39. İffetli Yaşama

يَآ اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَـبَآئِلَ لِتَعَارَفُواۘ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ اَتْقٰيكُمْۘ اِنَّ اللهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülalelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvada (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah her şeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” (Hucurât Sûresi, 49/13)

Muhterem Müslümanlar!

Cenab-ı Hak insanlardan yapamayacakları bir şeyi istememiş, onların sırtlarına takat getiremeyecekleri ağırlığı yüklememiştir.

Her fert, Allah’ın emirleri karşısında vaziyetini gözden geçirdiği zaman emredilen her şeyin yapılabilir cinsten olduğunu muhakkak görecektir.

Bu emirler teklif-i mâlâ yutak, güç yetirilemeyecek, altından kalkılamayacak şeyler olmadığı gibi kalbî ve ruhî hayatımızın kayyumudurlar; bizi canlı tutarlar.

Kalbî ve ruhî hayatta mesafe kateden kimseler için cennete girip orada nimetlerden istifade etmektense burada kalıp Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yaşamak tercih edilen bir husustur.

Allah (celle celâluhu), “Harama bakmayacaksın!” dediği zaman bu, insanın yapamayacağı bir şey değildir. Hakeza “Kötü şey söylemeyeceksin!” emri insana teklif-i mâlâ yutak değildir. “Fena şeylere kulak kabartmayacaksın!” diyerek yine altından kalkılamayacak bir emirde bulunmamıştır. Bütün bunları, Allah’ın tevfik ve inayetiyle, insan rahatlıkla yapabilir.

Allah’ın bize emrettiği bu hususlar, yukarıda da vurgulandığı gibi aynı zamanda maneviyatımızı ayakta tutan, ruhî hayatımızda dengeyi sağlayan şeylerdir. Allah’ın bu emirlerine muhalefet, insanda ruhî dengesizlik hâsıl eder, toplum içinde buhran oluşturur. Daha sonra biz tatmin olmak, dengeyi bulmak için daha başka gayrimeşru yollara tevessül ederiz. Hâlbuki tatmin olma, huzura kavuşma adına atılacak gayrimeşru her adım, bize yeni yeni huzursuzlukların kapısını açacaktır.

Bütün buhranlarıyla, bütün ızdıraplarıyla topyekûn dalalet ve küfür dünyası meydandadır, başka delile ihtiyaç yoktur. Öyleyse bizim ruhî huzurumuzu, kalbî ve hissî dengemizi temin edecek yegâne şey, Cenab-ı Hakk’ın emir ve nehiyleridir:

Emirler dairesi içinde, Allah’ın emrettiği her şeyi harfiyen yerine getirme…

Yasaklar dairesi içinde Allah’ın yasak ettiği her şeyden sakınma…

İşte o zaman insan tam formuna girmiş, tam kendini bulmuş olacaktır.

Dikkat edin! Bir haramı alışkanlık hâline getirmiş bir insan, sair hususlarda dengeli olsa dahi genel anlamda dengesizdir, mecnundur.

Emirler dairesi içinde Allah’ın emirlerinin pek çoğunu yaptığı hâlde bir kısmını yerine getirmeyen insan da dengesizdir. Çünkü kâinatta denge isteyen Allah, yüce kelâmında en mühim esasın nizam ve mizan olduğunu söyler.

Gökler bu nizama göre hareket etmekte, galaksiler bu nizam dairesi içinde dönmektedir. En küçük âlemde atomlar bu nizam dairesi içinde hareket etmektedir. Allah’a başkaldıran, bu nizamı nazar-ı itibara almayan, bu nizama ayak direten insan sadece mecnundur.

Allah, kâinattaki nizam üzerinde nazarlarımızı gezdiriyor, nizamın ehemmiyeti üzerinde duruyor ve nizamı bize bir nimet olarak takdim ediyor. Nimet olarak takdim ettiği pek çok şeyi saydıktan sonra, “Ey insanlar ve cinler, şimdi Allah’ın hangi nimetini yalanlıyorsunuz?” dediği sure-i Rahman’ın başında bize ısrarla mizanı ve dengeyi anlatıyor.

Evet, emirler dairesinde ihmalcilik yapan adam, nizamsızlık âlemi içine girmiştir. Nehiyler, yasaklar dairesi içinde yapmaması gereken şeyleri yapan insan, yine nizamsızdır, dengesizdir. Nizam, denge ve düzen; emirler ve nehiylerden ibaret olan takva dairesi içinde Cenab-ı Hakk’ın bütün emirlerine ve nehiylerine itaat etmekle olur. Allah bizi itaat edenlerden eylesin.

Bunlar yapılmayacak cinsten şeyler değildir. Bir insanın meşru dairedeki zevkleri, lezzetleri keyfine kâfidir, harama girmeye ihtiyaç yoktur.

Müminler olarak iffetli olacaksınız. Hissiyatınız, hevesatınız galeyana geliyor, iffetinize mâni oluyorsa o zaman izdivaç yapacaksınız. Bu imkâna sahip değilseniz o zaman oruç tutacaksınız. Kendinizi biraz çekip çevirecek, adımlarınızı Allah’a hesap vereceğiniz âna göre atacaksınız.

Unutmayınız ki, uğradığınız ve uğrayacağınız pek çok menzilden bir menzildir bu dünya. Bu dünyada siz bir misafirsiniz. Nerelerden geldiğinize hiç baktınız mı? Bu hâle sizi Allah peyderpey getirdi:

Sizi ilk defa atomlar âlemine soktu, var etti. Sonra cisimler âlemine soktu, terkip yaptı. Sonra sizi insan yaptı, dünyaya gönderdi. Burada da durmayacak, yarın kabre gideceksiniz. Berzaha uğrayacak, mahşerde hesap verecek ve sırattan geçeceksiniz. Ya Allah’ın rıza ve rıdvanına nail veya gazabına dûçâr olacaksınız.

İşte böyle bir misafirlik durumuna göre hareket etmeli, hesap vereceğiniz düşüncesiyle adımlarınızı atmalısınız. Dünya hesaplarına göre değil, iktisadî iniş ve çıkışlara göre değil, Allah’ın rızasına göre, O’na vereceğiniz hesaba göre adımlarınızı atmalısınız.

Öyleyse her hususta nefsinizi frenlemeli, iffetli yaşamaya, namus âbidesi hâline gelmeye çalışmalısınız. Böylece Allah’ın istediği nizamı bozmamış olacaksınız.

Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) bütün nabızları yoklar, bütün gönüllere bakar, herkese durumlarına göre bir şeyler söylerdi.

Hele ashâb-ı suffe vardı ki Allah Resûlü’nün devrinde bunların vazifeleri, hadis öğrenmek, Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemek, gerektiği zaman cihada iştirak etmek ve gece gündüz ibadet ü taatle meşgul olmaktan ibaretti.

Ebû Hüreyre onların en başta gelenlerindendi. O, ashâb-ı suffeyi şöyle anlatıyor: “Aleyhissalatü vesselam henüz hayattayken yetmişin üstünde insan tanıyorum ki bunların giyecek doğru dürüst elbiseleri yoktu. Ortasından deldikleri bir peştemali başlarından geçirirler, namazda eğilip kalktıkça açılmasın diye sürekli önlerini ve arkalarını tutarlardı. Namazlarını ancak öyle eda ederlerdi. Tamamen kendilerini Allah’a vermişlerdi. Bunların dünyalık bir dert ve endişeleri yoktu. Hepsi iffetli, hepsi namus âbidesi idi.”

Ensardan hiç kimse bir şeyi Allah Resûlü’ne sormadan yapmazdı. Neye kadar sorarlardı? Tarlalarına atacakları tohuma kadar sorarlardı. Zira Allah’ın Peygamberi her şeyi en iyi bilirdi. O kanaatleri, o iman ve o iz’anları vardı. Bizim iman, kanaat ve iz’anımız da o yöndedir. Allah devam ettirsin.

Kızlarını kocaya verecekleri zaman sorarlardı. Eşiyle geçimsizlik yaşayıp boşanmak isteyenler gelir sorarlardı. Ağaç aşılayacakları zaman bile sorarlardı. Aşılayalım mı aşılamayalım mı? Her şeylerini sorarlardı. Hele kızlarını evlendirme hususunda Allah Resûlü’ne sormadan, O’nun münasip göreceği yere vermesini teklif etmeden asla izdivaç yaptırmazlardı.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) birgün ensardan bildiği bir zatın kapısına gitti ve ona, “Kızınıza talibim.” dedi. Onlar da kızlarını, Allah’ın Resûlü bizzat kendisine istiyor sandılar. Bu isteği hüsn-i kabulle karşıladılar ve çok memnun oldular. Kendi kızlarını ezvac-ı tahiratın arasında görmek, bir anne-baba için büyük bir payedir. Zira kızları kıyamete kadar bütün müminlerin anası olacaktır. Allah Resûlü, “Ancak ben kızınızı kendime istemiyorum, onu Cüleybib’e istiyorum.” buyurdu.

Cüleybib genç bir Müslümandı. Çok meziyetleri vardı, fakat kadınlar konusunda az zaafı vardı. Kadınlarla oturur, kadınlarla konuşur, kadınlarla muaşeretten çekinmezdi. Yabancı kadınlarla bir çatı altında oturmaktan çekinmezdi. Ve bu durum ashâp tarafından da az çok bilinirdi. Bu sebeple insanlar ona iyi bir gözle bakmazlardı. Allah Resûlü, onun bu yarasının nasıl tedavi edileceğini biliyordu, onu evlendirmek lazımdı. Cüleybib’in adını duyan kızın babası ensardandı. Allah Resûlü’ne hayatında hiç hayır demeyen bir topluluktu ensar.

Allah Resûlü onların gönlünü öyle fethetmişti ki Mekke’nin fethinden sonra ensar, “Resûlullah bundan sonra Mekke’de kalır mı?” diye endişe edince onların bu endişesini bertaraf etmek için “Vallahi bütün halk bir vadiye ensar da başka bir vadiye gitse ben yine ensarın gittiği vadiye giderim.” demişti.63 Adam, “Yâ Resûlallah, ben bir de anasına danışayım.” dedi.

Kızın anasına mevzuyu açtı. Ancak kızın annesi Cüleybib’in adını duyduğu zaman tereddüt geçirmeye başladı. Allah Resûlü istedikten sonra olur, olur ama kadınlarla oturup-kalkan bu adama da kız verilir mi ki? Tereddüt ediyordu.

O sırada ana-babasından daha fazla iman içine oturmuş o mübarek kızın sesi gelir içeriden.

“Resûl-i Ekrem bir şey mi istedi sizden?” diye sordu anne-babasına. Cevap verdiler: “Allah’ın Resûlü seni Cübeybib’e istiyor!” Kız, “Siz Resûl-i Ekrem’in istediği istikamette hareket edin. Vallahi, Allah beni zayi etmez, ben öyle inanıyorum.” dedi.

Allah Resûlü’ne bu derece bağlılık, bir ailenin efradının ruhlarına işlemişse o aile bahtiyardır ve mesuttur.

Allah Resûlü geldi, bu izdivacı gerçekleştirdi. Cüleybib de artık iffet dairesi içine girmiş, namuslu, mesut bir aile reisiydi. O, ailesinden memnundu; ailesi de ondan.

Aradan birkaç gün geçmişti ki bir gaza oldu. Cüleybib de yeni evli olmasına rağmen cihattan geri kalmak istemedi ve Allah Resûlü ile birlikte yola çıktı. Gaza bittikten sonra Allah Resûlü, Cüleybib’i göremiyorum!” buyurdu. Araştırdıklarında Cüleybib’i son nefesini verir bir hâlde buldular. Müşriklerden yedi kişinin arasında, yerde yatıyordu. Hepsinin hakkından gelmiş ancak en son o da şehit olmuştu. Resûlullah, sahabinin gıpta bakışları arasında Cüleybib’in mübarek başını kolunun üzerine aldı. Cüleybib son dakikalarını yaşıyordu. Allah Resûlü de gözyaşlarıyla onun yüzünü yıkıyordu. Allah Resûlü şöyle buyurdu: Cüleybib bendendir, ben de ondanım. Yedisinin hakkından gelmiş, sonra şehit olmuş!”64

Herkes Cüleybib’in yerinde olmak istiyordu. Zira Cüleybib bendendir.” buyuruyordu Allah Resûlü, “Ben de ondanım!”

Muhterem Müslümanlar!

Fıtrat dairesi içinde, şeriat-ı fıtriye kanunları içinde Cenab-ı Hakk’ın tahmil ettiği, yüklediği şeyler bize ağır değildir, hepsini yaşama yolları vardır. İffet dairesinin dışına çıkmaya lüzum yoktur.

Gayrimeşru dairedeki her zevkin arkasında binlerce elem vardır, keder vardır, iç burkuntusu vardır. Meşru dairedeki zevk ve lezzetlerle iktifa etmek akıllı insan kârıdır. Resûl-i Ekrem bu izdivaç muamelesi ile bunu bize göstermiştir. Ders alıp, ibret alıp istikamet kazanmaya Allah bizleri muvaffak kılsın.

Kur’ân-ı Kerim inananlara buyuruyor ki: Nefislerinin isteklerinden biraz kıssınlar, nefislerini biraz gemlesinler, biraz riyâzet yapsınlar, biraz ibadet ü taate kendilerini versin, iffetli yaşasınlar. Bu şekilde yaşamaları imkânsızsa izdivaç yapsınlar. Dinin hatırı için, İslam’ın izzet ve haysiyeti için, Müslümanların haysiyeti için, iffetli yaşamak için ne lazımsa yapsınlar. İffetimiz bizi var edecek. İffetimiz bizi ayağa kaldıracak. Kadınıyla erkeğiyle yeniden diriltecek. Biz iffet sayesinde var olacak, iffet sayesinde dirileceğiz. Allah bizi var etsin, diriltsin.

Âmîn.

22 Mart 1974, Alemizade Sırönü Camii, Edremit


63 Buhârî, meğâzî 56, temennî 9; Müslim, zekât 139.

64 Müslim, fezâilü’s-sahâbe 131; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 4/420, 421, 425.

-+=
Scroll to Top