KUTBU’L-İRŞAD

Soru: Kutbu’l-irşad ne demektir. Bu hususta bilgi verir misiniz?

Kutbu’l-irşad, tasavvuf erbabınca kullanılan bir terimdir.. ve seyr u sülûk yoluyla ulaşılan belli bir mesafeden sonra, belli bir makamı ihraz eden insana verilen isimdir.

Bir benzetme ile meseleye daha da açıklık kazandırabiliriz: Kâbe, yeryüzünde Sidretü’l-Müntehâ’nın izdüşümüdür. Yani onun, asliyete göre zılliyet, külliyete göre cüz’iyet ölçüsünde bir uzantısıdır. Bu iki hakikat, aslında bir vâhidin iki yüzünden ibarettir. Şu kadar ki, birinin zâhirî, haricî varlığı bu âlemde; diğerininki ise şehadet âlemi haricindedir. Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise, -ki buna, “Hakikat-i Ahmediye” (sallallâhu aleyhi ve sellem) demek daha uygundur- hakikat-i Kâbe’nin yeryüzündeki eşi ve ikizidir. Bu ikisi -tabir caizse- aynı dölyatağında birlikte bulunmuş ve tev’em (ikiz) yaratılmış varlıklardır.

Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) dâr-ı bekâya irtihal edince, onu bu dünyada temsil eden de Allah ile irtibatları kavi büyük insanlardır. Onlar, mazhariyetleri ve misyonlarıyla, bir bakıma yeryüzünde âdeta Kâbe konumundadırlar. Ehl-i tahkikin beyanına göre, bazen onlar Kâbe’nin etrafında, bazen de Kâbe onların etrafında döner. İşte böylesi kişilere Allah’ın matmah-ı nazarı anlamında “Kutub” adı verilir. Bu kişiler bulundukları mekânda, her zaman mevcudiyetlerini hissettiren, şeytanların uykularını kaçıran, bir kısım insanların vehimlerini izale eden, toprağın kuvve-i inbatiyesi gibi kudsî bir güce sahiptirler. Yine bunlar, hep tazarru ve naz u niyaz makamında bulunmaktadırlar. Allah böylelerinin bakışları ile kâinata bakar, merhamet veya gadap eder.

Kutub makamının bir adım ötesinde “gavsiyet” makamı yer alır. Bu makamı ihraz edenlerin en büyük özelliği, tasarruflarının öldükten sonra da devam etmesidir. Her gavs bir kutuptur, fakat her kutup bir gavs değildir. Öyleleri de vardır ki, bu her iki makamı bünyesinde cemetme bahtiyarlığına ermiştir. Zannediyorum “kutbu’l-irşad” işte bu iki makamı birden ihraz etmiş ve halkı irşada mezun insanlara verilen isim olsa gerek…

Bu açıdan kutbu’l-irşada; hakikat-i Ahmediyeyi tamamıyla temsil eden, dolayısıyla da hakikat-i Muhammediye’ye namzet olan insan nazarıyla da bakılabilir. O, bütün insanlığın iç âlemi itibarıyla, yani kalbi, ruhu, vicdanı, hissi ve letâif-i mâneviyesiyle mercii sayılan bir “menhel-i azbi’l-mevrûd – Cennet kevserleri ölçüsünde tatlı su kaynağı”dır. Ve insanlığı sahil-i selâmete çıkaracak bir rahmet ve ışıktır. Bu yönüyle ona, yeryüzünde tevhid güneşi denir. Herkes kendi istidadı veya elindeki kovasının büyüklüğü/küçüklüğü ölçüsünde ondan istifade edebilir. Öyleyse kutbu’l-irşad, misyonu, konumu ve zatı itibarıyla diğer velilerden en az üç kademe daha ileridedir.

Başkalarının onları tanımasına veya sair velilerden ayırt etmesine yardımcı olacak belirgin özellikleri yoktur. “İnsanlar arasında, insanlardan bir insan olarak bulunurlar.” Ne var ki, hassas ruhlar, liyakatli kişiler bunları hemen sezer ve âdeta bir mıknatısa kapılmış gibi, onların cazibelerine kapılıverirler. Bu özellikleri itibarıyla da onlar, etraflarına sürekli nur neşrederler. Hakkı aramak için yollara dökülenler de bunların cazibe-i kudsiyesi içine girer ve o dairede bütün bütün erir giderler.

Bütün bu değerlendirmeler nazara alındığında; bu kudsî mehazlere sırt dönmekten daha öte bir tali’sizlik olamaz denilebilir. Bana göre, bu kaynaklara müracaat etmeden yollara dökülenler, niyetleri ne kadar da samimî olursa olsun, çöllerde tek başlarına, rehbersiz yolculuk yapan insanlar gibidirler. Hatta bu kişilerin şahsî ibadet ve taatleri ne kadar çok da olsa, bu feyiz kaynaklarından yararlanmadıkları için, ileride dünyevî başka cazibe noktalarının cazibelerinden kurtulamayıp, yollarda kalabilirler. Hatta ibadet ü taati bu denli çok olmayanlar, yüzleri bu ışık kaynaklarına dönük oldukları için, kayma ihtimalleri onlara göre daha azdır.

Ayrıca, bu tür insanların daire-i kudsiyeleri içinde bulunma, onlar gibi olma noktasında insana aşk, şevk ve ümit verir. Zira bunlar ideal insan olup, her Müslümanın hedefi olabilecek makamlarda bulunmaktadırlar. Bir diğer ifadeyle bunlar, bizim gibi sıradan insanlar için birer gaye-i hayaldirler. Zaten bu dünyada gaye-i hayali olmayan kişilerin, dört ayaklı behâimden farkı da yoktur. “İki günü müsavi olan, aldanmıştır.” beyan-ı Nebevisi, herhâlde bu hakikate işaret etmektedir.

Hâsılı, kutbu’l-irşad, kâinatın mânâ, mahiyet ve muhtevasını anlatan, yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın matmah-ı nazarı, kutub ve gavs makamının sahibi bir hakikat eridir.

-+=
Scroll to Top