5. Âhiret Endişesi

يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُوٓا اَنْـفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا ٓمَلٰئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللهَ مَآ اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan o müthiş ateşten koruyun. Onun başında kaba yapılı, sert ve şiddetli melekler olup onlar asla Allah’a isyan etmez ve kendilerine verilen bütün emirleri tam yerine getirirler.” (Tahrîm Sûresi, 66/6)

Muhterem Müslümanlar!

İnsanın varoluş hikmeti, onun yaratılışının en büyük gayesi, Cenab-ı Hakk’ı tanımasıdır. Bu tanımanın kazancı ise onun azaptan kurtulup nimetlerle serfiraz olmasıdır. İnsan için önemli meselelerden biri, Cehennem azabından kurtulma; diğeri ise Cennet nimetleriyle buluşmadır.

Cehennem’in ve azabının hafife alındığı devirlerden biri olan içinde bulunduğumuz asır, bu husus üzerinde daha hassasiyetle durmaya bizi sevk ediyor. Kâinat sel halinde, cenneti veya cehennemi netice vermek üzere akıp gitmekte, bu sel ötede iki havuzda toplanmaktadır. İman edip salih amel işleyenler, hidayet üzere olup ebedî saadeti elde edecekleri cennet havuzuna; imansızlar ise şekavet üzere olup edebî hüsran yaşayacakları cehennem havuzuna akacaklar.

Cenab-ı Hak, hutbenin girişinde okuduğumuz âyet-i kerimede imanlı kimseleri cehennem azabına karşı uyarmaktadır. Onları, imanlarını amelle payandalayıp sağlamlaştırmak suretiyle Cehennem’den korunmaları konusunda ikaz etmektedir.

Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) de sık sık insanları bu konuda uyarıyordu. Peygamberlik misyonunun ana yörüngesi de buydu: marifet-i Sâni’i kazandırmak, Yüce Yaratıcı’yı tanıtmak suretiyle insanları Cehennem’den uzak tutmak ve Cennet’e giden yollara sevk etmek.

Ne var ki pek çoğu O’nu dinlemedi; pervanelerin ateşe atıldığı gibi Cehenennem’e atıldı ve kendilerini yaktı. Resûlullah, bu durumu anlatırken şu ifadeleri kullanır:

إنَّمَا مَثَلِي وَمَثَلُ أُمَّتِي كَمَثَلِ رَجُلٍ اِسْتَوْقَدَ نَاراً فَجَعَلَتِ الدَّوَابُّ وَالْفَرَاشُ يَقَعْنَ فِيهِ فَأَنَا آخِذٌ بِحُجَزِكُمْ وَأَنْتُمْ تَقَحَّمُونَ فِيهِ

“Benim ve ümmetimin durumu şuna benzer: Bir adam gece vakti ateş yakar. Haşerat ve pervaneler ateşe düşmeye başlarlar. Adam ise onları sakındırmaya çalışır. İşte ben de ateşe girmemeniz için eteklerinizden tutup sizi çekiyorum ama siz körükörüne ateşe atlıyorsunuz.”6

Pek çokları dinlemedi, kendilerini ateşe attılar.

Efendimiz’in bu tavrını ailevî münasebetlerinde de görürüz. Onları sever, mürüvvetle hareket eder, dikkat nazarlarını üzerine toplar ve sonra da bu nazarları Hakk’a çevirir, marifet-i ilahiyeye tevcih ederdi. Cennetin bağlarına, ırmaklarına çevirir; onları cehenneme perde yapardı.

Zira Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem), onları nasıl seviyor idiyse aynen öyle de âkıbetlerinden endişe ediyordu. Ya benim ailem, çocuklarım Cehennem’e giderse ya Allah onlara azap ederse… Bu endişeyi taşıdığı için hata işleyip günaha girmesinler diye dünyaya bulaşmamaları adına gerektiğinde karşılarına çıkıyor, kollarını açıp onlara ‘Geçemezsiniz!’ diyordu.

Hazreti Ali, Fatıma ile evlendiğinde çok da kıymetli olmayan kalkanını satmış ve mehir olarak vermişti. Çünkü dünya malı namına sadece bir kalkanı vardı ve onunla dünya evine giriyordu. O kadar imkânları yok idi ki bu kalkandan arta kalan kısmıyla da düğün yemeği verilecekti. Kutsi bir yuva kurulurken sarf edilen ancak bundan ibaretti.

Resûlullah’ın azatlı kölesi Sevban anlatıyor: “(Bir seferinde) Binti Hubeyre elinde bileziklerle Resûl-i Ekrem’in yanına (sallallâhu aleyhi ve sellem) giriverdi. Yüzükleri görünce Resûlullah, Binti Hubeyre’nin ellerine sopayla dokunmaya başladı ve ‘Allah’ın, eline ateşten yüzük takması hoşuna gider mi?’ diye sordu. Binti Hubeyre olanları anlatmak için kalktı, Fatıma’nın yanına geldi. (Biraz sonra da) Resûlullah içeri girdi. Hazreti Fatıma boynundaki zinciri çıkararak ‘Bunu Hasan’ın babası (Hazreti Ali) hediye etti.’ dedi. Bunun üzerine Resûlullah birden kaşlarını çattı ve şöyle dedi: ‘İnsanların senin hakkında, ‘Resûllullah’ın kızının elinde ateşten bir zincir var!’ demeleri hoşuna gider mi?’ Bunları söyledi ve oturmadan çıktı. Hazreti Fatıma beyninden vurulmuşa döndü. Hemen o zinciri götürüp sattı, parasıyla bir köleyi özgürlüğüne kavuşturdu. Daha sonra Fatıma’nın yaptıklarını haber alınca Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: ‘Hamd ederim o Allah’a ki kızım Fatıma’yı ateşten korudu!’7

Nebiler nebisi, ateşe sürükleyen şeyler karşısında son derece titizdi. Bu sebeple bir bakıma onları dünya nimetlerinden mahrum ediyordu. Aza kanaat edin, sermayenizi bu dünyada yiyip bitirmeyin, oraya her şeyini kaybetmiş bir müflis olarak gitmeyin, diyordu. İşte dünya adına sahip olunan tek şey olan kalkanın satılıp düğün masraflarına harcanması ve eldeki bir altın zincir karşısında gösterilen tavır hep bu duygu ve bu düşüncenin eseriydi. Bunların altında; Allah’ı tanımanın, âhirete imanın, peygamberliğin, azaptan korkmanın, cenneti ummanın manası yatıyordu.

Bir başka olayı da Hazreti Ali nakletmiştir. O hanenin efendisi olan Hazreti Ali. Allah, adı gibi şanını da yüce etsin, şefaatlerine bizleri mazhar eylesin inşallah. Ehlibeyt’e muhabbet yani Peygamber’in akrabalarını sevmek imandandır. Allah, Ali’yi bizlere sevdirsin. O, şöyle anlatıyor: “Fatıma, buğdayı el değirmeninde çeker, kullanacağımız suyu da bizzat omzunda taşıyarak getirirdi. Değirmende un öğütmekten elleri, su taşımaktan omuzları nasır bağlamış, temizlik ve evin diğer işlerinden dolayı üstü başı toz toprak içerisinde kalmıştı. Hâlbuki Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) köleler geliyor, O da onları sağa sola dağıtıyor, herkesi memnun etmeye çalışıyordu. Bir gün yine böyle köleler getirilmişti. Ben, Fatıma’yı ikna ettim ve: ‘Git babana söyle, sana da bir hizmetçi versin, ne olacak senin bu hâlin böyle. Sabahtan akşama kadar hiç durmadan çalışıyorsun?’ dedim.

Fatıma, babasının yanına gitti, ancak Resûlullah’ın yanında oturan insanlardan hicap ettiği için hiçbir şey diyemeden geri döndü. Kızının bir maksada binaen geldiğini anlayan Allah Resûlü, bir müddet sonra evimize çıkageldi. Fatıma utancından yine meseleyi anlatamadı. Bunun üzerine ben, onun durumunu anlatarak, ‘Ya Resûlallah, size gelen esirlerden bir hizmetçi de bize verseniz?’ dedim. Allah Resûlü, bu istekten memnun olmadı. Kaşlarını çatarak şöyle buyurdu: ‘Kızım, ben Medine fakirlerinin hakkını size dağıtamam. Ancak daha hayırlısını size söyleyeyim mi? Değirmen taşını kendin çevir, suyunu kendin taşı, evini kendin süpür, ancak yatağa geldiğinizde ellerinizi açın, 33 defa sübhanallah, 33 defa elhamdülillah, 34 defa Allahuekber deyin. İşte bu, benden istediğiniz şeyden daha hayırlıdır.’”8

Yani Resûl-i Ekrem şunu kastediyordu: “Sizin istediğiniz şey fâni dünya hayatına, onun rahat ve rehavetine bakıyor. Siz benden, dünya hayatında mesut olacağınız şeyleri istiyorsunuz. Hâlbuki ben sizin âhirette mesut olmanızı istiyorum.”

Resûl-i Ekrem, o engin şefkat ve merhameti içinde sürekli âhiret adına endişe duyuyor; âhirete ait semerelerin bu dünyada yenilip bitirilmesinden çok korkuyordu. Müminlerin, amellerinin karşılığının büyük kısmını âhirete bırakmaları lazım geldiğini onlara hatırlatıyor ve bu işe yine kendi ailesinden başlıyordu. O, işte böyle bir aile reisiydi.

Bazen rahmet dolu bulutlar gibi olur, yüzünü ekşitir, kaşlarını çatardı. Ancak bu durum, aynı zamanda rahmet yağmurlarının müjdecisi gibiydi. Yağmur yağacak, etrafı sulayacak ve âhiret hesabına bir gülşen olacaktır. Bazen de tebessüm eder, onları bağrına basar, iltifatlar ederdi. Onlar da bunu kaybedeceklerinden endişe duyar, harfiyen O’nu dinlerlerdi. Bu iki durum da bir hane reisinde bulunması icap eden şeylerdendir.

O (sallallâhu aleyhi ve sellem), Cenab-ı Allah’ın;

لَقَدْ كَانَ لَـكُمْ ف۪ى رَسُولِ اللهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَـرْجُوا اللهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللهَ كَث۪يراً

“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb Sûresi, 33/21) diye bize takdim ettiği, en mükemmel örnek, ders alınacak en mükemmel zattı. Allah, bizleri Habîb-i Edîb’inden ders almaya muvaffak kılsın, O’nun yolunda kâim ve daim eylesin.

Âmîn.

3 Ekim 1975, Merkez Camii, Bornova-İzmir


6 Buhârî, enbiyâ 40; Müslim, fezâil 17-19.

7 Nesâî, zînet 39; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/278-279.

8 Buhârî, farzu’l-humus 6; daavât 11; Müslim, zikr 80.

-+=
Scroll to Top