8. Müminin Dayanak Noktaları

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى

“İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez.” (Necm Sûresi, 53/39)

Muhterem Müslümanlar!

Her meselenin bir nazarî bir de amelî yönü vardır. Nazarî yönünde, anlatılan şeye inanmaya çalışırız. Safî, temiz inancımıza mâni olan hususları bertaraf etmeye, kanaatimizi dupduru bir hâle getirmeye gayret ederiz. Bu kanaatimizi mücerret, zayıf ve temelsiz bırakmamak için amellerimizle işin imdadına koşarız. Nazarî meseleler amelî olarak desteklenmezse zayıf kalır, kısa ömürlü olur, çabucak söner gider.

Allah’a inandığınızı mı söylüyorsunuz?.. Bunu sağlamlaştırmak ve pekiştirmek için yüzünüzün mütemadiyen Mevla-yı Müteâl’in kapısının eşiğinde olması gerekir. İnancınızla ilgili kanaatinizin solmaması, itikadınızın ölmemesi, iç âleminizin sönmemesi için buna zaruret vardır.

Resûlullah’a mı inanıyorsunuz?.. Hakkında destanlar yazacak kadar O’na inansanız, fakat O’nun sünnetini kendinize rehber etmeseniz, o yolda bir müddet yürüseniz dahi bir gün inhiraf eder, yolundan ayrılır gidersiniz. Resûl-i Ekrem’e olan inancınız ve bağlılığınız, sünnet-i seniyesine ittiba ile olacaktır. O’nun arkasından ayrılmayacak, sünnetlerini terk etmeyecek, imam olduğunu bir an dahi hatırdan çıkarmayacaksınız.

Öldükten sonra dirilmeye mi inanıyorsunuz?.. Delillerle, burhanlarla bu meseleyi takviye ettikten, aksine ihtimalleri kalpten ve kafadan silip attıktan sonra şayet amelle meselenin imdadına koşmaz iseniz bu dahi uzun ömürlü olmaz, silinir gider. İşte bu büyük nazarî hakikatin dahi amelî bir yönü vardır ve o hakikat, bu amelî yönüne dayanarak yaşayacaktır. Haşre, öldükten sonra tekrar dirilmeye dair inancı takviye edip güçlendirecek olan şey, yapılacak salih amellerdir. Kur’ân, sık sık iman-amel beraberliğinden bahseder. İmanın ardından hemen amele vurgu yaparak bu ikisinin birbirinden ayrı olamayacağını salıklar:

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓى اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ ۝ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ ۝ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ

“Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık. Sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük. Ancak iman edip salih amel işleyenler müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen bir mükafat vardır.” (Tîn Sûresi, 95/4-6)

Görülüyor ki, küfür ve dalalet gayyalarından kurtulup yüzünü Cenab-ı Hakk’a dönen bir insanın imandan sonra salih amel yapması şart koşulmaktadır.

Mümin, salih amelle cehennemden kurtulur, cenneti kazanır.

Salih amelle, kıyametin dehşet veren manzaralarından korunur.

Salih amelle, kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe hâline getirir.

Onlarca âyât-ı beyyinât bu husustaki birinci hükmü anlatmaktadır.

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى

“İnsana amelinden başka ne vardır?!”

Öyleyse siz, bütün kanaatlerinizi amelî durumla takviye etme mecburiyetinde olduğunuza inanacaksınız.

Allah’a imanınız amelle takviye edilecek,

Resûlullah’a imanınız, sünnet-i seniyesine ittiba ile takviye edilecek,

Öldükten sonra dirilmeye olan inancınız salih amel sayesinde devam edecektir.

Bu rehberi, bu kaideyi, bu esası ve bu rüknü bırakmayacaksınız. Birinci rüknünüz olarak bunlara sarılacaksınız.

Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Mescide, Resûl-i Ekrem’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) görmeye bir kadın gelmişti. Allah Resûlü’nün meşgul olduğunu görünce kadının derdini ben dinledim. Kadın şöyle dedi: ‘Ben bir hata işledim ve zina ettim. Bu zinadan bir çocuk dünyaya geldi. Bu ayıbımı örtmek için çocuğun da canına kıydım. Benim için bir kurtuluş, bir çıkış yolu var mıdır?’

Ben, kadının bu sözlerinden çok memnun olmadığımı ifade ettim. Ona, Resûl-i Ekrem’in huzuruna böyle çıkmasının uygun olmayacağını da anlattım. Sonra namaz kıldık. O da bir tarafta kırık kalbiyle, mahzun gönlüyle namazını kıldı. Namazdan sonra Resûl-i Ekrem’in yanına sokuldum ve, ‘Ya Resûlallah! Bir zâniye, bir kâtile, peş peşe günahlar işlemiş bir mücrim geldi. Zina etmiş ve sonra doğan çocuğu da öldürmüş. Ben de ona, ‘Hiç bu hâlinle Resûl-i Ekrem’in yanına gelme!’ dedim.

Allah Resûlü buyurdu ki: “Bi’se mâ kulte yâ Ebâ Hüreyre!” yani “Ne fena söz söyledin ey Ebû Hüreyre! Bilmiyor musun, Kur’ân, senin bu söylediğin günahları saydıktan sonra der ki;

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُوٓلٰئِكَ يُـبَدِّلُ اللهُ سَيِّــٔاَتِهِمْ حَسَنَاتٍۘ وَكَانَ اللهُ غَفُوراً رَح۪يماً

“Günah işleyen kimse ancak tevbe eder, Allah’a tüm kalbiyle teveccüh eder, iman eder, salih amel yaparsa Allah, onun sonsuz şer kabiliyetini hayır kabiliyetine çevirir. Amel defterindeki seyyiatı hasenâta dönüştürür. En kötü, en mücrim insanı, en masum, en saf hâle getirir…’”(Furkân Sûresi, 25/70)

Hemen yerimden fırladığım gibi kadının yanına koştum. Resûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dediklerini ona söyledim. Kadın, bir ‘Hey!’ çekti ve secdeye kapandı. Anladım ki Allah’a rücu edip tövbe ediyordu.”

Bir başka rivayette şu anlatılır:

“Allah Resûlü bir gün mescitte oturuyordu. O sırada son derece yaşlı, ayakları, vücudunu taşımakta zorlanan, ihtiyarlıktan artık kirpikleri dökülmüş, görmekte güçlük çeken biri içeri girdi. Dizlerini, Resûlullah’ın dizlerine dayayıp oturdu ve şöyle dedi:

يَا رَسُولَ اللهِ، رَجُلٌ غَدَرَ وَفَجَرَ، وَلَمْ يَدَعْ حَاجَةً وَلَا دَاجَةً إِلَّا اقْتَطَعَهَا بِيَمِينِهِ، فَهَلْ لَهُ مِنْ تَوْبَةٍ؟

“Gadretmiş, fısk u fücur yapmış, günah işlemiş, işi bitmiş bir yaşlı için tevbe var mıdır, ey Allah’ın Resûlü!”

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem): Sen, ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah’ diyor musun?” diye sordu. Adam, içinden gele gele kelime-i şehadet getirdi. Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Allah senin fücurunu da gadrini de her şeyini bağışladı.” buyurdu. Yaşlı adam için gençlik bağışlanmış, kapalı cennet yolu açılmış gibi olmuştu. Sanki ayaklarına ve beline bir zindelik gelmişti. Hemen Allahu Ekber deyip gözden kayboluncuya kadar tekbir getirmeye devam etti.”11

Hakk’ın kapısına dönecek, kalbini düzeltecek, imanına salih amelini ekleyecek, Rabbin kapısında sağlam bir kullukla devam edeceksin. Kanaatlerin bu sayede kuvvet kazanacak. Haşir akidesine sağlam bir şekilde inanacak ve onunla hayatını tanzim etme imkânını elde edeceksin.

İlk esas iman ve salih amel…

İkinci olarak;

Rahmet-i ilahiye hem ilk hem de en son sığınağımız, dayanağımız, kurtuluş ümidimizdir. Ondan başka kuvvetle ümit bağladığımız hiçbir şey yoktur. Mevla-yı Müteâl, bizi, nazarlarımızı, hissiyatımızı, içimize inşirah hâsıl eden bu ilahî ufka çekiyor, rahmetini nazara veriyor. Rahmet-i ilahiyeyle haşirde kurtulacak, rahmet-i ilahiyeyle kabir koridorunu geçecek, rahmet-i ilâhiyeyle hesap cenderesinden çıkacak, rahmet-i ilahiyeyle Cennet’e vâsıl olacak ve yine rahmet-i ilahiyeyle Cehennem’den masûn ve mahfuz kalacağız inşallah.

أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي وَأَنَا مَعَهُ إِذَا ذَكَرَنِي

“Kulum beni nasıl zannediyorsa ben öyleyim. Beni nerede, nasıl anarsa öyle tecelli ederim. Kulum beni zannettiği gibi bulur.”12

Resûl-i Ekrem tatlı bir tabloda anlatıyor:

Bir kulun hesabı görülmektedir; defteri dürülür ve وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُۤوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَراً “Cehenneme sevk edilen kâfirler…” (Zümer Sûresi, 39/71) güruhu arasında yerini alır… وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ “Bacakların birbirine dolandığı zaman, işte o gün sevk ediliş, Rabbinedir.” (Kıyâmet Sûresi, 75/29) âyetiyle ifade edilen dehşetli bir manzara içinde ayakları birbirine dolana dolana cehenneme doğru sevk olunur. Bir aralık dönüp de hesabın görüldüğü yere doğru bakar. Rahim ve Rahman olan Allah sorar. Rahmaniyet ve Rahimiyetiyle hazırladığı Cennet’ten mahrum kalan bu zatın bakışına bakar da sorar. “Sorun bakalım kuluma, niçin geriye baktı?” Melekler: “Niçin dönüp de hesap mahalline baktın?” deyince kul şöyle cevap verir: “Ben Rabbim hakkında böyle düşünmüyordum. Ben öyle düşünüyordum ki ne kadar günahla gelmiş olursam olayım, haydi seni affettim, desin beni Cennet’ine koysun…”

Rahmet ihtizaza gelir. Allah ferman eder: “Kulumun yüzünü Cennet’e çevirin.” Biraz evvel ayakları birbirine dolanarak yürüyen kul, “Cennete sevk edilirler…” âyetiyle anlatılan zümre arasına girer ve Cennet’e sevk olunur.

Rahmet-i ilahiyeden ümit edelim ki o kul biz olalım. O kadar cürmümüze rağmen Cenab-ı Hak bizi de bağışlasın, iyi insanlar içinde, salihler arasında bu bendelerini de Cennet’ine koysun.

Müminin en mühim dayanağı, en kuvvetli nokta-i istinadı Cenab-ı Hakk’ın rahmetidir. Bu rahmetten zerre kadar ümidinizi kesmeyiniz. Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden ancak kâfirler ümidini keser. Cürmünüze bakmadan gönlünüzü Allah’a verin. Cenab-ı Hakk’a çok itimat edin. Sizi mahşerin dehşetinden, Cehennem’in dehşetinden kurtaracağına itimad edin ve Cennet’e koyacağına sağlam bir imanla iman edin.

Üçüncü nokta-i istinadınız tövbe olsun…

Mevla’ya rücûunuz, O’na dönüşünüz olsun…

Bin türlü günah işledikten sonra yeniden O’na dönme duygusu ve düşüncesi içinizden silinmesin. Yolun neresinde olursanız olunuz; günahlarınız hangi seviyeye varırsa varsın, isyanlar sizi nasıl esir alırsa alsın şunu biliniz ki; günahlarınız ve isyanlarınız O’nun gufran deryası içinde bir köpük parçasından ibarettir.

Her şeyin bittiği ve tükendiği yerde “Ey Rabbim!” dediğiniz an, O’nun, içinize inşirah hâsıl edecek mübarek “Lebbeyk!” sesini duyacağınıza itimat edin.

Kapısının tokmağına dokunduğunuz an sizi bağışlayacağına itimat edin.

Tevbe duygu ve düşüncesini hayat yolunun hiçbir noktasında aklınızdan çıkarmayın.

Ebediyete uzanan bu yolda önünüze çıkacak pek çok gaile, pek çok dehşet salıcı manzara olacaktır. Cennet’te, Rabbinizin cemalini göreceğiniz âna kadar o kadar korkunç şeylerle karşı karşıya kalacaksınız ki tevbeniz, bütün bunlar karşısında sizin için bir rehber olacaktır. Hayatınızın belli safhalarında, günah işledikten sonra O’na dönmenizi ifade eden Tübtü ilallah” yani “Allah’a tevbe ettim, O’na yöneldim.” sözleriniz karşınıza çıkacak ve bu karanlık yolda size ışık tutacaktır. Böylece her vadide nebilerin soluklarını duyacak, kendinizi yalnız hissetmeyeceksiniz:

Âdem hata işledi. Cibilliyet-i beşeriyede (insanın tabiatında) vardı hata işlemek. Ama peygamber fetaneti ne yaptı?..

قَالَا رَبَّـنَا ظَلَمْنَآ اَنْـفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَـنَا وَتَـرْحَمْنَا لَـنَـكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

“Rabbimiz, nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, merhametinle muamelede bulunmazsan hüsranda olacağız.” (A’râf Sûresi, 7/23)

Âdem, bamteline dokunmuştu… Gufranın kapısını güzel çalmıştı… Rahmete iltica etmesini güzel bilmişti… O, Allah’ın Tevvâb (tevbeleri çokça kabul eden) ve Rahîm olduğunu görmüş, nübüvvetin yüksek payesine yeniden yükselmiş ve kendisinden istenen vazifeyi yapmıştı.

Kelîmullah olan Hazreti Musa, kavgayı ayırırken hata ile bir darbe ile birisini öldürdükten sonra,

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ى ظَلَمْتُ نَفْس۪ى فَاغْفِرْ ل۪ى

“Rabbim, nefsime zulmettim, günah işledim. Beni mağfiret et.” (Kasas Sûresi, 28/16) diyordu. Beni mağfiret et, diyen Hazreti Musa’ya “feğafera leh” “Onu bağışladı.” hitabı yetişiyor, mağfiret ettiğini ifade ediyordu.

Kalbini bir mızrap hâline getiren ve sinesinde bin insanın ızdırabını taşıyan Hazreti Davud,

وَظَنَّ دَاوُدُ اَنَّمَا فَـتَـنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ

Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.” (Sâd Sûresi, 38/24) âyetinde anlatıldığı üzere Allah’ın, kendisini imtihan ettiğini anlamış; istiğfar etmiş ve secdeye kapanmıştı. Cenab-ı Hak da onu mağfiret buyurmuş ve nübüvvet pâyesiyle yeniden serfiraz kılmıştı.

Hazreti Süleyman fağfirlî-beni bağışla” deyince Cenab-ı Hak, seni de mağfiret ettim, diye ferman etmişti.

Tarihin hangi vadisinde olursa olsun, sözü sohbeti, havası edası yerinde, kâmet-i bâlâsı mükemmel binlerce insan binlerce vadide, “Rabbim!” dediği an imdatlarına koşulmuş; “Festecâbe” ferman-i sübhânîsi ile onlara mukabelede bulunulmuş, günahları mağfiret olunmuş ve eski pâyeleriyle yeniden serfiraz edilmişlerdi.

Bütün bunlardan şunu anlıyoruz ki beşer nerede, ne zaman, ne yaparsa yapsın, yeter ki bütün kalbiyle yeniden Mevla’ya dönsün. Tıpkı bir ekin gibi eğildiği yerden tekrar doğrulsun… Doğrulsun ve Mevla’ya teveccüh etsin. Çamura düştüğünde üstünü başını silsin, yeniden huzur-u Kibriya’ya doğru koşsun. O, Rabbini daima Gafûr ve Rahîm olarak karşısında bulacaktır.

Asrımızın günahkâr Müslümanları, Cenab-ı Hakk’ın bu engin rahmetinden ümitlerini kesmesin. Cenab-ı Hak, dünyevî hayatlarını mamur edeceği gibi bu sayede uhrevî hayatlarını da mamur edecektir. Dünyada da âhirette de onları mesut ve bahtiyar kılacak, nebilerin arkasında haşr u neşr edecektir.

Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bizleri yolunda kararlı ve devamlı olan kullarından eylesin. Her türlü dehşetten kurtulmamızın vesilesi olan salih amelleri yapmaya, tevbe ile serfiraz olmaya ve rahmete bel bağlamaya bizleri muvaffak eylesin.

Âmîn.

17 Şubat 1978, Merkez Camii, Bornova-İzmir


11 et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 7/132; el-Heysemî, Mecmau’z-zevâid 1/31.

12 Buhârî, tevhid 15, 35; Müslim, zikir 2, 19, tevbe 1.

-+=
Scroll to Top