Allah çok insanlara, araba, apartman, mal, mülk, itibar, arkadaş, şan, şöhret vermiş. Bazı insanlara da fakirlik, dert, musibet, elem, keder vermiş; sonraki insanlar çok mu kötü, yoksa Allah öbürlerini çok mu seviyor?
Böyle bir soru, ancak öğrenmek maksadı ile sorulabilir. Yoksa başka türlü günaha girilmiş olur. Esasen, içinde böyle bir derdi olan insanın da, bunu sorması lâzımdır.
Allah (celle celâluhu) dilediğine at, araba, han, hamam, taksi, apartman verir; dilediğine de fakr u zaruret. Fakat, bütün bunlarda, aile ve saireden gelen bazı sebepler de inkâr edilmemelidir. Meselâ, bir insanın mal kazanma dirayet ve kiyasetini inkâr etmek mümkün olmadığı gibi, kendi devrinin şartları içinde kazanma yollarını bilmesi de, kazanç sebebi olması bakımından inkâr edilemez. Bununla beraber Allah (celle celâluhu), bazı kimseler, liyakat izhar ettiği halde, yine onlara mal-menal vermiyor. Mamafih, zayıf bir hadis-i şerifte; Allah’ın, malı istediğine, ilmi ise isteyene verdiği ifade edilmektedir ki, mevzuumuz itibarıyla oldukça mânidardır…
Bir de, mal-mülk mutlaka hayır sayılmamalıdır. Evet, bazen Allah (celle celâluhu) mal-menal, dünyevî huzur ve saadet isteyenlere istediklerini verir; bazen de vermez. Ama, Allah’ın (celle celâluhu) hem vermesi, hem de vermemesi hayırlıdır. Zira, sen iyi bir insan ve verileni de yerinde kullanacak isen, senin için hayırlıdır. İyi bir insan değil ve istikametten de ayrılmış isen, Allah’ın vermesi de vermemesi de senin için hayırlı değildir.
Evet, istikametin yoksa, fakirlik senin için küfre bir vesiledir. Çünkü, seni Allah’a karşı başkaldırmaya sevk eder de, her gün O’na karşı bir isyan bayrağı açarsın. Yine, şayet sen istikamette değilsen; kalbî ve ruhî hayatın da yoksa, senin zenginliğin senin için bir belâ ve musibettir.1
Şimdiye kadar çok kimseler bu imtihanı kaybetmiştir. Nice servet sahibi kimseler vardır ki, servet içinde yüzdükleri hâlde, nankörlüklerinden ötürü, kalblerinde tecellîden en ufak bir parıltı ve aydınlık yoktur.
Binaenaleyh, bunlara Cenâb-ı Hakk’ın mal ve menal vermesi bir istidraçtır; dolayısıyla da sapmalarına bir vesiledir. Ama bunlar, her şeyden evvel ruhî ve kalbî hayatlarını öldürdükleri ve Allah’ın verdiği fıtrî kabiliyetleri çürüttükleri için buna müstahak olmuşlardır.
Bu arada, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadislerini kaydetmek de yerinde olur: “İçinizde öyleleri vardır ki, ellerini kaldırıp Allah’a kasem ettikleri zaman, Allah (celle celâluhu), onların yeminlerini yerine getirir. Ve yeminlerinde hânis kılmaz. Berâ İbn Mâlik onlardan birisidir.”2 Hâlbuki Enes’in kardeşi Berâ’nın ne yiyeceği ne de yatacak bir yeri yoktu, kût-u lâyemûtla yaşıyordu. İşte, Berâ gibi saçı başı karışık, nice pejmürde görünüşlü ve perişan sayılacak kimse vardır ki, onlara büyük insanlar nazarıyla bakılmış ve kalblerinin büyüklüğü, içlerinin aydınlığıyla değerlendirilmişlerdir. Ve işte bunlardır ki, Resûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) diliyle, yemin etseler, Allah’ın (celle celâluhu), yeminlerinde yalan çıkarmayacağı kişiler olarak vasıflandırılmışlardır.
Onun için; müstakillen ne servet, ne de fakirlik bir felâket veya nimet sayılmamalıdır. Belki yerine göre fakirlik, Allah’ın en büyük nimetlerindendir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) iradesiyle fakirliği ihtiyar buyurmuşlardır: “İstemez misin dünya onların olsun, ahiret bizim.”3 Hz. Ömer, dünya servetleri devlet hazinesine aktığı hâlde, bir fakir insan gibi, kût-u lâyemûtla geçinmiş ve fazlasını istememiştir.
Ama öyle fakirlik de vardır ki, -Allah muhafaza buyursun- küfür ve dalâlettir. Meselâ: Yukarıdaki sözler tahkik niyetiyle bir mü’minin ağzından çıkmasaydı da, bir nankörün ağzından çıksaydı, Allah’ın nimetlerine karşı şikâyet eden o kişi kâfir olurdu.
Demek ki, yerine göre fakirlik nimet, yerine göre de devlet. Asıl mesele, kalbde musaddıkın bulunmasıdır. Yani,
Yâ Rabbi, Senden ne gelirse gelsin makbulümdür.
“Hoştur bana Senden gelen,
Şarkî Anadolu’da; “Senden, hem o hoş, hem bu hoş.” derler.
İnsan hil’at da giyse, servet içinde de yüzse, Allah’la beraber olduğu takdirde, Abdülkadir Geylânî gibi, yine ayağı velilerin omzunda ve mübarek başı da Resûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dâmenine dokunacaktır. Ama Allah ile münasebeti yoksa, o fakirin dünyası da hüsran, ahireti de hüsran olacaktır. Keza, Allah ile beraber olmayan zengin, zâhiren dünyada mesut gibi görünse de, neticede ağır bir hüsrana uğrayacaktır.4
1 Bkz.: Teğâbün sûresi, 64/15.
2 Tirmizî, menâkıb 54.
3 Buhârî, tefsîru sûre (66) 2; Müslim, talâk 31.
4 Bkz.: Kasas sûresi, 28/78-84.