MELEKLERİN YARDIMA GELME VAK’ALARININ MAHİYETİ
Soru: Bazı âyet-i kerimelerde anlatılan meleklerin yardıma gelmesini bazıları psikolojik bir faktör gibi algılayıp öyle yorumluyorlar. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Kur’ân-ı Kerim bu hususu Âl-i İmrân sûresinde peşi peşine iki âyet içinde zikreder, konuya girmeden önce bu âyet-i kerimelerin meallerini bilmekte yarar var: “O zaman (Bedir’de) mü’minlere şöyle demiştin: ‘Rabbimiz’in üç bin melek indirmekle yardımda bulunması yetişmez mi size?’ Evet, eğer siz sabreder ve Peygamber’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) itaatsizlikte bulunmazsanız, düşmanlar size saldırsalar bile, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.”1
Bunların ardından da Cenâb-ı Hak: “Allah bu yardımı sırf size bir müjde olsun ve kalbinize güven gelsin diye yaptı.”2 buyurmaktadır.
Bu son âyet-i kerimede Kur’ân, meleklerin inmesini بُشْرٰى yani “müjde” diye ifade ediyor. Demek ki, orada hem bir savaş, hem de bir bayram yaşanacak ve meleklerin katılımıyla semavî bir şehrâyin gerçekleştirilecek… Evet, Allah onları indirmekle mü’minlerin kuvve-i mâneviyelerini takviye etmiş ve iradelerine fer vermiştir.
Âyetlerde meleklerin vasfı olarak zikredilen iki önemli husus göze çarpıyor: Biri; مُنْزَلِينَ yani indirilmiş olmaları, diğeri مُسَوِّمِينَ yani onların nişanlı ve işaretli bulunmalarıdır. Eğer Kur’ân-ı Kerim, sadece مُنْزَلِينَ deseydi, yukarıda bahsedildiği gibi, meleklerin inişi psikolojik bir faktör olarak yorumlanarak, sadece mü’minlerin morallerini takviye adına indirilmiş “sekine” gibi kabul edebilirdi. Onların bir bölümüne ayrıca مُسَوِّمِينَ denmesi, böyle bir yorumu boşa çıkartır. Çünkü onları hiç görmeyen insanlara, onların alâmetlerinden bahsetmenin, nişanlı, işaretli olduklarını söylemenin bir mânâsı yoktur.
Bizim sekine dediğimiz ve belki de çoklarımızın yaşadığı, gönüllerin, kalblerin kendisiyle itminana erdiği şeyle, melekleri ve onların inişini karıştırmamak gerekir. Asr-ı Saadet’ten bu yana, nice vak’alar vardır ki, melekler bazen insan suretinde, bazen kendilerine has keyfiyetle yeryüzüne inmişlerdir. Bazen ruhanîlerle melekler arasında bir iltibas yaşansa da fizikötesi bir kısım varlıkların yeryüzüne inişinde şüphe yoktur.
Ayrıca âyetlerde 3000 ve 5000 melekten bahsediliyor ki, ister Bedir’de ister başka yerde, bir avuç insanı zapturapt altına almak için bu kadar meleğe ihtiyaç yok; 5-10 melek bile onların hakkından gelebilir. Zira Elmalılı Hamdi Yazır’ın ifade ettiği gibi, مَلَكٌ kelimesi, Arapça’da مَلْأَكٌ ’den gelir. Bu ise güç ve kuvvet demektir. Onlardan değil 5-10 tanesi, bir tanesi bile -eğer Allah dilerse- Samanyolu’nu eline alır ve tesbih daneleri gibi çevirebilir.
Bu itibarla da, konuyu ele alırken, 3000-5000 meleğin inişini daha farklı anlamak icap eder. Melekler orada, yeryüzüne bir zafer şöleni için ve kendilerini gören mü’minlere moral takviyesi mülâhazasıyla inmiş olabilecekleri gibi, onlarla aynı şerefi paylaşmak için de inmiş olabilirler.
Meleklerin bizzat kâfirleri öldürmek için indikleri söylenemez. Gerçi bazı yerlerde, meleklerin cismanî açıdan tam temessül ettiğini, eline kılıç-kırbaç alıp savaştığı söylense de bu çok mevsuk değildir. Meselâ, Bedir’de Hz. Cibril’in (aleyhisselâm) Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelip “Siz silahlarınızı çıkarttınız mı? Biz daha çıkartmadık.” demesi de, bu türden bir tebşir ve takviyedir. Bu türlü durumlarda onların da bizimle aynı şartları paylaşmalarından, başları-gözleri toz-duman olmuş olabilir.. sarıkları bozulabilir… vs. Ve bu türlü şeyler, İslâm’ın ilk dönemlerinde birer mucize olarak tecellî etmiş ve bununla Cenâb-ı Hak, “Bu ordu da bozguna uğrarsa, Senin nâm-ı celîlini zikredecek kimse kalmaz!” duasına, meleklerle cevap vermiş: “Rabbin sana darılmadı ve terk etmedi.”3 beyanını bir kere daha bu mübarek yerlerde göstermiştir.
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ahirete irtihalinden sonra da bu türlü şeylerin cereyan etmesi söz konusudur. Meselâ, Kadisiye’de, Yermük’te ve daha başka yerlerde hep o teyit görülmüştür. Hatta Çanakkale’de İngiliz orduları kumandanı Hamilton’un “Sizin ordularınız içinde beyaz atlı, sarıklı insanlar savaşıyordu.” dediği, çokları tarafından bilinen gerçeklerdendir. Murad Hüdavendigar’ın ağabeyi Süleyman Şah, Gelibolu’dan Trakya’ya geçerken şehit olmuş ve daha sonraları Hristiyanların ifadesine göre o, hep orduların önünde, atının üzerinde savaşırken görülmüştür. Hatta üstûre midir, değil midir bilemeyiz; Battal Gazi için de aynı şeyler söylenir.
Günümüzde de yalan söyleyeceklerine ihtimal vermeyeceğimiz sağlam, sika insanlar veya yalan üzerinde ittifak etmesi mümkün olmayan pek çok kimse defaatle gelip, ruhanîleri veya Kanuni’yi, Yavuz’u, Fatih’i, bulundukları mekânların koridorlarında gördüklerini söylemişlerdir. Bunlar, rüyalarda olduğu gibi yakazaten de görülen şeylerdir. Konuyla alâkalı dosyayı kurcalayacak olsak, yüzlerce, birbirini teyit eden müşâhede çıkacaktır ortaya. Demek ki, onlar mü’minlerin başarılarını alkışlamak, âyetin ifadesiyle بُشْرٰى “müjde” vermek için gelip görünüyorlar.
Yalnız, görme meselesi herkes için geçerli değildir. Bedir’den Çanakkale’ye ve günümüze kadar devam eden süreçte, yeryüzüne inen bu ruhanîleri herkes görmemiş veya görememiştir. Nice nezih insanlar vardır ki hiçbir şey görmemiştir; ama bazıları da her zaman görebilmektedir ve bu, bir nasip meselesidir.
Konuyu bağlarken son bir hususa daha temas etmek istiyorum. Bu, çok su götürür bir mevzudur ve suiistimale de açıktır. Bu açıdan da konunun suiistimal edilmesine fırsat verilmemeli ve ona kapı da açılmamalıdır. Bu türlü durumlarda Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) emir ve direktiflerinin her şeyin önüne çıkarılması gerekir. Yoksa arzu, istek ve hevesler gemi azıya alabilir, dolayısıyla da, önü alınamaz inanç kaymalarına fırsat verilmiş olur.
Son bir nokta; meleklerin inmesini psikolojik bir faktör olarak yorumlama, mâneviyata inanmamanın bir göstergesi olsa gerek. Böyleleri her şeyi, cismaniyet çizgisi içinde çözmeye çalışırlar. Hâlbuki Üstad Hazretleri’nin yaklaşımı içinde “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerine inmiştir. Göz ise mânâya karşı kördür.”
1 Âl-i İmrân sûresi, 3/124-125.
2 Âl-i İmrân sûresi, 3/126.
3 Duhâ sûresi, 93/3.