37. İmanda Sebat
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّـنَا اللهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَـنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ى كُـنْـتُمْ تُوعَدُونَ
“Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra da istikamet üzere, doğru yolda yürüyenler yok mu, işte onların yanına melekler inip: ‘Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaat edilen cennetle sevinin!’ derler.” (Fussilet Sûresi, 41/30)
Muhterem Müslümanlar!
İmanın hakiki yüzü, onda sebat edildiği zaman görülür. İnsan, elbette meşakkatlere ve belalara maruz kalmadığı zaman da imanın gereği olarak iyi şeyler yapabilir. Hakiki Müslüman, ağır şartlar altında, bütün kapılar yüzüne kapandığı zaman da İslam’ı yaşamaya gayret eder. İşte o zaman Cenab-ı Hakk’ın methine, senasına ve rızasına mazhar olur.
İslam için katlanılması icab eden meşakkatlere katlananlar bizden evvel bir ümmetti; geldiler, geçtiler, kazandılar… Katlandıkları meşakkatlerle büyük kazançlar elde ederek gittiler. Biz de kendi devrimizi yaşıyoruz. Onların maruz kaldıklarının binde birine maruz değiliz. Şartlar onların maruz kaldıkları kadar ağır değil.
Hazreti Ebû Bekir, o günleri Hazreti Ali’ye şöyle anlatır:
“Yâ Ali, o günlerde sen daha çocuktun, biz ölümü göze almadan birine bir şey anlatmaya cesaret edemezdik. Dışarıya çıktığımız zaman bıçakların bizim için gayzla bilendiğini görürdük. İçeriye girdiğimiz zaman dışarıya çıkmaktan, dışarıya çıktığımız zaman da içeriye girmekten bütün bütün ümidimiz kesilirdi.60”
Buna rağmen onlarda en ufak bir itiraz olmadı. Resûlullah’ın etrafında öyle bir hâle meydana getirip O’na öylesine sarılmışlardı ki en korkunç hortumlar bile onları yerinden söküp atamadı. Dünyadaki zelzeleler onların iman mevzuundaki sebatlarına dokunuyor ve tekrar geriye geliyordu. İçlerinden biri, içtihadının neticesi olarak kendince bir kusur yaptığını hissederse bunu telafi için seve seve canını o yolda verirdi.
Ashab-ı kiram’ın (radıyallahu anhum ecmain) büyüklerinden Sa’d b. Ubeyd…
Efendimiz daha hayattayken Kur’ân-ı Kerim’i ezbere bilenlerden…
Ondan hüküm çıkaranlardan ve Asr-ı Saadet’in hakîmlerinden…
Sa’d, Hazreti Ömer’in tertib ve techiz buyurdukları bir orduda asker olarak bulunuyordu. Ordunun, nehirden İran tarafına geçtikten sonra askerler kaçmasın diye köprüyü yıktırtan kahraman bir kumandanları vardı. Kumandanları Ebû Ubeyd b. Mes’ud genç ama cesur bir delikanlıydı. Sasaniler, daha önce hiç görmedikleri korkunç fillerle Arapların karşısına çıkınca İslam ordusunda bir bozulma yaşandı. Filler bir taraftan Müslüman askerlerin atlarını ürkütüp kaçırmaktaydı. Bütün bunlara rağmen genç kumandan geriye çekilmeme konusunda diretmekte, kıyasıya savaşmaktaydı. Nitekim ordusuna cesaret vermek için atından indi ve yalın kılıç fillerin hakkından gelmeye çalıştı. Ne var ki fillerin ayakları altında kaldı. Dönüp ordusuna baktığında onların nehre doğru kaçıştıklarını gördü. En tiz perdeden bağırdı: “Askerlerim, kaçmayın ben buradayım!”
İşte Sa’d b. Ubeyd de o vakada, bozulan orduyla birlikte geriye çekilmiş ve sonra Medine’ye dönmüştü. Ne var ki içinde derinden derine ızdırap duymaktaydı. Muharebe meydanından ayrılmanın ızdırabı…
لَآ اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ وَلَآ اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
“Kıyamet gününe yemin ederim. Kendini kınayan nefse yemin ederim.” (Kıyâmet Sûresi, 75/1-2)
Ah, insan şu sırrı anlayabilse, bütün hareket ve davranışlarını tenkit etme izzetini bir gösterebilse!
Ah, benim her hareketim fena diyebilse… Mesele halledilecektir.
Bu millet de harp meydanında, meşakkat altında kaçmayan ve “Ben burdayım!” diyecek fedaisini beklemektedir…
Çünkü Allah, kendi nefsini levm edenleri, kendisini kritik edenleri methediyor. Allah “Lâ uksimu biyevmi’l-kıyame…” buyurarak “Ben, yaptığı fenalıklardan dolayı ızdırap duyanların adına yemin ediyorum.” buyuruyor.
İşte bu büyük zat böyle bir ızdırapla yol arıyor.
Ömer’in ona iltifatları oluyor, onu teselli ediyor… Sen hafızsın… Sen bize lâzımsın… diyor.
Fakat o, bir muharebe meydanı arıyor ki gitsin ve orada can vermek suretiyle daha önceki kaçışının bedelini ödesin. Nihayet bir muharebe için Ömer’den izin koparıyor. Tıpkı daha önce şehit olan komutanı gibi o da fillerin ayakları altında savaşa savaşa ruhunu teslim ediyor. “İşte şimdi oldu bu iş, diyor, işte şimdi oldu. Yoksa ben, Allah düşmanlarının hücumu karşısında bulunmam icap ederken mevkide sebat göstermedim. Bu hata ile Allah’ın huzuruna çıksaydım gideceğim yer cehennemdi benim… İşte şimdi oldu bu iş.”
Muhterem Müslümanlar!
İman sebat demektir. İman değişmeme demektir. İman rüzgâr hangi taraftan eserse essin dimdik durma demektir. Kimseden korkmama, kimseye boyun eğmeme, Allah’a yâr olma, Resûlullah’ın arkasından gitme, sadece Kur’ân’ın emrini emir olarak öpüp başına koyma ve onu baş tacı yapma, onunla çelişen, İslamî hakikatlerle zıt düşen ne kadar mesele varsa hepsine sırt dönmedir.
Ben, Allah’ıma darılan, Peygamberime küsen, Kur’ân’ımı tanımayan herkese sırtımı dönüyorum, bütün kâinat bunu görsün ve duysun, deme izzetini göstermedir. İmandaki sebat budur.
En basit hâdiseler bizi bulunduğumuz mevkiden geri döndürmemeli. Fillerin ayakları altında ezilmeden, etimiz kemiğimize karışmadan geriye çekilirsek Allah’ın huzuruna sadece arkada günahlar içinde bir nesil, günahkâr bir dünya bırakıp gitmiş olacağız.
Şimdi dikkatinizi istirham ediyorum!
Bir hafta geçirdik ve yine bir cuma gününü idrak etmiş bulunuyoruz. Ömrümüz var ise bu vaziyetimizle, bu hâlimizle daha birçok cumalar, birçok ramazanlar, birçok kandiller geçireceğiz. Bunları sadece bir kısım rutin işlerle kutladıklarını iddia edenler ancak kendilerini aldatacaklardır.
Biz böyle bir günde, Cenab-ı Hak için din-i mübin-i İslam için Resûlullah için bir şeyler yapmış nuranî bir cemaat olarak Allah’ın huzuruna gelebilseydik ellerimizi kaldırıp “Ya Rabbi! İşte bu kadarcıkla geldik, kusurlarımızı affeyle ve bu mevzuda bizleri sabitkadem eyle.” diyebilmeye de hak kazanırdık. Bununla beraber Cenab-ı Hakk’ın kapısı sonuna kadar insanlara açıktır. İnsanlar, bugünden itibaren kendilerine dönse, İslam’ı harfiyen kabul etse Cenab-ı Hak yine onları affedecektir.
Muhterem Müslümanlar!
Cuma’ya gelen şu cemaat cuma vaktinde inandığı Allah’a diğer günlerde de inansın, cuma günü camide dinlediği Kur’ân’a diğer günlerde de inansın, evinin içinde de inansın, eşiyle, çoluk çocuğuyla gezmeye gittiği zaman da ona inansın.
Bazen inanma bazen inanmama; bazen sarhoş olup bazen ayık kalma gibidir. Bazen gaflet içinde olup bazen şuurlu hareket etme gibidir. Müslüman şuurlu demektir. Müslüman düşünen demektir. Attığı adımı bilen demektir. Aydınlıkta yürüyen demektir. Bir Müslüman, her zemin ve her şartta daima Kur’ân’a inanmalı, daima camide olduğunu hissetmelidir. Daima “İnandığım Allah vardır.” demelidir. Daima “Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) benim sertâc-ı ibtihâcımdır, baş tâcımdır.” hakikatine bağlı kalmalıdır.
Meseleleri yanlış açılardan ele almak suretiyle kendi kendimizi aldatmayalım. Şu günden tezi yok, Allah’ın huzuruna şu andaki gibi gelelim. Şu camiler de beş vakit içlerini dolduran bir cemaat görsün. İnanın; camileri böyle doldurduğunuz zaman birbirinizi şarj edeceksiniz, besleyeceksiniz ve birbirinize yardımcı olacak, birbirinizi takviye edeceksiniz. Beraber ağlayıp beraber gülecek ve böylece beraber yaşamış olacaksınız. Allah’ın rahmetinin cemaatle beraber olduğunu unutmayalım. Resûlullah’ın şefaatinin cemaatle beraber olduğunu unutmayalım.
Cami Müslümanların toplandığı yerdir. Camide toplanalım, camide Allah diyelim, camide Resûlullah diyelim, işte o zaman bütün meselelerimiz tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla halledilecektir. İşte o zaman Cenab-ı Hakk’ı Gafûr ve Rahîm bulacağız.
Allah taksiratımızı affeylesin. Bugünden itibaren artık günah işleme zilletinden bizleri masun ve muhafaza buyursun. Her hususta rıza-i âlîsini tahsil maksadıyla gayret ve hamlede bulunanlardan eylesin.
Biz bu halimizden bîzarız. Halimiz hoş değil. Cenab-ı Hak, “Bana nasıl bir kullukla geldiniz?” dediği zaman diyecek hiçbir cevap bulamıyoruz.
“Ne yaptınız şu bir sene içinde, bağırdınız, çağırdınız, yırtındınız da ne yaptınız?” derse ve biz de “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede, toplumsal hayatta yeni yeni günahlarla Senin huzuruna geldik.” dersek ne olacak bizim hâlimiz? Cenab-ı Hak böyle bir edepsizliği bizlere işletmesin. Bizi Kendisinden ayırmasın. Bizi, fillerin ayakları altında ezsin ama yine de Kendisinden ayırmasın.
Yâ Rabbi! Senden ayrılacak kalbimiz varsa, aile efradımız varsa, işte Sen şu dünyayı yık başımıza, yıldızları bağı kopmuş tespih tanesi gibi dök üstümüze, bunların nizamlarını alt üst et, hepsini hâk ile yeksân et, fakat kalbimiz Seninle beraber olsun. Senden mahrum olduktan sonra ebedî hayatta Seni bulamadıktan sonra biz böyle bir hayatı istemiyoruz. Her Müslüman böyle düşünür. Böyle düşünün ve böyle yaşayın.
Ölmeden, ezilmeden, yıldızlar başınıza dökülmeden siz şeytanınızın semasını katın karıştırın, nefsinizi alt üst edin ve bütün fena duygularınızı ayaklarınızın altına alın, çiğneyin. Böylece iman selameti, ruh selameti, cemiyet ve cemaat selameti ile Rabb-i Kerîmimizin huzuruna çıkmış olalım.
20 Ekim 1967, Kestanepazarı
60 İbnü’l-Arabî, Muhâdaratü’l-ebrâr ve müsâmeratü’l-ahyâr, 2/179.