CİHADA DENK TUTULAN NASİHAT

Soru: “Zayıflara, hastalara, (Allah yolunda) harcayacak bir şey bulamayanlara, Allah ve elçisi için nasihat ettikleri takdirde cihada çıkmamalarından ötürü bir günah yoktur.”1 buyruluyor. Burada cihada denk tutulan nasihatin keyfiyeti ve sınırları nelerdir?

Cihad; Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) de beyan ettikleri gibi dinimizde kendisine denk ikinci bir amel bulunmayan ve hususî önem arz eden bir ibadettir. Buna göre, “Allah ve elçisi için nasihat”i “cihad”a denk tutma meselesini, zannediyorum şu şekilde anlamak daha doğru olur: Nasıl ki, Hz. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) geceyi ihya edemeyip, teheccüde kalkmadığında onu ikiye katlayarak, gündüz eda eder ve bunun o gecenin ihyasına bedel olmasını beklerdi. Öyle de, herhangi bir mazeretinden dolayı cihada katılma imkânını bulamayanlar, yine Cenâb-ı Hakk’ın o engin rahmetine itimat edip nasihat ederek, bu nasihatin cihada bedel sayılmasını ümit edebilirler. Değilse, cihad kendisine farz ve buna hiçbir mâni yokken onu terk edip Allah ve Resûlü için insanlara nasihat etmekle o boşluk kapatılamaz!

Ancak, değişik devirlere göre cihadın şekli de farklı farklıdır. Bazen sırf bir nasihat, bazen birisine rehberlik yapmak, bazen de küfre karşı tavır belirlemek bir cihad olduğu gibi, çok defa hüsnü misal olma da bir cihad sayılabilir. Meselâ Asr-ı Saadet’te belli bir süre hicret, aynen cihad telakki edilmiştir. Öyleki, sahabe-i kiram efendilerimizin çoğuna, İslâm’a ilk girişlerinde hicret de şart koşulmuş, hatta içlerinde hicret etme fırsatını bulamayanlar hicret yapamamaktan hâsıl olan boşluğu acaba nasıl doldurabiliriz?” endişesiyle fevkalâde üzülmüşlerdir. Ebû Cehil’in anne bir kardeşi olan Ayyaş bu mahzun insanlardan biridir. Evet, o, Mekke fethine kadar 20 yıllık hayatını zincirler içinde geçiren ve Kur’ân-ı Kerim’in “mustad’afîn” tabiriyle anlattığı insanlardan biridir. Zaten bunun gibi mazareti olmayanlara Kur’ân: “Arz geniş değil miydi? Niçin hicret etmediniz?”2 diyerek itapta bulunur. Demek ki o devrede hicret cihadın önemli bir buudu veya ta kendisi sayılıyor.

Başka misaller de var Asr-ı Saadet’te: Hastalık veya sakatlığından dolayı, ya da bakıma muhtaç anne babası olduğu için cihada gidemeyenler bunlardan bazıları. Cihada iştirak etmek için kaçıp gelen bir gence Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “(Bakıma muhtaç) annen baban var mı?” der ve ondan “Evet” cevabını alınca “Dön, sahipsiz annen baban için cihad et!” yani onların bakımını görümünü yap, buyurarak, onun cihadının ana-babasına bakmak olduğuna işaret buyurur.

İşte, bahsi geçen âyet-i kerime bu veya benzeri sebeplerle, her nasılsa cihada gidememiş olanlara, başkaları cephede cihad ederken veya emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker yaparken etrafındakilere nasihat ederek o boşluğu kapatabileceklerine bir işaret sayılabilir.

Sorunun sonunda da “cihada denk tutulan nasihatin keyfiyet ve sınırları” soruluyor ki, bu hususta da şunlar söylenebilir: Nasihatin Türkçemizdeki mânâsını, Farsça’dan bize geçen bir kelime ile ifade edecek olursak “hayırhâhlık” demek uygun olur zannediyorum. Birisi hakkında hayır düşünme, hayır isteme, onu sırat-ı müstakîme, tevhide ulaştırma, gönlünü ibadet ü taat şuuruyla donatma, hizmet etme şuuru istikametine yöneltme, evet bunların hemen hepsi derecesine göre birer hayırhâhlıktır.

Bir hadis-i şerifte belirtildiği üzere “Din nasihattir.” sözü çok şümullü bir kavramdır. Yani meseleye Allah’ın anlatılması şeklinde yaklaşırsak, O’nun Zât-ı Ulûhiyetine yaraşır, yakışır şekilde anlatılması demektir. Ayrıca, O’nun anlatılıp sevdirilmesi, bu da kendi buudları içinde ayrı bir nasihattir. Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) anlatılıp sevdirilmesi nasihatin ayrı bir yanıdır.

Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, bütün insanların hidayetini, rüşdünü, Cennet’e veya sırat-ı müstakîme yönlendirilmesini hedef alarak hayırhâhlık yapmak ise, büyük çapta bir nasihattir. Bundan başka, çok küçük bir bid’ati izale ederek bunun yerine bir sünneti ikame etme, dinin farzlarını, vaciplerini, hayata hâkim kılma.. hepsi birer nasihattir. İşte bütün bu nasihatlerin elzemliği ölçüsünde, Allah katındaki kıymeti ve derinliği de artar…

Günümüzde, tevhid anlayışının sarsıldığı bir dönemde, Risale-i Nur mesleği olan ve hedefi sayılan “Allah’a iman” hakikatini tespit etme, onu insanların ruhuna perçinleme ve herkese kabul ettirme gibi bir nasihati de bu kategoride bilhassa vurgulamak icap eder. Hatta böyle bir nasihat nasihatlerin zirveleşmiş şekli ve doruk noktasıdır.

Bunlardan alınacak sevaba gelince; bir sünneti ihya etmenin Allah katındaki önemi ne ise, bir sünnetin ihyasında, o kadar sevap alınır. Bir farzı ihya edip hayata geçirmenin Allah katındaki kıymeti ne kadarsa, o farz ihya edildiğinde de o kadar sevap elde edilir. Ancak, Allah’ı tanıttırma, kalbleri ve ruhları O’nun mârifet ve muhabbetiyle tezyin edip itminana erdirme, gönüllerin zevk-i ruhanîye açılmasını sağlama.. bunlar öyle farzlar üstü farzdır ki, bunlara vesile olunduğu takdirde kazanılacak sevabın çapı ve rıza-yı ilâhîye uygunluğu da o ölçüde olacaktır. Risale-i Nur talebelerinin hizmeti üstadları gibi farzlar üstü farzlarla gelen vâridâttır ve onlar da işte o ölçüde, Cenâb-ı Hakk’ın lütuflarına, inayetlerine, takdirlerine ve tebcillerine mazhar olurlar. Arkadan gelenler de durumlarını bu ölçülere göre ayarlamalıdırlar.

1 Tevbe sûresi, 9/91.

2 Nisâ sûresi, 4/97.

-+=
Scroll to Top