45. İslam’da Kadın ve Anne Hakkı

وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُۤوا اِلَّآ اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناًۘ اِمَّا يَـبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِـبَرَ اَحَدُهُمَآ اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَآ اُفٍّ وَلَا تَـنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَر۪يماً

“Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, “öff!” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.” (İsra Sûresi, 17/23)

Muhterem Müslümanlar!

Bu asırda, bilhassa ailede çok mühim bir mevkii olan annelerin hukuku hiçe sayılmakta, onlara karşı hürmetsizlik edilmektedir. Bu yönüyle insanımız âdeta bir Cahiliye dönemi yaşamaktadır.

Cahiliye devrinde kadın, evin hanımefendisi olma hakkını kaybetmiş, ticaret malı gibi düşünülmeye başlamıştı. Aynı şekilde asrımızda da pek çok çevrede anne, evde anne olma hakkını kaybetmiş, hürmet hakkını kaybetmiş, hanımefendiliğini kaybetmiş, ev efradı tarafından hafife alınmaktadır.

Tazeliğini kıyamete kadar muhafaza edecek olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın ahkâmı, o devirde kadına ve bilhassa anneye karşı yapılan hürmetsizliğin karşısına çıkmıştır. Kur’ân, o dönemde olduğu gibi bugün de hürmet görmeyen, hukuku ayaklar altına alınan anneler başta olmak üzere bütün kadınlık âleminin hürmetini muhafaza eder.

Allah, kendisine ibadet ü taati emreder. “Bana kullukta sabitkadem olacaksınız.” der. Bana kul olmada katkısız safi ve halis olacaksınız ve sonra da anne ve babanıza ihsanda bulunacaksınız. Bu, Allah’ın kesin hükmüdür. Onlara karşı ‘öf’ bile dememekten başlayıp da hukuklarına riayet etmede alabildiğine bir hassasiyet içinde olmaya kadar riayetkâr olacaksınız.

Muhterem Müslümanlar!

Devr-i Saadet’i kurcalarken, o asırdan misaller verirken, nazarımızı daima asrımızdaki hâdiselere çevirmek, anlatılan şeylerin bu asırdaki durumuna bakmak, ona göre ders almak gerekir. Meseleler gönüllerimizde heyecan uyandırsın diye değil, bizi hislendirsin diye değil, bir hakikatın yüzünden perdeyi kaldırsın, o asırda görüldüğü gibi bu asırda da o hakikat görülsün diye anlatılmaktadır.

Nasıl Cahiliye devrinde kadın her şeyini kaybetmişti, bugün de maalesef pek çok çevrede, hatta İslamî muhitte dahi anne artık ‘annelik’ rolünü yitirmiştir. Evde ona gereken hürmet gösterilmez. Müminlerin yaşadığı muhitlerde dahi durum böyledir. Camiye gelenler dahi annelerini hor görebilmektedirler.

Anne, evde bir ‘fazlalık’ olarak görülebilmektedir. Bir an evvel gitse, geriye bırakacağını bıraksa, biz de ondan kurtulsak ve istediğimizi elde etsek diye düşünen evlatlar vardır.

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan fasl-ı hitaptır. İman sayesinde gönüllerde hâkimiyet kuran Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) İslamiyet’in esasları ile bu mevzuda Allah’ın istediği şeyleri insanlara anlatır. Allah’ın istediği şeyleri gönüllerde hâkim kılar.

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan başka bir âyetinde bu hususta şöyle buyurur:

وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِۚ حَمَلَـتْهُ اُمُّهُ وَهْناً عَلٰى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ ف۪ى عَامَيْنِ اَنِ اشْكُرْ ل۪ى وَلِوَالِدَيْكَۘ اِلَىَّ الْمَص۪يرُ

(Lokman Sûresi, 31/14)

Biz insana vasiyet ettik, emirde bulunduk, tavsiyede bulunduk: Bana kulluk yapsın, annesine teşekkürde bulunsun, iyilikte bulunsun. Annesi onu uzun zaman karnında taşımış, meşakkat çekmiş, şu kadar zaman da kucağında büyütmüş, beslemiş, iyilikte, ihsanda bulunmuş. Biz ona vasiyet ediyoruz, o da annesine karşı iyilikte ve ihsanda bulunsun.

Allah, bunları demek suretiyle anneye, babaya karşı sadece itaati emrediyor. Burada daha ziyade ‘anne’ üzerinde duruluyor. Meseleyi tavzih için sahabinin Allah Resûlü’nün karşısına çıkıp da;

يَارَسُولَ اللهِ مَنْ اَحَقُّ النَّاسِ بِحُسْنِ الصَّحَابَةِ

“Ya Resûlallah! İnsanların hangisiyle daha iyi geçineyim, arkadaşlık kurayım, muaşerette bulunayım, iyilikte bulunayım, ihsanda bulunayım?” sorusuna karşılık Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Annendir.” buyurur. Sahabi ikinci kez sorar: “Sonra kimdir yâ Resûlallah?” Allah Resûlü ikinci defa, “Annendir.” buyurur. Sahabi üçüncü defa, “Sonra kimdir?” diye sorunca Allah Resûlü yine, “Annendir.” buyurur. Annen ile hüsn-ü muaşerette bulunacak, bütün iyiliğini ona tevcih edeceksin. Allah Resûlü dördüncü defada “ebûke” (Babana karşı da yapacaksın aynı şeyi) buyurur.73

Keza diğer bir hadis-i şerifte Allah Resûlü şöyle buyurur:

إِنَّ اللهَ يُوصِيكُمْ بِأُمَّهَاتِكُمْ- ثَلَاثًا – إِنَّ اللهَ يُوصِيكُمْ بِآبَائِكُمْ، إِنَّ اللهَ يُوصِيكُمْ بِالْأَقْرَبِ فَالْأَقْرَبِ

“Allah, annelerinize iyilik yapmayı, iyi davranmayı size vasiyet ediyor” diye üç defa tekrar ediyor. Ardından Ve sonra babalarınıza iyilik yapmayı vasiyet ediyor.” En sonunda da “Size yakın olanı size tavsiye ediyor.” buyuruyor.74

Kadın, düştüğü yerden İslam ve Kur’ân sayesinde terakkinin şahikasına yükseliyordu. Mümin, Allah Resûlü’nün bu duruşuna göre vaziyet alacaktır. Cahiliye devrinde ayaklar altında olan kadın, Allah Resûlü’nün nazarında göklere çıkmış, melek mertebesine yükselmiştir. Hazreti Âişe’nin ifadesiyle Efendimiz’den naklen:

اَلْجَنَّةُ تَحْتَ اَقْدَامِ الْاُمَّهَاتِ

“Cennet, annelerin ayakları altındadır.”75

Anne, İslam sayesinde bu pâyeyi alır. Ve yine Hazreti Âişe’nin ifadesiyle:

اِنَّمَا النِّسَاءُ شَقَائِقُ الرِّجَالِ

“Kadınlar, erkeklerin yarısıdırlar, erkekleri tamamlarlar.”76

Yani kadın olmadan erkek, erkek olmadan kadın yarım insan demektir.

Evet, anne, Kur’ân ve İslam sayesinde beklediği hürmeti bulmuş, lâyık olduğu mevkii elde etmiş, bir kadın efendi hâline gelmiştir. Ne var ki asrımız yine onu şirâzeden çıkarmış, bu noktada Cahiliye devrine götürmüş, bir kısım insanların elinde oyuncak hâline getirmiştir.

Annenin hukuku İslam’da o kadar mühimdir ki bir gün Allah Resûlü’nün huzuruna (sallallâhu aleyhi ve sellem) cihada iştirak etmek isteyen bir genç gelir. Arkasından da annesi gelir, “Yâ Resûlallah, ben bunu emzirdim, baktım, büyüttüm; şimdi ise beni dinlemiyor, cihada gidiyor.” Allah Resûlü kaşlarını çatar ve “Dön git, annene hizmet et. Senin cihadın bize lazım değildir.” buyurur.77

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Cihadın önem kazandığı yerde cihat her şeyden ehemmiyetlidir, her şey cihat için feda edilir, tıpkı asrımızda olduğu gibi. Fakat anne babaya itaatin önem kazandığı yerde ise bu ikisinin rızası her şeyden mühimdir. Her birinin yeri ayrıdır ve bu iki şeyi birbirine karıştırmamak gerekir.

Bütün bunların üstünde anlatılmak istenen şeye gelince o da şudur; annenin hiçbir yeri, hiçbir hürmeti olmadığı hâlde birdenbire çok mualla bir makama yükselmesi ve bir hürmet kazanması ancak Kur’ân ve İslam sayesinde olmuştur.

Risaletmeâb Efendimiz mescitte otururlarken içeriye biri girer ve şöyle der, “Ya Resûlallah! Falan zat, ruhunu teslim etmek üzeredir, fakat bir türlü ruhunu Allah’a teslim edememektedir.” Bu zat, Resûl-i Ekrem’in, sağında solunda sık sık gördüğü, alabildiğine cesur, alabildiğine mert, alabildiğine hareketli, alabildiğine sadık bir sahabiydi.

Allah Resûlü, ilk önce kendisi gitmek istemedi. Zira çok hassas, çok inceydi Allah Resûlü. Bu gibi hâdiselerde dayanamazdı. Önce Hazreti Ebû Bekir’i, sonra Hazreti Ömer’i gönderdi. Onlar gittiler, geldiler, “İlle de Sen!” diye Allah Resûlü’ne ısrar ettiler.

Allah Resûlü’nün bir daveti reddettiği, kabul etmediği, davete icabet etmediği asla vaki ve vârit değildi. Düğüne bile davet etseler giderdi, yeter ki orada, gayrimeşru bir şey yapılmış olmasın. Kalktı, o zatı ziyarete gitti.

Tahkik etti; zatın babası yoktu, ancak annesi hayattaydı. Bir borcu olup olmadığını sordu. Bu kişi mescide gelir, safların içinde namazını kılar, gerektiğinde orduyla beraber cihada katılırdı. Ama şimdi dilinin tutulması, can verdiği hengâmda ‘Lâ ilâhe illallah’ diyememesi… Buna bir sebep vardı. Mesele etraflıca araştırılınca nihayet annesi şunları söyledi:

“Yâ Resûlallah, içimden atamadığım bir ukde var. Bir türlü atamıyorum onu. Bir meselede hanımıyla aramızda bir şey oldu, hanımını bana tercih etti, gönlümü kırdı benim. Ne kadar kendimi zorladım onu affetmeye ama davranışlarım hep sun’î oldu. Gönlümden gele gele affedemedim onu. Hâlâ da içimde bir ukde var.”

Bu sözleri duyan Allah Resûlü, onlara hem bir ders vermek hem de annenin hislerini galeyana getirerek oğlunu gönlünden gele gele affettirmek istiyordu. Şöyle buyurdu: “Bu hâliyle giderse Cenab-ı Hak, buna azap edecek. Siz odun getirin de bari onu burada yakalım. Belki Allah, bu yanmasına mukabil âhirette bir daha onu yakmaz.” İşte o zaman kadının içindeki o ukde de silindi. Yerinden fırladı: “Yâ Resûlallah! Gönlümün ona karşı yumuşadığını hissediyorum şimdi. Artık bir ukde yoktur gönlümde. Bütün haklarımı helal ediyorum.” dedi.

Kadın, sözlerini bitirmiş veya bitirmemişti ki, can çekişmekte olan sahabinin sesi duyuldu: “Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah.”

İslam, başta peygamberiyle, mürşid-i azamıyla, sonra O’nun sözlerini bize şerh eden müçtehit ve mücedditleriyle, sonra bu vak’aları tasnif edip bize intikal ettiren büyük insanlarıyla bize şunu anlatmaktadır: Hürmetini kaybetmiş anne, İslam sayesinde hürmet kazanıyor. Hem o kadar hürmet kazanıyor ki ona isyan edildiğinden ötürü insan son nefesinde “Allah” diyemiyor.

Hayatımıza çok şey kazandıran büyük insan Üstad Bediüzzaman aynı konuyla alâkalı diyor ki: Arkadaşlarımdan, kardeşlerimden bazılarının rızkında bir vüs’at, bir genişlik görüyordum, anlayamıyordum. Bunun hikmetini sonra anladım ki, onlar anne ve babalarına çok itaat ediyorlar. Anne ve babaya itaat, annenin hukukuna riayet sayesinde, Allah, rızkında bereket ihsan ediyor.

Bunlar tecrübelerle sabit hakikatlerdir. Bunlar, Resûl-i Ekrem’in hidayet edalı ifadeleriyle sübut ve vücut bulan hakikatlerdir. Bunlar, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın ifadesinde yerini alan hususlardır.

Evet, kadın, İslam sayesinde gerçek yerini almıştır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) hadis-i şerifiyle şöyle ferman eder:

أَكْمَلُ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا، وَخَيْرُكُمْ خَيْرُكُمْ لِنِسَائِهِمْ

“Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâkı en güzel olanıdır. Sizin en hayırlınız da ailelerine, hayat arkadaşlarına karşı hayırlı olanınızdır.”78

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), hanımlarından bir tanesini, zerre kadar dahi incitmemiş, kırmamıştır. Onların hepsini memnun ve mesut etmiştir. Hanımları kimi zaman aç susuz kaldıkları hâlde Allah Resûlü’nden hep razı olmuşlardır. Bütün kadınlık âlemi memnundur Allah Resûlü’nden. Bu hakikati ifade için “Ehline en hayırlı olan benim.” buyuruyor. Ve “Sizin en hayırlınız da ehline karşı en hayırlı olandır.” diyor.

Yüzlerce hadis-i şerif, kadına, anneye hürmet hakikatini insanlara anlatmaktadır. Allah Resûlü, mübarek sözleriyle bir esas olarak bu mevzuyu ilmek ilmek örmektedir.

Cenab-ı Vacibü’l-Vücud ve Tekaddes Hazretleri, üst üste bu hakikatlerden ders alıp mahz-i hakikat olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’a ve esâsat-ı İslamiye’ye ittibaya bizleri muvaffak kılsın. Hürmetini kaybeden anne ve babaya kalblerimizde hürmet hissini yaratsın. Bizleri bu vadide huşyar, uyanık kalbli, hassas, annesine babasına itaatkâr eylesin.

Âmîn.

8 Mart 1974, Alemizade Sırönü Camii, Edremit


73 Buhârî, edeb 2; Müslim, birr 1.

74 İbn Mâce, edeb 1; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 4/132.

75 el-Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb 1/102. Aynı manadaki hadis için bkz.: Nesâî, cihâd 6; İbn Mâce, cihâd 12

76 Tirmizî, tahâret 90; Ebû Davud, tahâret 94; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/256.

77 Bkz.: Buhârî, cihâd 138; Müslim, birr 5.

78 Tirmizî, radâ 11; Ebû Dâvûd, sünnet 6.

-+=
Scroll to Top