NAMAZIN ZİKİR VE TEVBE BUUDU

Soru: “Beni (zikir) hatırlamak için namaz kıl.” âyetindeki namaz ile zikir arasındaki münasebeti biraz açar mısınız?

Zikir, mü’mini Allah’a en seri şekilde yaklaştıran bir ibadet ve gaflet bulutlarını dağıtan en tesirli bir rüzgârdır. Zikir, anma-hatırlama ve insanın hayatı duyarak yaşaması ya da varlığın koridorlarında gezerken hemen her nesneden Allah’a ait bir mesaj alması demektir. Bu mânâda zikir ile namaz arasında sıkı bir irtibat söz konusudur. Hatta diğer ibadetlerdeki zikir, namazdaki zikrin yanında ancak, tâli bir mübarekiyeti haizdir. Zaten o ölçüde Allah’ı hatırlatacak ve insanın görme, düşünme, anlama ve değerlendirme ufkundan gafleti izale edecek başka bir ibadet olsaydı, Allah, namazın yerine o ibadeti emir ve tavsiye buyururdu.

Namaz, zatında potansiyel olarak hatırlatıcı bir güce sahiptir. Kur’ân-ı Kerim, وَأَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْرِي “Beni hatırlamak için namaz kıl.”1 âyetiyle bu hakikati hatırlatır. Evet, âyette de ifade edildiği gibi hatırlama (zikir) ile namaz arasında sıkı bir münasebet vardır. Namazın bu ölçüdeki öneminden ötürü Kur’ân’da Allah (celle celâluhu), günde beş vakit namazı sık sık vurgulamıştır.

Oruç, gizli bir ibadettir ve oruçlu bir kimsenin oruçlu olduğunu kimse bilemez. Vâkıa oruç, gizliliğinden ötürü nezd-i ulûhiyette de ayrı bir hususiyet arz eder ki, Allah (celle celâluhu), onu da kudsî bir hadisiyle tebcil ederken, “Oruç Bana aittir ve mükâfatını da Ben veririm.” buyurur. Ancak eğer Allah (celle celâluhu), oruçta da namazdaki zarurî temadi söz konusu olsaydı, bize savm-i Davud gibi gün aşırı oruç tutmayı farz kılardı. Bu itibarla denebilir ki, namazın bu çok güçlü hatırlatma tesiri, kat’iyen başka bir ibadette mevcut değildir. Belki cuma namazı veya hac gibi küllî ibadetlerde böyle güçlü bir tesirden söz edilebilir ve bunların hatırlatıcılığı önemli seviyede bir zikir sayılabilir. Ancak bunlar dahi namaz gibi her gün ve aynı zamanda günde beş defa olmadığı için namazın yerini tutmaları mümkün değildir.

Namaz, insanları günahlardan arındıran ve ondaki isi-pası temizleyen bir kurna gibidir. Her gün onda beş defa yıkananlar günahlarından arınır ve tertemiz hâle gelirler. “Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. İşte bu, (Allah’ı) ananlar için bir hatırlatmadır.”2 âyeti, bu gerçeği delillendirmektedir. Bu âyetten anlaşılan şey, kılınan her namazın, yekûn bir hasenat teşkil etmesi ve bu hasenatın seyyiatı silip süpürüp götürmesidir. Ayrıca âyet-i kerimenin sonunda, ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِرِينَ “İşte bu, Allah’ı ananlar için bir hatırlatmadır.” denilerek, namazın hatırlatıcı gücü bir kere daha nazarlara verilmektedir.

Zikir ile namaz münasebetini bu şekilde tespit ettikten sonra, tevbe ile namaz arasındaki irtibata gelince; tevbe, kişinin Allah’a yönelmesi ve kendi içini Allah’a (celle celâluhu) açıp dökmesidir. Tevbe, Allah’ın, bizim mahiyetimize dercettiği günahlarla deformasyona uğrayan temiz ve latîf duygularda, yeniden bir yapılanma meydana getirme ameliyesidir.

Her günah işleyen insan, sevaptan yüzünü çevirip küfre doğru bir adım atmış sayılır. Evet, Üstad Hazretleri’nin de ifadeleriyle “Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır.” Öyleyse her günah işleyen, bir adım Allah’tan uzaklaşmış ve bir adım da şeytana yaklaşıyor demektir. Tevbe ile insan, “Eyledim hadsiz günah, nihayet tasmalı boynumla döndüm Sana ilâhî!” diyerek, tekrar Allah’a dönmüş olur ki, böyle bir insan aynı zamanda seyyiatını da hasenata çevirmiş sayılır. Üstad’ın yaklaşımı ile tevbe, insanı sürekli kötülüklere açık olan kabiliyetlerini, hayra tevcih etmektedir ki, bu da potansiyel olarak insanın hayır yapması demektir.

İşte namazda da bu durum söz konusudur. Zira namaz, insanda gerçek mânâda bir tevbe şuuru meydana getirir. Her ne kadar insan, günde beş defa kavlî olarak tevbe etmese bile, onun kılmış olduğu namazlar, fiilî bir tevbe yerine geçmektedir. Kaldı ki, namazda okunan evrâd u ezkârda, tevbe-istiğfar mânâsı taşıyan birçok dua ve âyetler vardır. Meselâ, mü’min namaza, اَللّٰهُ أَكْبَرُ sözüyle başlamaktadır. اَللّٰهُ أَكْبَرُ ’le başka işlerden kopma ve kesilme adına âdeta eldeki fikir ve şuur balyozu mâlâyânî şeylerin üzerine indirilmekte ve Allah’a (celle celâluhu) teveccüh edilmektedir. Evet, namazda, masivadan kopma ve Hakk’ın davetine icabet edip, O’na yönelme söz konusudur. Ne var ki, böyle bir teveccühü, herkes ancak kendi kamet-i kıymetine göre gerçekleştirebilmektedir.

Daha sonra سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَبِحَمْدِكَ gelir ki, bu, makam-ı cem’in ifadesi bir sözdür. Sübhaneke, “Şu varlık içinde Sana şerik koşulabilecek hiçbir şey yoktur. Sen, zâtında, sıfatlarında ve icraatında teksin. Ne benim ef’âlim ne de kâinatta cereyan eden hâdiseler, Senden başkasına verilemez. İşte ben, böyle bir şirk düşüncesine sırtımı dönüyor, Seni tesbih ve takdis ediyorum.” demektir.

وَبِحَمْدِكَ “Hamd yalnızca Sana mahsus” anlamına gelir. Sübhaneke sözünde Cenâb-ı Hakk’ı bütün noksanlıklardan tenzih ederek, vâhidî tecellîye karşı tam bir ubûdiyet ortaya koyma mânâsı vardır, böyle bir tenzih ifadesinden sonra gelen وَبِحَمْدِكَ ’le de insan, “Ben, bu mânâyı ihata edemem ama Sen, bana bunu duyuruyorsun. Zira Sen bunları bana duyurmazsan ben duyup hissedemem. Öyleyse ben Seni bir taraftan tesbih ederken, aynı zamanda hamdle medyuniyet ve şükranlarımı da sadece Sana takdim ederim.” demektedir.

وَتَبَارَكَ اسْمُكَ “Senin ismin bereket kaynağıdır. Benim gibi boynu tasmalı, ayağı prangalılara, o engin hazinenden bir şeyler versen ne çıkar! Zira Sen, Seni inkâr edip, şirke koşanlara bile nice nimetler bahşediyorsun. Ben de bütün günah ve inhiraflarıma rağmen, Sana teveccüh ederek, Senin bereket kaynağı mübarek ismine sığınıyor ve Alvar İmamı edasıyla;

‘ Kerem kıl, kesme Sultanım keremin bînevâlerden,

Kerem kesmek yakışır mı Keremkâne gedâlerden’

diyerek huzurunda inim inim inliyorum.” demektir.

وَتَعَالٰى جَدُّكَ’te, “Senin şanın mütealdir. Nitekim Sultana sultanlık, gedâya da gedâlık yaraşır. Ben çok düşüp kalkmış olabilirim, ancak şimdi iki büklüm olup kapına geldim; zira Senden başka gidecek melce ve menca yoktur.. ve bu mülâhazada; evet günah bana yaraşmaz doğru, fakat af da Senin şanındır.” mânâsı vardır.

وَلَا إِلٰهَ غَيْرُكَ ise, “Başkasına nasıl dönebilirim ki; Senden başka Mâbud-u bi’l-hak ve Maksud-u bi’l-istihkak yoktur.” demektir.

Evet, namazda Allahu Ekber’den başlayıp selâm verene kadar hep böyle tevbe yörüngeli bir teveccüh söz konusudur ve işte bu teveccüh zamanla kulu, adım adım ihsan yamaçlarına doğru götürebilir…

1 Tâhâ sûresi, 20/14.

2 Hûd sûresi, 11/114.

-+=
Scroll to Top