PROBLEMLER VE İNSANLAR

Soru: “Milletimizin kaderini alâkadar eden her mesele, bazı kimselerle direkt olarak alâkalıdır.” diyorsunuz. Başta siyasî ve ekonomik olmak üzere birçok sahadaki problemle karşı karşıya bulunan ülkemiz ve onun istikbalini nasıl görüyorsunuz?

Değişik vesilelerle, milletimizin, ülkemizin istikbalini nasıl gördüğümü arz etmeye çalışmıştım. Bu konuda yıllardan beri çoklarının yeis ve ümitsizlik solumalarına karşılık, ben hep ümit konuştum ve ümit yazdım. Onları burada tekrar etmek yerine farklı bir hususu arz etmeyi düşünüyorum. Bence, her fert geleceği kendi hisleri, kendi anlayışı, kendi idraki, kendi şuuru içinde aramalı.. ve daha çok kendi düşüncelerindeki enginlik ve derinliğe bakmalıdır; bakmalı ve kat’iyen şunu unutmamalıdır: Bu ülkeyi geleceğe taşıyacak olan gene bu ülkenin insanıdır. El âlemin gelip bizi ihya edeceğini beklemek, aldanmaktan öte bir safdilliktir. Ne güzel der Mehmet Âkif:

Sus ey dîvâne! Durmaz kâinatın seyr-i mu’tâdı. Ne sandın? Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryadı? Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak imdâdı; Evet, sen kendi ikdamınla kaldır git de bîdâdı. Cihan kanûn-i sa’yin, bak, nasıl bir hisle münkâdı! Ne yaptın? “Leyse li’l-insani illâ mâ-seâ” vardı!..

Evet, eğer siz, kendi düşünce ve inanç dünyanız istikametinde bir hayat yaşamak ve onu insanlığa hediye etmek istiyorsanız, mutlaka çalışmak zorundasınız. Bu, bize ait bir vazife. Bu itibarla biz hele bunu bir yerine getirelim; Rabbimiz’in neler lütfedeceğini hep birlikte -ömrümüz varsa- göreceğiz.

Soruda daha önceleri söylediğim bir husus da hatırlatılıyor. “Milletimizin kaderini alâkadar eden her hâdise, bazı kimseleri de alâkadar eder.” Evet, doğrudur. Ancak bu, sübjektif bir meseledir. Bunlar ömür boyu toplumu alâkadar eden her olumsuz hâdisede yataklara düşer ve kıvrım kıvrım kıvranırlar. Ruhun zaman üstü olması ile izah edilebilecek bu durum, sadece belli kimselere de has değildir. Bundan önce de değişik inkılâpları kendi düşünce dünyası ile alâkalı gören hemen herkes, aynı ruh hâletini yaşamış ve o maddî hastalıklar şeklinde tezahür etmiştir. Meselâ; dizlerinden rahatsız olan birçok insanın, barometreler gibi yağmur yağacağını önceden hissedebilmesi misillü, Hazreti Bediüzzaman gibi “himmeti milleti” olan bir insan, şuuru taalluk etmeden, hizmetinin kaderiyle alâkalı çok şeyleri hissedebiliyor ve davranışlarını ona göre ayarlayabiliyordu. Ve, günümüzde de bazıları, bu çok ağır, çok büyük vazifenin, yani, bir milletin kendini yeniden tarih sahnesinde ifade etmesi davasının bugünkü kadrolarla daha ileriye götürülemeyeceği endişesinden dolayı ve gerekli performansın gösterilememesi açısından, hususiyle gelecekte zuhur edebilecek hâdiseleri şimdiden hissederek çok rahatsız olmaktalar. -Hissettirene ruhlarımız feda olsun!-

Gelelim siyasî ve ekonomik problemlere. Bu ve benzeri problemler, insanlık tarihi boyunca hiç eksik olmamıştır. Yeryüzü, problemi insanoğlu ile tanımıştır. İlk problemler peygamberlik çerçevesi içinde mütalâa edilebilecek ölçüdeki şeylerle yeryüzüne inmiştir. Ve bir mânâda problemi, yeryüzüne ilk defa Seyyidina Hz. Âdem getirmiştir. Aslında Hz. Âdem gelmeden önce, yeryüzünde yaşayan dinozorların, fillerin, gergedanların problemi yoktu.. otun ağaçla, ağacın otla bir derdi bahis mevzuu değildi. Ne zaman ki, Hz. Âdem yaratılmış, hemen arkasından birçok problem meydana gelmiştir. Yalnız tekrar ifade etmeliyim ki; bu problem peygamberlik çerçevesinin müsait olduğu ölçüde bir problemdi. Buna “hasenâtu’l-ebrâr seyyiâtu’l-mukarrabîn” nazarıyla da bakılabilir. Sonra Allah bu problemleri gidermek için yeryüzüne peygamberler gönderdi. Din ile, eğitim ve kültürle, insanın insanlık semasına çıkartılmak istenmesiyle, bu problemler çözülmeye ve aşılmaya çalışıldı.

Günümüzdeki çarpıklık, insanın zatı ile ilgili problemler çözüme kavuşturulmadan, ekonomik, siyasî, idarî, içtimaî problemler giderilmeye çalışılmasının altında yatmaktadır. Hâlbuki insan, Kur’ân’ın ölçüsünü verdiği seviyede insan olmadığı müddetçe bu problemlerin giderilmesi mümkün değildir. İnsan kendisi problem olduğu, AIDS mikrobu gibi mikroplar taşıdığı sürece, bu problemler yok edilemeyecek ve insan onu hemcinslerine bulaştırarak, her zaman onları da hasta edebilecektir.

Bana göre bütün problemlerin çözümü, ancak problemsiz insanların eliyle olacaktır. Kendi problemlerini halletmiş, onları aşmış, imtihan unsurlarının hepsini ekarte edebilmiş insanların eliyle, fikriyle ve gayretiyle. Zira fert, kendi problemlerini aşamamışsa, o zaten kendisi problemdir ve toplum içindeki iktisadî, siyasî, içtimaî problemler hep ondan kaynaklanmaktadır.

Şahsen ben, Anadolu’nun bağrında yetişen ve Allah yolunda her türlü meşakkate katlanabilecek hak erlerinin bu misyonu temsil edeceğine inanıyorum. Daha doğrusu inanmak istiyorum. Şu anda o kertede miyiz, bir şey söyleyemeyeceğim. Siz, arz edeceğim şu sahalarda bütün problemleri aştığınızı söyleyebilirseniz, ben de problemlerin halliyle alâkalı müjdemi verebilirim. Aile hayatınızı, çoluk ve çocuğunuzu aşabildiniz mi? Onlara sağlam bir terbiye verdikten sonra, mal, mülk bırakmasam da olur; millet var olsun, gider bir yerde hamallık yapar, çalışır, karınlarını doyururlar diyebiliyor musunuz? Veya ben helâl yolda olduktan sonra, kazancım az ya da çok olmuş, ne önemi var! Gider geceleri bir yerde simit satar, gazete satar, hem kazanır hem de onurumu korurum; o da bana yeter diyebiliyor musunuz? Misalleri çoğaltabilirsiniz.

İşte siz, bu ve bunun gibi mevzularda kendinizi aşmış; çalışıp Allah’a teslim olmuşsanız, hatta bu teslim sizde, tevekkül şeklinde zuhur etmişse, tevekkülünüz de tefvize dönüşmüşse, artık siz, cemiyetin bütün problemlerini de çözmeye namzetsiniz demektir. Böylesi fertlerden müteşekkil bir toplumun varlığı bütün insanlık adına bir tali’liliktir. Onun için ben böyle bir topluluğa rastlasam, onlara derim ki, سِيرُوا عَلٰى بَرَكَةِ اللّٰهِ yani “Haydi Allah’ın bereketi ile bütün yeryüzüne dağılın ve uğradığınız her yeri Mesih-eda soluklarınızla ihya ediniz!”

Netice itibarıyla diyebiliriz ki, kendini insanlığa adamış tali’lilerin asıl misyonu, yeryüzünün Hazreti Âdem’le tanıdığı problemleri çözmektir. İdarî, siyasî, içtimaî, iktisadî, harsî… hayatın bütün ünitelerine ait problemleri çözmek için planlar, projeler üretmek ve onları hayata geçirmektir.

Son bir söz daha; hadisin beyanına göre “Nasıl iseniz öyle idare olunursunuz.” Demek ki, iktisadî ve siyasî açıdan bizim istihkakımız bu imiş ki ilâhî kader hakkımızda böyle tecellî ediyor. O hâlde problemleri dışta aramayalım! Onlar, bizim içimizdedir. Biz içimizdeki problemleri çözdüğümüz, çözmeye muvaffak olduğumuz zaman, peşi peşine dıştaki bütün problemler de çözülecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın

-+=
Scroll to Top