diyor:

Bunlardan biri, her yerde ulu orta konuşma, her mesele hakkında fikir beyan etme, her şeyi biliyor gibi ille de bir beyanda bulunma.

İkincisi, müsrif ve mübezzir olma, yani malını sağa sola saçma, yerinde kullanmama.

Üçüncüsü ise sözünü yerinde kullanmama ve gelişi güzel sorular sorma, uygun olmayan, nezaketten ötürü tazim duyulması gerekli olan şeylere dair devamlı sorular yöneltme.

Bütün bunlar Allah’ın sevmediği ve Resûlullah’ın da (sallallâhu aleyhi ve sellem) hoşlanmayıp yasakladığı şeylerdir. Dolayısıyla asrımızın mümini, içinde yaşadığı devirde herkes hiçbir kriteri dikkate almadan soru soruyor, çeşitli meseleleri kurcalıyor, ben de yapayım derse –hafizenallah– baş aşağı yıkılır, gider. Allah korusun, Cehennem’e doğru sürüklenir.

Aziz Müslümanlar!

Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Çok soru sormayın.” buyuruyordu. Hatta bir defasında,

يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـٔلُوَا عَنْ اَشْـيَآءَ اِنْ تُـبْدَ لَـكُمْ تَسُؤْكُمْۚ

“Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın.” (Mâide Sûresi, 5/101) âyet-i celîle-i kerimesini bu münasebetle irat buyurdular. Siz, size tebliğ edilen şeylere sımsıkı tutunun, yaşayın. Benim size anlattığım şeylere bağlı kalın, bazı durumlarda bunun ötesini Peygamber biliyordur deyip geçin, soru sormayın. Gerekli olmayan, hayatî ehemmiyeti bulunmayan meseleleri kurcalamayın, diyordu.

Enes (radıyallahu anh) bize Saadet Asrı’ndan şu tabloyu aktarıyor: “Allah Resûlü’nün bir seferinde canı sıkılmış, gazaplanmıştı. Zira herkes gerekli gereksiz bir sürü soru soruyordu. Bu duruma canı sıkılmış ve “Selûnî” (Gayri ne isterseniz sorun, hepsine cevap vereceğim.) buyurmuştu. Böyle âlî bir meclisti. O, minberde hutbe îrad buyuruyordu. Yer yer cemaat kalkıyor Resûl-i Ekrem’e sorular soruyordu. “Sorun, ne sorarsanız, cevap vereceğim.” dediği için soru soruyorlardı. Birisi kalkıp diyordu ki, “Ya Resûlallah! Hakkımda bazı şaibeler var. Benim babam kimdir?” Allah Resûlü ona, “Senin baban falandır.” diyor, hakkındaki şaibeleri bertaraf ediyordu. Başka biri kalkıyor, aynı şeyi soruyordu. Resûlullah, ona ise babasının başka bir şahıs olduğunu söylüyordu. Belki içi bozuk, belki de Resûl-i Ekrem’i deneme niyetinde olan başka birisi kalkıp diyordu ki, “Ben cennette miyim yoksa cehennemde mi?” Ona da dünyasını başına yıkacak şu sözü söylüyordu: “Sen cehennemdesin!”

Cemaat heyecana gelmiş, topluluk içindeki herkesin gözü dolmuştu. Sorulan bu sorular karşısında Resûl-i Ekrem’in nasıl rahatsız olduğunu sahabilerin hepsi hissetmişti ama ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Yerinde söz kesen bir insan olan Seyyidina Hazreti Ömer’in, burada da dizlerinin üzerine doğrulduğu görüldü. Ağlayarak şu sözü tekrar edip duruyordu:

“Radînâ billahi Rabben. Ve bi’l-islami dinen ve bi Muhammedin Rasûlâ45

Mescidi, Ömer’in gür sesi doldurmuş, herkes lerzeye gelmişti. Artık mescitte Resûl-i Ekrem’in değil Ömer’in sesi duyuluyordu.

“Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, nebi olarak Hazreti Muhammed’den razıyız.”

“Kitap olarak Kur’ân’dan razıyız yâ Resûlallah…

Din olarak İslam’dan razıyız yâ Resûlallah…

Nebi olarak Senden razıyız yâ Resûlallah…”

Durmadan bu sözleri tekrar ediyordu… Nihayet sinirler yatışmıştı. Nebiler Nebisi şefkatle ona döndü, tatlı bir reveransla, “İclis yâ Ömer, bârekallah” (Allah’ın rahmeti seninle olsun, otur Ömer’im.) diyordu.

Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem), sağda solda, ulu orta konuşup dedikodu yapma, malı saçıp savurma ve gelişigüzel sorular sormayı yasaklıyor. Bu üç şey, israftan ibaret olduğu için hepsini bir fasl-ı müşterekte topluyor ve insanın helakını bu üç hususa bağlıyor. İnsanları bunlardan nehyediyor, sakındırıyor.

Her yerde ulu orta söz sarf edenler, dilini tutamayanlar, konuşmuş olmak için konuşanlar, beğendirmek için laf konuşanlar.. helâkettedir, kaybedeceklerdir.

Malını zayi edenler helâkettedir, kaybedeceklerdir.

Aynı zamanda peygambere karşı, hususiyle dine ait meselelerde çok soru soranlar helâkettedir, kaybedeceklerdir.

Aziz Müslümanlar!

Asrımızda dilin, söz söylemenin başımıza getirdiği afetlerden bir kısmını hadis-i şerif bize anlatıyor. Rabbim bu afetlerden bizleri muhafaza buyursun.

Söz söylemenin ve beyanın kıymetli kabul edildiği, hiç gereği olmayan yerlerde insanların muhakkak boy göstermek istediği asrımız…

Nefislerin firavunlaştığı ve beyanlarla insanların kendilerini halka kabul ettirmeyi düşündüğü asrımız… Bir yönüyle bir kısım kimseleri bu noktada mahv-u perişan etmektedir.

Hadis-i şerifte zikri geçen bu üç mevzuun bir diğer ortak noktası olarak şunu görüyoruz: Bir tarafta insanların mallarını saçıp savurmaları, lüks içinde bir hayat sürmeleri; beri tarafta ise açlık ve sefaletlerin yaşanması toplumsal hayatı zîr ü zeber edebilecek, karmakarışık hâle getirebilecek bir mevzudur. Dolayısıyla burada da Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) israfa parmak basıyor ve bir cemaatin bununla da helak olacağını buyuruyor.

Din ve dince mukaddes sayılan meseleleri hafife alırcasına onlar hakkında kesintisiz sorular sormak, dinin haysiyet ve namusu mevzuunda hassas olmamak, meseleleri gelişigüzel kurcalamak meselenin diğer bir yönüdür. Bu durumun da dinî hayatımıza müteveccih bir tehlike olduğundan ötürü, bizi yıkma ihtimali vardır.

Rabbim yıkıcı bu şeylerden bizi muhafaza buyursun. Lüzumlu yerde söz söylemeye bizi hidayet eylesin. Malı da yerinde sarf etmeye hidayet eylesin ve sadece ciddi hayatî sorular karşısında cevap vermekle, lüzumunu duyarak cevap vermekle bizleri serfiraz eylesin.

Fuzulî, mâlâyani, gereksiz şeylerden, gereksiz davranışlardan, gereksiz sözlerden, âhiret hesabına faydası olmayan, dünya hayatını tamir etmeyen veya toplumsal hayatımızın sağlamlığına bir şey getirmeyen faydasız sorular sormaktan bizi muhafaza buyursun.

Âmîn.

20 Haziran 1980, Merkez Camii, Bornova-İzmir


44 Buhârî, i’tisâm 2; Müslim, hac 412, fezâil 130-131.

45 Buhârî, ilim 28, 29; mevâkît 11; tefsir 5,12; fiten 15; i’tisâm 3; Müslim, fezâil 134-138.

-+=
Scroll to Top