DUANIN, DERMAN OLACAĞI DERTLE MÜNASEBETİ
Soru: Bir hadis-i şerifte, بِسْمِ اللّٰهِ الَّذِي لَا يَضُرُّ مَعَ اسْمِه۪ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Ne yerde, ne gökte adı(nın anılması)yla hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın ismiyle ki, O Semî’ ve Alîm’dir.” diye mealini verebileceğimiz duayı sabah-akşam üç defa okuyan insana hiçbir şeyin zarar veremeyeceği buyruluyor. Bunun sırrı adına neler söylenebilir?
Bu meseleye birkaç açıdan bakabiliriz. Yalnız öncelikle, şu hususun bilinmesinde fayda mülâhaza ediyorum. Bu hadisin ravilerinden olan Eban b. Osman’ın felç olmasından kaynaklandığını zannettiğim vâkıaya dayanarak, genelde “Bu duayı okuyan felç olmaz.” gibi yaygın bir kanaate saplanılmıştır. Bana göre, böyle bir yaklaşım bu hadisin bütün zararlara şamil olan mânâsını, felç hastalığına indirgemek ve daraltmak anlamını taşır. Ne var ki biz, bu hadisi izah ederken, yine de örnek olarak felç hastalığını esas almanın yanında muhtevanın umumî olduğunu vurgulamak istiyoruz.
Felç veya sair hastalıklar, maddî âlemde geçerli olan sebepler çerçevesinde herkese isabet edebilir. Yani kalb rahatsızlığınız vardır, damardaki bir iltihap gider beyninizde bir yeri tıkar ve siz artık vücudunuzun bir tarafını hareket ettiremezsiniz.. yani felç olursunuz. Hadis-i şerifteki فيِ الْأَرْضِ kaydı buna bakar. Bu türlü durumlarda sebepler dünyasında yaşayan insanlar, böylesi hastalıklara sebep olabilecek şeyleri anında, zamanında tespit ettirmeli ve mutlaka tedavi olma cihetine gitmelidirler. Aksine, sebepler dünyasında onlara riayet etmeme, cebrîlik anlamı taşır ki, biz cebrîlikten de i’tizalî düşünceden de fersah fersah uzağız.
Fakat bazı gözü keskin ve kendisine eşyanın perde arkasına muttali olma imkânı bahşedilmiş insanlar olabilir ki; bunlar, bin bir perde ötesinden, sebepler dünyasında yapılacak olan mualecelerin fayda vermeyeceğini müşâhede ederek “Tedaviye gerek yok.” diyebilirler. Ne var ki, bizim gibi sıradan düz insanlar, sebepler dünyasında yaşadığı müddetçe onun kanunlarına riayet etmeye mecbur ve mükelleftir.
Bu türlü hastalıkların bir diğer sebebi de semavîdir ki, hadiste فِي السَّمَاءِ kaydı buna bakar. Yani birdenbire, hiçbir sebep söz konusu olmadan meşîet-i ilâhînin gereği olarak insan felç hastalığına yakalanabilir.
İster öyle, ister böyle her iki durumda da insan, “Müsebbibü’l-Esbab” olan Allah’a sığınmak mecburiyetindedir. Çünkü yapılan tedavilere tesir gücü vermek ve şifayı ihsan etmek, sadece ve sadece Allah’ın elindedir. Hatta insan hissiyatı açısından meseleye baktığımızda, netice itibarıyla Allah’a sığınma daha makul ve daha mantıkîdir. Zira bir şeyin zâhirî sebepler açısından çaresi yoksa, yapılacak tek şey İbrahim Hakkı’nın dediği gibi,
“Nâçar kaldığın yerde,
Soruda bir de bu dua sayesinde insana zarar isabet etmeyeceği hususu soruluyor. Allah Resûlü’nün bu ve buna benzer birçok duası vardır. Şimdi o duaların, derman olacakları dert ile ne gibi bir münasebetleri varsa, bu duanın da, hiçbir şeyin zarar vermemesi adına öyle bir münasebeti vardır. Meselâ; Umame b. Bâhilî, fakirlikten dolayı kendini mescide vermiş bir insandır. Yine bir gün orada boynunu bükmüş, mükedder, mahzun bir şekilde otururken Nebiler Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona sabah namazının bitiminden sonra şu duayı üç defa oku diye talim eder:
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحَزَنِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَلَبَةِ الدَّيْنِ وَقَهْرِ الرِّجَالِ.
Yani “Allahım, tasadan ve hüzünden Sana sığınırım; âcizlikten ve tembellikten de Sana sığınırım; korkaklıktan ve cimrilikten yine Sana sığınırım; borca mağlup olmaktan ve düşmanların kahrından da Sana sığınırım.”
Görüldüğü gibi, burada Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), ikişer maddelik dört esas zikretmektedir.
Veya genelde bizler yine Allah Resûlü’nden mervî olan اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ diye dua ediyoruz. Yani “Allahım, Senden af ve afiyet istiyoruz.” Mânevî hastalığımızın virüsleri sayılan günahlara karşı af, maddî hastalıklarımızın virüslerine karşı da afiyet. Bu dua cümlesinin, günahlar ve hastalıklarla ne münasebeti varsa veya yukarıdaki duanın Umame b. Bâhilî’nin fakirliği ile ne münasebeti varsa, mezkur duanın da zarar isabet etmemesiyle öyle bir münasebeti vardır.
Münasebet adına söylemeye çalıştığım bu umumî mütalâalardan sonra, bir iki hususa daha dikkatlerinizi rica edeceğim:
1- إِنَّ اللّٰهَ أَنْزَلَ الدَّاءَ وَالدَّوَاءَ وَجَعَلَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءً فَتَدَاوَوْا وَلَا تَدَاوَوْا بِحَرَامٍ “Allah derdi de devayı da indirmiştir; her derdin bir devası vardır. Öyle ise, tedavi olun ve haramla tedavi olmayın.” hadisinin ifade ettiği hakikate göre, felç dahil her türlü hastalığın çaresi vardır. Bu çare, bazen zâhirî sebeplerin eliyle, yani tedavi yollarına başvurmak suretiyle gelir; bazen de doğrudan doğruya hiçbir sebebe müracaat etmeksizin Cenâb-ı Hakk’a yalvarmak ve O’ndan şifa dilemekle. Meselâ; Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tavsiyelerine uyarak, ağrıyan yerinize elinizi kor ve üç defa “Bismillah” dedikten sonra, أَعُوذُ بِعِزَّةِ اللّٰهِ وَقُدْرَتِه۪ مِنْ شَرِّ مَا أَجِدُ، وَأُحَاذِرُ مِنْ وَجَعِي هٰذَا. “(Vücudumda) duyduğum ağrının şerrinden ve sakındığım (korktuğum) şu acıdan, ağrıdan Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım.” dersiniz, sizin samimî bir kalb ile Rabbinize yaptığınız bu teveccüh neticesi de, Rabbim size şifa ihsan edebilir.
Demek ki, hâlis bir ubûdiyet sayılan dua ile kul, Cenâb-ı Hakk’ın “dergâh-ı nezd-i ehadiyeti”nin kapısına dokununca, sebepler bütünüyle aşılmış olabilir ve o hasta, “nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyetin zuhuru ile” Rabbin, hususî bir muamelesine mazhar olabilir.
2- Kanaat-ı âcizaneme göre, insan, nasıl, bir hastalığın pençesine düştüğü zaman, ruhu adına tam bir panik yaşar; aynen öyle de o şahsın bedeninin bütün hücreleri de biyolojik hayatiyetleri itibarıyla öyle bir panik yaşar. İşte insan, böyle bir durumda “Benim bu hastalığı aşmam mümkündür.” inancıyla toparlanabilirse, kanseri bile -Allah’ın izniyle- aşabilir. Yani o küllî ruhu -ki onun bedenine hükmeden zîşuur bir kanun-u emrîdir- yüksek bir moral gücü ile bunu yenebilir. İşte buna göre vücuttaki hücreler de bu moralden nasibini alır.. alır ve insan vücudunda değişik rejenerasyonlar meydana gelebilir. Evet, o hücreler, aldıkları moralle âdeta doping ilacı almışçasına şahlanır ve en onulmaz dertler, hastalıklar karşısında bile, bünyede yapılması gerekli olan tamiratı yapabilirler.
Bir kere daha hatırlatmak yerinde olur: Böyle bir şeyin gerçekleşebilmesi için, insanın kendi kendini onarması, hücrelerine varıncaya kadar şahlanması, köpürmesi tabir-i diğerle âdeta vücudundaki rejenerasyon sistemini harekete geçirmesi şarttır.
İşte, Rabbe yapılacak olan hâlis dualar, samimî teveccühler bütün bunları sağlayabilir. Yani insan, bahis mevzuu ettiğimiz konu içindeبِسْمِ اللّٰهِ الَّذِي لَا يَضُرُّ مَعَ اسْمِه۪ شَيْءٌ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ dediğinde, bizim anlayamayacağımız, sezemeyeceğimiz bir biçimde, iman, itminan ve moral depolaması olabilir.. ve derken bütün organizma harekete geçebilir.
Benim tahminime göre, yakın bir gelecekte, ilmin daha da ilerlemeler kaydetmesi sayesinde, bu tür duyguların vücutta meydana getirdiği tesir daha net bir biçimde görülebilir. Kim bilir bu tesiri belki de hepimiz televizyon ekranlarından seyredebiliriz. İşte o zaman, herhâlde aşkı, şevki, neşeyi, kederi, duayı biz daha iyi anlarız. Yeni bir bilim mecmuasının yazdığı makaleye göre, nasıl ağaçların yanında savaştan, bombadan bahsedildiğinde yapraklarında kasılmalar, buruşmalar oluyor; öyle de bir gün, mutlaka insan vücudunda duanın, aşkın, kederin meydana getirdiği tesiri tespit etmek mümkün olacaktır.
3- Zayıf bir hadis-i şerifte Nebiler Serveri (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Bir insanı üç yüz küsur melek koruyor.” buyurur. Buna binaen ben şahsen dualarımda “Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail, hamele-i Arş, mukarrabîn, kiramen kâtibîn, hafaza…” der, onları dualarımda hep yâd ederim. İşte bu koruyucu melekler, ihtimal, kişinin sebepleri yerine getirmesi şartıyla ve belki de bazıları itibarıyla bu şart da aranmaksızın, o şahsı korumak için hep tetikte bulunuyordur.
Bu yaklaşımdan hareketle, bir hususa işaret etmek istiyorum. Bunu sübjektif bir değerlendirme olarak da kabul edebilirsiniz.. ama, defaatle şahit olduğum ve bizzat yaşadığım hâdiselerdir. Ben bazen abdestsiz yattığım ya da geçmiş yıllarda -affedersiniz- büyük abdeste sıkışık olduğum durumlarda hiç uyuyamamışımdır. Acaba bu vücuttaki elektrik dengelenmesinin gerçekleşememesinden dolayı mıdır, yoksa başka bir sebep mi söz konusudur? Bunlar beni aşan ve kliniklerde vücut enerjisiyle ilgili araştırma yapanların cevaplayabileceği şeylerdir ama yine de öteden beri benim aklıma hep bunlar takılagelmiştir:
Acaba, o abdestsizlik durumları hafaza meleklerinin vazifelerini yerine getirmelerine engel mi teşkil ediyor ki, insan bu tazyiklere maruz kalıyor? Bu arada, halk arasında “Lohusalık dönemlerinde cinler, periler kadınlara zarar verir.” diye yaygın bir kanaatin de var olduğunu hatırlatıp geçelim. Evet, şayet bu kanaat doğruysa, daima abdestsizlik hâlinde bulunan o kadına şerir mahlukların nüfuzu daha kolay demektir. Evet, başkaları da siz de bunu herhangi bir klinikte teşhis ve tespit edemezsiniz. Zira bu olay, sizin fizik dünyanızın dışında bir olaydır. Bu sebeple buna ne X ışınları ile ne röntgenlerle ulaşmanız mümkün değildir. İşte bütün bunlar muvacehesinde bir ihtimal, hafaza meleklerinin insanları koruması belli şartlara bağlanmış ve o şartların yokluğunda onlar, görevlerini yapamıyor ve şer güçler daha rahat insana nüfuz etme imkânını bulabiliyorlar denilebilir.
Onun için, hemen her insanın, izahına çalıştığımız bu üçüncü şık açısından, her sabah ve akşam üçer defa mezkur duayı okuması, hafaza meleklerinin onu zarar verici şeylerin şerrinden koruması adına bir davetiye anlamını taşıyor olabilir. Nitekim bu hadisin ravilerinden olan Eban b. Osman felç hastalığına maruz kalıyor. Arkadaşlardan birisi onun bu felçli hâline dikkatlice bakınca, Eban ona: “Niye öyle bakıyorsun?” diye sorar. O da: “Senin rivayet ettiğin hadis…” der. Bunun üzerine Eban, “Ben o gün bu duayı okumamıştım ve kaderim böyle tecellî etti.” diye cevap verir…
Duanın fezlekesi وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ şeklinde. Alîm ismi Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi içine alan, ihata alanı en geniş bir ismidir. Buna göre Allah, kendi zâtı dahil mevcut olan ve olmayan her şeyi bilir. Zaten bizim “kader” dediğimiz şey de, böylesi muhît ilme sahip olan bir Zât’ın, mümkinâtın küllî, cüz’î her şeyi planlamasından ibarettir. Yani dünyayı ilgilendiren makro plandaki büyük değerlerden, bir şahsın damar tıkanıklığına varıncaya kadar küllî, cüz’î her şeyi…
“Semî’”e gelince, o da yine bir mübalâğa sigası olarak, “her şeyi çok iyi işiten” anlamına gelir. Dolayısıyla, her şeyi işiten o Zât, bu mezkûr duayı da işitir. Öyleyse “Bu duayı okuyana hiçbir şey zarar veremez.” kaydını, “O şahıs, fezlekede zikredilen Semî’ ve Alîm isimlerinin garantisi altındadır.” şeklinde anlayabiliriz. Yani dualarımız her şeyi işiten ve bilen tarafından bilinmekte ve işitilmektedir.
Netice itibarıyla, Nebiler Serveri’nden bize intikal eden bu dua, mahiyetini biz anlasak da anlamasak da hükmünü icra etmektedir ve edecektir. Rabbim, bizleri bu ve benzeri hakikatlere gönülden inanan ve onu gerektiği şekilde hayatına mâl eden kullarından eylesin… Âmin!