46. İslam Âleminin Dertleri
يَا قَوْمَنَآ اَج۪يبُوا دَاعِىَ اللهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
“Ey milletimiz! Allah yoluna davet eden bu elçinin çağrısını kabul ve ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı affetsin ve gayet acı bir azaptan sizi kurtarsın.” (Ahkâf Sûresi, 46/31)
Muhterem Müslümanlar!
Müthiş bir hâdiseyle temelinden sarsılan İslam cemiyeti, İslam cemaati uzun zamandan beri üzerinde durabileceği bir nokta-i istinat, bir dayanak noktası aramaktadır.
Bütün ümit kaynakları âdeta kurutulmuş; zemini kuraklıktan, rahmetsizlikten parça parça olmuş, semasında bir tek yıldız kalmamış, kapkaranlık gecesini yaşıyor.
Simsiyah bir kin ve nefret bütün ortalığı kasıp kavurmuş. Memleketinin bülbülleri dertli destanı okuyor. Çünkü İslam’ın köyünde matem var. Başınıza yağan her yağmur damlasından etrafınızı ihata eden koca koca dağların başlarına kadar hepsi İslam’ın derdine ağlıyor. Kur’ân’ı anlamayan, Hazreti Muhammed’i tanımayan, Allah’a, Allah’ın istediği manada râm olmayan, boyun eğmeyen perişan İslam âleminin derdine ağlıyor.
İslam’ı sadece şekil olarak ifade eden gösteriş eksenli davranışlar, kabrinde dağidâr olan Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ızdırabını dindiremediği gibi şu perişan ümmetin ızdırabını da dindiremeyecektir.
Ümmet, bugün hırçınlaşarak kabarıp kabarıp sahilleri tehdit eden dalgalar misali o eski heyecanını kaybetmiş; ona tebessüm eden semalar artık onun için ağlar hâle gelmiş. Müslümanların yüzüne tebessüm eden bir tek yıldız bile yok gökte. Her şey âdeta Müslüman milletin matemiyle simsiyah bir örtüye bürünmüş.
Mesele bir milletin davası olsa cüz’i bir hamleyle ve basit bir sıçrayışla belki bu boşluk kapatılabilirdi. Allah bilir, fakat topyekûn İslam dünyası, yörüngesinden ayrılmış bir yıldız gibi her an başka bir sisteme çarpıp parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Başka sistemlerden medet dilenmektedir. Kendisi merkezi teşkil ediyorken bugün başkasına uydu olma, uyma zilleti ve aşağılığı içindedir.
Merkezi tutan, elinde Kur’ân asâsı bulunan Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) gibi büyük bir çobanları varken o, çobanından ayrılmış, Allah’ın yasak hudutları içine sapmış; çobanı dinlemez, onun emirlerine râm olmaz hâle gelmiş. Neticede perişan olmuş, her tarafı yıkılıp dökülmüş bir viraneye dönüşmüştür.
Zemininiz yağmursuzluktan, rahmetsizlikten çatladığı zaman kadınlarınızla, erkeklerinizle, çocuklarınızla, hatta hayvanlarınızla seferber olur, elbiselerinizi ters giyer, ellerinizi aşağıya doğru eğer, Rabb-i Kerîm’in dergâhında durur, bize yağmur ver, dersiniz. Belki çoluk çocuğunuza, belki de hayvanlarınıza merhameten Allah yağmur verir ama İslamiyet’ten ayrılmış, Kur’ân’ı terk etmiş perişan cemaate merhamet eder mi bilmiyoruz?
Yine de Allah merhametlidir; O, daima merhametlidir ve her an merhametle tecelli buyurur. Fakat bunun için sizin bütün varlığınızla, bütün mahiyetinizle, topyekûn bir millet olarak rahmet yağmurunu, Allah’ın rahmetini, Allah’ın nizamını isteme manasına gelen yağmur duasına çıkmanız lazım.
Siz bu kaskatı, kupkuru zemin ve zaman içinde rahmetin gelmesine vesile olması için Allah’ın huzuruna tıpkı yağmur duasında olduğu gibi çıkmalısınız. O anda elbisenizi değiştirip tersyüz ettiğiniz gibi kafanızın içindekileri de değiştirmeli; kalbinizi yıkamalı, Allah’ın huzurunda gözyaşlarınızla, “Rahmetine muhtaçlar kapına geldi.” diyerek bulunmalısınız.
Muhterem Müslümanlar!
Bu, sizin mücerret namaz kılmanızla, oruç tutmanızla halledilebilecek cinsten basit bir mesele değildir; topyekûn bir milletin seferber olmasına vâbeste büyük bir meseledir.
Nasıl ki bir köy ahalisi, kuraklıktan kavrulduğu, yağmursuzluktan yandığı zaman birçok masrafa, ağır külfete girerek, acayip şeyler yaparak Allah’ın merhametini istiyor. Topyekûn bir milletin rahmetsizlikten, merhametsizlikten, hidayet nurundan mahrum bir vaziyette avare, sergerdan dolaştığı bir zeminde Allah’a dönüşün, Allah’tan rahmet isteyişin şeklinin nasıl ulvî, nasıl kutsi, nasıl şuurlu olması gerektiğini düşünün ve kararı siz verin. Cenab-ı Hak bizlere merhamet buyursun.
Aziz Müslümanlar!
Şekilcilikten vazgeçelim. Yatıp kalkma bizi kurtarmaz. Her sene hac mevsiminde yığın yığın hacca gitme bizi kurtarmaz. Bütün bu ibadetler, Allah’a iman şuuruyla olursa kıymetlidir.
Burada memleket yanarken, yanan memleketin enkazı itfaiyeci beklerken;
Tulumbanı al yetiş imdada, yangın var… Deryada yangın var, imanda yangın var, nesilde yangın var… diye feryat edilirken, siz bu derde karşı hissiz ve bu perişanlığa karşı şuursuz kalmamalısınız.
Allah (celle celâluhu), cinlerin diliyle şöyle buyuruyor:
“Ey milletimiz! Allah yoluna dâvet eden bu elçinin çağrısını kabul ve ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı affetsin ve gayet acı bir azaptan sizi kurtarsın.” (Ahkâf Sûresi, 46/31) O’na uyunuz, iktidâ ediniz, O’nun rehberliğini ve imamlığını kabul ediniz ve O’na iman mevzuunda, O’nun istediği şekle gelebilmek için şuurunuzu, anlayışınızı genişletmeye çalışınız.(……..)
Allah, asırlardan beri üzerimizde tabaka tabaka yığılan günahlarımızı affetsin, kusurlarımızı bağışlasın. O zaman ellerimizi açtığımızda Cenab-ı Hak dualarımızı kabul edecektir. Günahlarımız, hatalarımız, Allah’a doğru yükselen dualarımızın kabul makamına çıkmasına engel oluyor.
Hazreti Ömer (radıyallahu anh) imanda varılması lazım gelen şuurun en son ufkuna vardığı hâlde daima kendi kusurunun ve kabahatinin duasının kabulüne engel olacağını düşünür, ellerini açıp da ümmet için dua etmeyi pek istemezmiş.
Hizmetçisi şöyle anlatıyor: “Mekke ve Medine’yi kasıp kavuran müthiş bir kıtlık bizi perişan hâle getirmişti. Hazinelerde stok yapılan emtia da bitmeye başlamıştı. Ömer, bu durumdan o kadar mustaripti ki… Ben onu takip ederdim, bazen bir harabede yüzünü yere kor ve şöyle derdi:
‘Ya Rabbi! Ben biliyorum ki şu ümmetin başına bütün musibetler, bütün belalar benim yüzümden geliyor. Eğer ben günahsız olsaydım bunlar başımıza gelmezdi. Ya Rabbi! Yalvarırım Sana… Habîb-i Edîb’in için benim yüzümden ümmet-i Muhammed’i mahv u perişan etme, onları kahretme… Bana ne yaparsan yap ama ümmet-i Muhammed’i ezme…’
Bir gün, Hazreti Ömer’den yağmur duasına çıkmasını istemişlerdi. Zira Ömer, Allah Resûlü’nün dilinde şu sözlerle manasını bulmuştu: “Eğer benden sonra peygamber gelecek olsaydı o Ömer olurdu.”79 Ancak Ömer böyle düşünmüyordu, “Ben kim, yağmur duasına çıkmak kim? Ben sıkılırım elimi Allah’a kaldırıp da yağmur ver demekten” diyordu.
Bir gün yerinden fırladı; bir çözüm bulmuştu. Doğruca Allah Resûlü’nün amcası Hazreti Abbas’ın evine koştu: “Yâ Abbas, bilirsin seni severim, gel seninle bir yere gidelim.” diye teklifte bulundu. Abbas, “Nereye gideceğiz ya Ömer?” diye sorunca “Sen gel yeter.” dedi.
Beraberce Allah Resûlü’nün senelerce evvel parmağını kaldırıp ayı ikiye böldüğü Ebû Kubeys tepesinin başına çıktılar. Ömer, Cenab-ı Abbas’ın elinden tuttu; içi sızlaya sızlaya, içi yana yana o mübarek eli yukarıya doğru kaldırdı. “Ya Rabbi, bu senin Habîb-i Edîb’inin amcasıdır, onun yüzü suyu hürmetine bize yağmur ver!” diye dua etti. Seleme, olayın devamını şöyle anlatıyor: “Arkadan bakıyordum elleri daha inmeden yağmur inmeye başlamıştı.”80
Siz yığın yığın hata, kusur ve seyyiatla nasıl olur da hiç hicap etmeden ellerinizi açıyor, “Ver Allah’ım, ver!” diyorsunuz. Vâkıa o kapıdan kovulsak da ayaklar altında çiğnensek de kemiklerimiz ezilse de yine O’ndan isteyeceğiz, yine O’nun kapısına yanaşacağız, yine O’na “Ver!” diyeceğiz; çünkü bilmiyoruz başka kapı.
Öyleyse temizlenmek lazım, kulluk lazım, günde şuurla beş defa camiye gelmek lazım, oruç tutmak lazım, bütün muamelelerimizi İslam’a uydurmak lazım. Hacca giderken de şuurlu bir şekilde gitmek lazım. İslam âleminin perişan vaziyetini düşünmek lazım. Yetişmek istediği hâlde yetişemeyen zavallı neslin ahvalini düşünmek, ona göre hareket etmek lazım…
Allah, davaya icabet izzetiyle bizleri aziz eylesin.
Senelerden beri matem tutan, kapkara bir örtüye bürünmüş İslam dünyasına artık başını o kapkara örtünün altından çıkarıp da hidayetin ve imanın parıl parıl parlayan o nurlu semalarına bakma lütfunu Allah ihsan eylesin.
Canlar gırtlağa gelmiş, dayanmak çok zor. Bundan sonra sağlam bir azimde bulunmak, sağlam bir hamlede bulunmak ve Allah’a dönüşte çok şuurluca hareket etmek lâzım ki kurtulmuş olalım.
Tevfik ve inayet O’ndan, gayret ve azim bizden…
Allah cümlemizi hidayet eylesin.
Âmîn.
8 Kasım 1968, Kestanepazarı
79 Tirmizî, menâkıb 17; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 4/154.
80 Buhârî, istiskâ 3; fezâilü’l-ashab 11.