48. Allah Resûlü’nden İstifade Etme
لَقَدْ جَآءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْـفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَـنِـتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُۨفٌ رَح۪يمٌ
“Andolsun ki içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, müminlere şefkatli ve merhametli bir resûl gelmiştir.” (Tevbe Sûresi, 9/128)
Muhterem Müslümanlar!
Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), âyetin ifadesiyle, bütün âlemlere rahmet; zerreye rahmet, küreye rahmet, canlıya rahmet, cansıza rahmet, insana rahmet, mümine rahmet, meleğe rahmet… Hâsılı bütün kâinata rahmet olarak gönderilmiştir.
Fakat herkes bu rahmetten yakınlığı, kabiliyeti ve anlayışı nispetinde istifade eder.
Kimisi, O’nun içinde bulunduğu merkezden çok uzaktadır, istifadesi de o ölçüde az olur.
Kimisi de Hazreti Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem), O’nun içinde bulunduğu merkezden daha yakındır, onun istifadesi de o nispette olur.
Efendimiz’e Allah’tan bir şey gelsin de Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer onu özümseyip ondan istifade edememiş olsun… Böyle bir şey gösterilemez. Bu yönüyle bu zatlar, Efendimiz’e O’nun akrabalarından daha yakındır.
O’nun etrafındaki daire genişledikçe ve insanlar O’ndan uzak kaldıkça, onların istifadeleri de o nispette azalmıştır.
Bu uzaklık ve yakınlık, zaman veya mekân ile alâkalı değil, gönlün Allah’ın Resûlü’yle beraber olması, kafanın O’nun yolunda bulunması, bütün letâifin kendini O’nun yoluna vermesiyle alâkalıdır.
Öyle ki O’nun yanı başında olsa, hatta evinde onu büyütse onu kucağına alsa bile hakkında kendisini lanetleyecek, cehennemle kendisini müjdeleyecek âyetlerin geleceği kâfirler de bulunabilir.
Allah’ın Resûlü şöyle buyurur: “Hayatım da sizin için hayırlıdır… vefatım da sizin için hayırlıdır.”82 Ben âlemlere rahmetim.
Cibril-i Emin, Efendimiz’in yanı başında bulunmaktadır. Peygamberimiz, kendilerine sorarlar: “Allah, benim için, ‘Sen âlemlere rahmetsin.’ buyuruyor. Beni âlemlere rahmet için gönderen Hazreti Allah, bu rahmetten sana da istifade ettirdi mi? Sana da bu rahmetten bir şey isabet etti mi?”
Cibril şöyle cevap verir: “Evet, yâ Resûlallah! Sen âlemlere rahmetsin ve Sen olmasaydın ben de akıbetimden korkuyor olacaktım. Fakat şimdi artık eminim, çünkü Allah benim için şöyle dedi:
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۙ ذ۪ى قُوَّةٍ عِنْدَ ذِى الْعَرْشِ مَك۪ينٍۙ مُطَاعٍ ثَمَّ اَم۪ينٍ
(Tekvîr Sûresi, 81/19-21)
Bu Kur’ân, –haşa!– Hazreti Muhammed’in düzmesi değildir. Onu çok emin, Allah yanında kıymetli, emniyette değerli bir melek getiriyor. O, o meleğin ağzında Allah’ın sözüdür. O melek Allah’a itaatkârdır. Allah’tan aldığını Resûlullah’a getirir ve aynı zamanda emniyettedir. Şeytanın maruz kaldığı akıbete düşmekten emindir.
Evet, Yâ Resûlallah, Senin gelişin ve âlemlere rahmet oluşundan ben de istifade ettim.”
Melek istifade eder, semek istifade eder, zemin istifade eder, sema istifade eder…
Arkasında saf bağlayan cemaat istifade etmezse veyl olsun onların ruhuna!
Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir şem’a gibi, Arş’tan sarkıtılmış bir kandil gibi bütün insanlığın yolunu ve bütün insanlığın iç âlemini kıyamete kadar aydınlatacak ve ondan öte yolları kendilerine gösterecektir.
Herkes, uzaktan ya da yakından o ışığı görüyor, ona koşuyor, onun etrafında dönmeye başlıyor, kendisini o ışığın içine sokmaya çalışıyor, ışığın etrafında dönmekle teselli buluyor…
Bûsîrî bir şiiriyle bunu ifade eder ve rüyalarla teselli bulanları buna benzetir:
“Resûlulah’ı rüyada gören aslında göremiyor demektir,
Fakat Resûlullah kandili etrafında ışığı bulmuş kelebek gibi dönüyor demektir,
Bir gün açık bir yer bulur da içeriye girerse,
Kendisini ateşe çarpan kelebekler gibi çarpar ve yok olursa,
İşte o zaman varlık kapısı kendisine açılacak ve işte o zaman gerçekten var olacaktır.”
O’nun ışığında, O’nun ateşinde, O’nun ocağında yandıktan sonra var oluş… Herkes O’ndan istifade eder, herkes O’na koşar, ya O’nun arkasında koşanlar niçin O’na koşmazlar? Neden O’nun etrafında dönmezler? Niye ibadetlerine ibadet katmazlar? Niçin beş vakitlerini on vakit yapmazlar? Nasıl olur da sadece Cuma namazına gelmekle iktifa ederler? Neden gönüllerini şu hâdiselerin bozukluğu içinde perişan bırakırlar? Resûlullah muhabbetiyle beslemezler? Allah aşkıyla sulamazlar? İslam havasıyla havalandırmazlar? Perişan ruhlu, perişan kalbli, perişan gönüllü yaşamaya rıza gösterirler? Allah böylesini kime ihsan etmiştir? Allah, Hazreti Muhammed’e kimi böylesine yakın etmiştir?
Hangi millet ve hangi cemaattir ki babasından intikal etme suretiyle kurtarıcısını, halaskârını, ışık tutucusunu tanımıştır ve uzakta dahi olsa ona dönmeyi bilmiştir; kalbi tam müteveccih olmasa bile onun arkasında saf duranlara doğru yüzünü çevirmiştir?
Moskova’da doğmamış, Paris’te dünyaya gelmemiş, Pekin’de yaşamamıştır. İslam memleketinde doğmuş, İslamî havanın teneffüs edildiği yerlerde koşmuş, Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) konuşulduğu yerlerde yaşamış ve hayatını İslamî duyuş, İslamî görüş ve İslamî oluşlara bağlayarak yaşamıştır… Böylesine bahtiyarlık, böylesine mutluluk…
“Tûbâ ve henîen” sırrı âdeta tecelli etmiş, müjdeler olsun onlara…
Akibetleri ne güzel onların…
Varacakları yer ne güzel onların…
Hitabı karşımızda bir şem’a gibi her an yanıyorken maldan, candan, evlattan geçip rahmet olarak Allah’ın bize gönderdiği Hazreti Muhammed’den, O’na yakın olanlar gibi istifade etmeyişimiz…
İşte bu akıllıca bir hareket değildir, bu divanece bir harekettir.
İnsanlar, Hazreti Muhammed’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) ancak bulundukları mevki ve duruma göre istifade ederler. Melekler O’ndan fevkalâde istifade eder, ashâp ondan fevkalâde istifade eder. Kendisi öyle buyururlar:
“Müminlere benim rahmet olmam, onların dünyada beni bulmaları, rahmete mazhar olmaları, cennete girmeleri şeklindedir.
Münafıkların benden istifade etmesi, dünyada nifaklarının açığa çıkmaması, görünürde mümin olarak yaşamaları ve bununla Allah’ın huzuruna gitmeleri şeklindedir.
Kâfirlerin benden istifade etmesi, azaplarının peşinen dünyada gelmemesi suretindedir.”
Muhterem Müslümanlar!
Allah, kâfirlerin azabını âhirete bırakıyor. Sizin o rahmetten istifadeniz, kâfirlerin istifadesi gibi azabın âhirete bırakılması suretinde olmamalıdır. Ondan istifade ettikten sonra semalara doğru uçabilmek için O’nun ateşinde yanmak ve İslam’a sımsıkı sarılmak suretinde olmalıdır. O’na döndükten sonra başka tarafa dönmektense kalbini kökünden koparıp atmak suretinde olmalıdır. Sizin o rahmetten istifadeniz kâfirin istifadesi gibi olursa, Allah muhafaza buyursun, akıbetiniz de kâfirin akıbetinden farklı olmayacaktır.
Dikkat edin! Bulunduğumuz zemin, sahabenin Resûlullah’tan istifade ettiği zemindir. Ancak sahabe gibi istifade etmedikten sonra bizim için kurtuluş söz konusu olamaz. Sahabe gibi istifade edeceğiz Resûlullah’tan. O’na bağlanacağız, sımsıkı sarılacağız…
Gönüllere O hâkim, bütün duygulara O hâkim, kafalara O hâkim, kalblere O hâkim, fertlere O hâkim, evlere O hâkim, muhite O hâkim olacak. Zaten O’dur kalblerin sultanı, kafaların terbiyecisi, ruhların tezkiyecisi, temizleyicisi ve insanlığın önderi, rehberi, çobanı. O’nun götürdüğü yere gitmeli ve O’nun şefaatine mazhar olmalıyız. Kusurluyuz, Allah taksiratımızı affetsin.
Âmîn.
10 Kasım 1967, Kestanepazarı
82 el-Heysemî, Mecmeu’z-zevâid 9/24.