DÜNDEN BUGÜNE BATININ İSLÂM’A YAKLAŞIMI
Soru: Ahir zamanda İslâm Batıdan doğacak deniyor. Şu anda görebildiğimiz kadarıyla Batılı İslâm’a sempati ile bakmıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batı dünyası, kadimden bu yana İslâm’a hiçbir zaman sıcak bakmamış ve ona karşı hiç mi hiç alâka duymamıştır. İslâm’ın ilk zuhuru itibarıyla Batı, ona günümüzden daha çok muhtaç idi. Ne var ki, bu karanlık dönemde bütün Batılılar kör bir taassup uğruna, İslâm’a sığınacaklarına, antikiteyi İslâm’ın karşısına çıkarmış ve çok önemli bir fırsatı kaçırmışlardır. Evet, onlar, geçmişteki şanlı ve muhteşem tarihlerine sığınarak, onunla İslâm’a karşı koymuş ve böylece yeni bir düşmanlık süreci başlatmışlardır. Bu önemli yanılmayı ve hüsranı aşağıdaki sebeplerle hulâsa etmek mümkündür:
Her şeyden önce, bu dönemde Hristiyanlık, maksadı aşan bir tavırla İslâm’a karşı olabildiğine mutaassıbâne davranmıştır. Dinler ve mezhepler arasında bir kısım farklılıkların olması ve bu farklılıkların bazı çekişmelere sebep olması tabiî karşılanabilir. Ancak Hristiyanlık, İslâmiyet’e ve Müslümanlara karşı hiçbir zaman itidali koruyamamış ve çok sert tavırlar almıştır. Bu katı taassup sebebiyle de Müslümanlarla Yermük, Mute gibi yerlerde savaşmış.. ve daha sonra da, her fırsatta Müslümanların üzerine Haçlı seferi düzenlemiş ve ne kendi rahat eylemiş ne de başkalarına huzur vermiştir. Hâsılı, Batı insanı, kendisini İslâm’a karşı sürekli olumsuz bir gerilim içinde tutmuş ve neticede bu yüce dine karşı hep kinle, nefretle kapalı kalmıştır.
Bu arada, Müslümanların İslâmiyet’i hakkıyla temsil edememelerini zikredebiliriz. Evet, İslâmiyet ve onun zengin kültürünün insanlar üzerinde iz bırakabilmesi için, Müslümanlar tarafından çok iyi bir şekilde yaşanması ve temsil edilmesi gerekmektedir. İslâmiyet’i Müslümanların şahıslarında tanımaya çalışan Batılı için, bilhassa yakın tarih itibarıyla gördüğü manzara hiç de hoş değildir. Zira bu tali’siz dönemde Müslümanlar fakir, olabildiğine bilgisiz (Müslümana saygısızlık olmasın diye ‘cahil’ diyemiyorum), görgüsüz ve tefrika içinde, hatta gruplar hâlinde birbirini yiyen yığınlar görüntüsü arz etmektedir.
Böyle bir temsil, Batılıya “Müslümanlık, araştırılmaya ve üzerinde durulmaya değer bir din.” mülâhazası veremezdi; vermedi de. Dolayısıyla İslâm’ı temsildeki bu seviyesizlik, Batılının İslâm’a karşı geçmişten tevarüs ettiği o kötü imajı biraz daha pekiştirdi. Bu itibarla da o, dün olduğu gibi, bugün de İslâm’a karşı asla sempati duymadı ve duyamadı. Zaten Hristiyan misyonerler böyle olmasını istedikleri ve şu anda dünya medyası da bunu böyle planladığı için, dünden bugüne devam edegelen olumsuz tavırlar, daha bir şiddet kazanarak sürüp gitti. Batının İslâm’a karşı sempati beslemesi ve ön yargısız olabilmesi, her şeyden önce salim bir mülâhazayla bu meseleye yaklaşmasını gerektirir. Oysa Batı, Müslümanlığa sıcak bakmayı her zaman kendisi için bir kayıp saymış ve sekiz-on asırdan beri devam edegelen düşmanlığından hiçbir zaman taviz vermemiştir.
Devletler platformunda çok geniş bir coğrafyayı içine alacak şekilde İslâmiyet’e karşı bir sempatinin oluşması, hiç şüphesiz zaman isteyen bir mevzudur. Bazı âlimler, ahir zamanda güneşin batıdan doğacağını haber veren hadis-i şerifle İslâm’ın batıdan bir güneş gibi doğuşunu anlamışlardır. Türkiye’de Süleyman Efendi Hazretleri ve talebeleri bu yorumu yaptıkları gibi Bediüzzaman’ın talebelerinin de bu mânâda yorumları söz konusudur. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’da bulunduğu sırada, Mısır Camiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahît Efendi’nin Bediüzzaman’ı ilzam için, Ayasofya Camii’nden çıkıp bir çayhaneye oturulduğunda, diğer âlimlerin de hazır olduğu bir anda ona sorduğu “Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?” şeklindeki sorusuna Üstad’ın; “Avrupa, bir İslâm devletine hamiledir, günün birinde onu doğuracak; Osmanlılar da Avrupa’ya hamiledir, o da (vakti geldiğinde) onu doğuracak.” cevabını vermiştir. Cevap vermiş ve Şeyh Bahît’i hayrete düşürmüştür.
Tabiî ki devletler arası bu türlü istihaleler uzun zaman ister. Bununla birlikte fırsat henüz kaçmış değildir. Bizim hesabımıza bu yüksek idealin gerçekleşebilmesi için henüz yeterli vakit fevt olmuş sayılmaz. Hatta şimdilerde, güneşin batıdan doğuşu, geçmişe nispeten daha güçlü bir ümitle beklenebilir. Zira bugün Batıda; “İsevîyim ama Hz. Muhammed’in de Hz. İsa gibi Allah’ın Resûlü olduğunu kabul ediyorum.” diyenlerin sayısı hiç de az değildir. Ve yine bugün Batı dünyasında, İslâm’ı arayan pek çok aşina gönül ve salim düşünce sahibi mütefekkir ve geniş kitleler vardır.
İşte zikrettiğimiz bütün bu hususlar, zuhur edecek bir fecr-i sadıkın şafak emareleri sayılabilir. Böyle bir atmosferde bize düşen, büyük bir vazife şuuru içinde, kavlî dualarımızın yanında fiilî dualarımızı da en güzel şekilde eda etmek ve bir yarım asır, belki de bir çeyrek asır daha ümit ve sabırla beklemektir. Bekleyelim ve görelim, “Gün doğmadan meşîme-i şeb’den neler doğar.”