49. Dünyaya Karşı Boyun Eğmeme

وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْـيَآ اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۘ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

“Bu dünya hayatı dünyaya bakan yüzüyle ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût Sûresi, 29/64)

Muhterem Müslümanlar!

Kalb cesedin rağmına gelişir. Ceset kalbin aleyhinde büyür. Cisimle ruh birbirine zıt şeylerdir. Birine haddinden fazla gösterilen ihtimam, diğerinin aleyhinde işleyecek, insanın iki yönden de mükemmel yetişmesine engel olacaktır. Biz hem cesedi hem de ruhu varlığımızda, mahiyetimizde taşıyan insanlar olarak davranışlarımızı Din-i Mübin-i İslam’ın bize emrettiği gibi yapar ve her ikisine karşı da vazifelerimizi yerine getirirsek denge içinde yaşama imkânı buluruz. Ne cesedimizin ne de ruhumuzun ihmal edilmesi bizim için bahis mevzuudur. Ama bunlardan bir tanesini tercih edip diğerini kısmen de olsa unuttuğumuz zaman hayat muvazenemiz bozulacak; telafisi mümkün olmayan hatalara düşecek ve belimizi doğrultamayacağız.

Bu husustaki ölçüyü bize dinimiz getiriyor. Nasıl ki vücudumuza bakmakla mükellefiz, onu hayatta tutmak için ne gerekiyorsa yapmalıyız; öyle de dünya ve âhiretin yükünü omuzlarında taşıyan ruhumuzun ve kalbimizin de ihtimama ve özene ihtiyacı vardır. Kalbini ve ruhunu ihmal etmiş bir insanın âhirette mesut olması düşünülemez. Lütf-i ilahî olarak cennete girse, oradaki bir kısım nimetlerden faydalansa bile her türlü harika zevkten ve nimetten istifade edemeyecektir. Onun içindir ki kâmil müminler daima varlıklarını dinlerine, vatanlarına sarf etmek suretiyle varlık içinde yokluk çekmişlerdir.

En büyük insanlar, dünya nimetlerine tenezzül etmeyen, dünya karşısında iki büklüm olmayan, Allah’a ve âhirete ait şeyleri hiçbir zaman dünya karşısında değiştirmeyen kimselerdir. Önemli olan, iradenin hakkını vermek, nefsin esaretine düşmemek, beşerî hırs ve kaprislerin altında ezilip kalmamaktır.

Devrinin en büyük âlimlerinden Süfyân-ı Sevrî, Harun Reşit’in en yakın arkadaşıdır. Arkadaşı hükümdar olduğunda ondan istifade etme ve rahatlıkla ona bazı isteklerini kabul ettirebilme imkânı doğar. Aksine o, hükûmet adamlarıyla, hususiyle de başlarındaki Harun Reşit’le alâkasını keser. Harun Reşit’ten gelen mektuplara elini dahi sürmez. Cevabî bir mektup için ikinci bir kâğıdı dahi kullanmaz, mektubun arkasına yazar. Ve arkadaşı Harun Reşit’i sert bir dille: “Milletin parasıyla aldığın kâğıda mektup yazıyor, onlara zulmediyorsun. Bir de beni zulmüne ortak yapmak istiyorsun. Allah bunu sana sorunca ne cevap vereceksin?” şeklinde tenkit eder.

Yine Harun Reşit bir gün Fudayl b. İyaz’ın kapısına gelir.

Bu zat, Tebe-i Tâbiin döneminde yaşamış, Ebû Hanife’yle aynı zamanı paylaşmış, mana âleminin yıldızlarındandır. Paraya pula temenna etmeyen, dünya ve içindeki her şeyi ellerinin tersiyle iten, hadis, tefsir, fıkıh gibi dini ilimlerde uzman bir kişidir.

Harun Reşit ziyaretinize geldi.” derler. Fudayl b. Iyaz: “Rabbime ibadet ettiğim şu dakikalarda Harun Reşit’le konuşacak bir meselem yoktur benim.” der ve kapıyı açmaz devlet reisine.

Bugün var mı bu kadar yürekli bir insan içimizde? Temenna edilecek yerde, her şeyi elinin tersiyle itecek kadar iradesi olan biri var mı? Günümüzün zalimlerine ve münafıklarına mukabele edebilecek, onlardan gelen her şeyi yine onlara iade edecek kimse var mı içimizde? İnşallah içimizde böyle kimseler vardır. Geleceğimizi aydınlatacak böyle nesillerin mevcudiyetine Allah’ın lütfuna itimat ederek inanıyoruz.

Aziz Müslümanlar!

Müslümanlığımız, onu yaşama mevzuundaki irademiz, asrın hâdiselerine karşı mukavemetimiz, bu istikamette verdiğimiz tecrübe ve imtihanlara bağlıdır. Beşer olarak hepimizin içinde dünya nimetlerine karşı bir temayül vardır ve herkes bu açıdan tatmin olmak ister. Fakat şurasını da unutmamak gerekir; bu nimetlere gırtlağına kadar dalan insanların dünyası da âhireti de mahv u perişan olur.

En sıkıntılı anlarda, en canhıraş durumlarda Efendimiz’in yanından ayrılmayan Cibril, bir gün yine O’nun yanında oturuyordu. Bedir’de, Efendimiz’in önünde atını kamçılayıp düşman saflarına saldırırken “Ukdum hayzum” diyerek Resûl-i Ekrem’e can ve cesaret veren Cibril…83 Nebinin yüzü ekşidiği zaman yüzü ekşiyen, güldüğü zaman gülen Cibril…

Rahmetin ve gönüllerdeki hayatın menşei ve temsilcisi…

Vahyin emin meleği…

Allah’ın Resûlü bu candan arkadaşına, tebliğ vazifesindeki yoldaşına, Allah’tan gelen emirlerdeki sırdaşına: “Üç günden beri Nebi’nin evinde bir şey yok ki, yesin!” diyordu. Aylardan beri bir ocak yanmadı bu evde diyor, sırrını ona açıyordu.

Cebrail’e açılan bu sırra Allah nigâhbandı ve Allah’ın emriyle anında İsrafil yere indi. Selam verdi ve “Yâ Muhammed, Rabbinin sana selamı var. Ferman ettiler; melik bir peygamber mi yoksa kul bir peygamber mi olmak istersin?” dedi.

Resûl-i Ekrem, Hira’da baktığı Cebrail’in simasına bir defa daha bakıyordu. O sima ciddi bir dehşet içinde Resûl-i Ekrem’e: “Tevazu yâ Muhammed! Tevazu yâ Muhammed! Tevazu yâ Muhammed!” diyordu. Resûl-i Ekrem iki büklüm oluyor ve hükmünü veriyordu: “Ben, kul bir peygamber olmak istiyorum!”84 Ve biraz evvel istediği şeyi unutuyordu. Çünkü az evvel istenen şey, Zaman ve Mekânın Efendisi’nin âhiret hesabının aleyhinde işleyebilirdi. O, dünyevî isteklerini terk edecek, bu sayede her şeyi bulacak ve başının Makam-ı Mahmud’a ulaştığını hissedecekti. Cebrail bunu tavsiye etmiş, O da bu tavsiyeye uymuştu.

Hayat baştan sona Efendimiz için âdeta bir ‘perhiz’ olarak ilerledi. Efendimiz’den sonra da bu şekilde uzun bir dönem geçti. Dünya karşısında eğilmeyen, madde karşısında çizgisinden vazgeçmeyen kimseler Efendimiz’in emanetine sahip çıktılar, O’nun yolunu terk etmediler.

Bugün, o faziletli insanların arkasında, o emanet uğruna ölüme dahi razı olarak bir araya gelen insanlar, Efendimiz’in emanetine sahip çıkıldığını gösteriyor.

Muhterem Müslümanlar!

Allah Resûlü’nün izinden giden bu şerefli neslimize, garipler kervanına, âhir zamanda sahabinin vazifesini yüklenecek bu kutsi topluluğa büyük insanların tavsiyesini bir kere de ben hatırlatayım:

Sizi madde ile vurabilirler…

Makam ve mansıpla dize getirebilirler…

Çok ehemmiyetsiz şeylerle sizin aklınızı çelebilir, Allah’ı unutturabilirler…

Sizler, Allah’ın antikaları yani en değerli sanatlarısınız. Hazreti Muhammed’in satın alınamaz ordusunun değerli birer ferdisiniz. Cihan ölçüsünde kıymete sahipsiniz. Ucuz şeyler karşısında yok olmamalısınız. Dine ait bir tek sünnet karşısında bile titreyecek ve onu terk etmektense ölümün bin çeşidini tercih edeceksiniz. Allah sizi böyle görmek istiyor. Resûl-i Ekrem sizi böyle görmek istiyor. Pervasız insanlar sizi böyle görmek istiyor. Dünyaya karşı boyun eğmeyen insanlar böyle görmek istiyor. Sizi, dünya sevgisi kalbine girmemiş insanlar olarak görmek istiyor.

Allah, bizleri payidar kılacak bu yolda duygu ve düşüncelerimize fer versin. Bizi ayakta tutsun. İslam davası uğrunda bizleri daim, kaim ve muvaffak eylesin.

Âmîn.

12 Ekim 1979, Merkez Camii, Bornova-İzmir


83 Müslim, cihâd 58.

84 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/231; Ebû Ya’lâ, Müsned, 10/491.

-+=
Scroll to Top