NÜFUS PLANLAMASI VE BİZ
Soru: Nüfus planlaması konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
Son yılların en büyük problemlerinden biri de hiç şüphesiz, “nüfus planlaması” meselesidir. Batı dünyası, bunu bütün insanlığın en önemli problemi görmüş ve bu problemin çözümü için de pek çok teori geliştirmiştir. Sonra da bu teorilerin, pratik hayata geçirilmesi yolunda çeşitli organizasyonlar meydana getirmiştir.
Konuya girmeden burada birkaç hususa, bilhassa dikkatinizi çekmek istiyorum: Bunlardan birincisi; Batı’nın her konuda olduğu gibi bu hususta da dual davranmasıdır. Yani doğum kontrolü ve nüfus planlaması adına ortaya atılan plan ve programları kendi dünyalarında uygulamaya koymayıp, uygulamak şöyle dursun bizim dünyamızda alınan tedbirlerin tam aksine, büyük ölçüde doğumu teşvik etmekte ve çocuk sayısına göre ailelere prim vermekte, hatta çalışan anne adaylarına çok büyük kolaylıklar sağlamaktadırlar. Bütün bunlardan sonra da, doğum öncesi, doğum, doğum sonrası ve tahsil hayatıyla alâkalı düzenlemeleri, çıkarttıkları kanunlarla daha bir tahkim etmekteler. Yani Batılı ülkeler bu meseleyi, bir devlet politikası şeklinde ele almaktalar. Böyle olunca da iktidarların değişmesiyle bu politikalar kat’iyen değişmemekte.
Bu itibarla denebilir ki, Batı dünyası, kendi içindeki nüfusun azalmasından daha çok, İslâm âlemindeki nüfusun çoğalmasından endişe duymaktadır. Onların düşüncelerine göre, İslâm dünyasında önlenemeyen bu nüfus artışı, gelecekte kendi başlarına gaile olacak keyfiyette olduğu gibi, kemmî buudları itibarıyla İslâm âlemi, dünyada yegâne güç hâline gelecektir.
İkinci bir husus; dinimiz, makul ölçüde çok çocuk sahibi olmaya müntesiplerini teşvik etmektedir. Allah Resûlü, doğurgan kadınlarla evlenmeyi tavsiye buyurmakta ve kıyamet gününde ümmetinin çokluğu ile iftihar edeceğini dikkat nazarlarımıza sunmaktadır. Yalnız bu meseleyi, sadece Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) “ümmetinin çokluğu ile iftihar etmesi” şeklinde ele alıp değerlendirmek yanlış ve bu hadisin ifade ettiği muhtevayı çok dar bir çerçeve içine yerleştirmek demektir. Ayrıca mesele sadece övünme meselesi olsa, bu da İslâmî esaslar içinde bir çelişkinin olduğu imajını verir; zira Efendimiz’in birçok hadislerinde لَا فَخْرَ “Övünme yok!” dediği çok iyi bilinen gerçeklerdendir.
Allah, kâfirlerin mü’minlerin üzerinde hâkimiyet kurmalarına asla razı değildir. Ne var ki, burada mü’minler üzerine düşen en önemli vazife, hâkimiyet altına girmemenin ilk şartı olan kemmiyet yani adet çokluğunu sağlamalarıdır. Hâkimiyet mevzuunda çok önemli bir yeri olan bu hususu, mü’minler iradeleri ile gerçekleştirmedikten sonra, alınacak sair tedbirlerin, başvurulacak diğer stratejilerin dünya karşısında çok fazla ses getirmeyeceği muhakkaktır. Bu açıdan, hadiste ifade buyrulan ümmetin çokluğunu değerlendirirken, arz etmeye çalıştığımız bu noktanın göz ardı edilmemesi gerektiği kanaatindeyim.
Üçüncü bir husus da; nüfus planlamasında sürekli sözü edilen ekonomik durumdur. Evet, bu mülâhaza ile meseleyi ele alacak olursak; bugün 60-65 milyona ulaşan ülkemizde, toplumun büyük bir çoğunluğu ekonomik sıkıntılar içinde bulunmaktadır. Ancak, Türkiye, bundan yıllar önce, yani nüfusu 40 veya 30, hatta 25 milyon iken de aynı sıkıntılar içindeydi. Almanya gibi, coğrafî alanı bizden daha dar, nüfusu itibarıyla ise daha çok olan bir devlet, bizden daha müreffeh yaşamaktadır, hayat standartları, bizimle mukayese edilemeyecek kadar yüksektir.
Demek ki mesele, sadece nüfus çokluğuyla alâkalı değil; sahip olunan yeraltı, yerüstü zenginliklerinin değerlendirilebilmesi, ziraatın modern usullerle yapılıp, bire bin ürün alınması, sanayi toplumuna has yatırımlarda bulunulması vb. gibi devlet politikasını ilgilendiren noktalarda düğümlenmektedir. Almanya ya da Japonya gibi ülkeler, bu gerçeği çok önceden fark edip, tedbirlerini almış, bizim yaşadığımız sıkıntılara düşmemişlerdir. Bırakın sıkıntıyı, istihdam etmek için Türkiye, Fas, Yunanistan’dan işçi getirmiş ve bu üçüncü dünya insanlarına istihdam zemini hazırlamışlardır.
Şayet Türkiye, Menderes’in 50-54, Demirel’in 63-67 ve Özal’ın 83-87’deki altın dönemlerini devam ettirebilseydi, bugün çok daha farklı bir konumda olurdu. Ne var ki, her şey bitmiş değil… Eğer Türkiye, üzerinde bulunduğu altın kuşakta, dışa yönelik önüne çıkan fırsatları değerlendirir, içte de akılcı politikalarla kendi öz kaynaklarını verimli hâle getirebilirse, 120 milyon nüfusu bile besleyebilir.. besleyebilir ve hayat standartları itibarıyla Almanya’yı geride bırakabilir. Bu çerçevede, Orta Asya bizim için yeni bir zenginlik yoludur.. ve aynı zamanda dünyanın dört bir yanına açılmada, Türkiye için bir köprüdür. Bu konudaki düşüncelerimizi çeşitli vesilelerle anlattığımız için burada onları tekrar etmeyeceğiz…
Hâsılı; Mısır, Tunus, Cezayir, Sudan, Somali’den Pakistan’a; Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan’dan Avrupa ve Amerika’da yaşayan Müslümanlara kadar âlem-i İslâm, bence nüfus planlamasını düşünmemelidir. Onlar, bir taraftan “Evlenin, çoğalın!” hakikatine uyarak çoğalmalı, diğer taraftan Allah’ın ihsan ettiği potansiyel imkânları değerlendirmeli ve kat’iyen Batı dünyasının kendisini istismar etmesine imkân ve fırsat vermemelidir.