HRİSTİYANLIĞIN İSTİKBALİ..!

Soru: “Nasraniyet ya intıfa veya ıstıfa edip İslâmiyet’e terk-i silah edecektir. Hz. İsa da nüzul edip Hz. Muhammed’in ümmetinden olacaktır.” deniliyor. Bu sözü izah eder misiniz?

Evvelâ, bu söz, Kur’ân-ı Kerim’deki, “De ki: ‘Ey Kitap Ehli! Allah’tan başkasına ibadet etmemek, O’na bir şeyle şirk koşmamak, Allah’ı bırakıp da birbirimizi mâbud edinmemekten ibaret olan ve bizimle sizin aranızda müsavi bulunan bir kelimeye geliniz.’ Eğer bundan yüz çevirirlerse, deyiniz ki: ‘Şahit olun biz Müslümanlarız.’”1; “Mü’minlere insanların en şiddetli düşmanlık edenleri (bazı) Yahudiler ve müşriklerdir. Onlara sevgi yönünden yakın olanlar da ‘Biz Nasranîyiz’ diyenlerdir. Onların mü’minlere sevgileri, onlarda büyüklenip ululuk taslamayan keşiş ve rahiplerin olmasındandır.”2 ve benzeri bir kısım âyetlerden mülhem gibi ve âdeta bu âyetlerin tefsiri mahiyetindedir.

Evet, hakikî Hristiyanlar, tevhid dinine yaklaşıp, ilhad ve inkârcılığa karşı Müslümanlıkla ittifak ve ittihad ederek, kıyamete kadar umumî mânâda kâfirlerin üstündeki mevkilerini muhafaza edeceklerdir.

Sâniyen, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), birçok hadis-i şeriflerinde, yeryüzünde bir gün mutlaka Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan’ın şehbal açacağını ifade etmektedir. Tarihe baktığımızda, bunun bir ölçüde gerçekleştiğini görsek de, küre-i arz çapında beklenen o ruh ve mânânın henüz bütün bir insanlık için, ifaze-i feyzettiği söylenemez. Yani Efendimiz’in sağ eliyle sol eli henüz birleşmemiştir. Her ne kadar Müslümanlar üç kıtada at oynatmışlar ve bu yerlerde hâkimiyet-i İslâmiye vâki olmuşsa da, O’nun nescettiği ruh, mânâ ve espri yeryüzünün bütününü kuşatıcı ve kucaklayıcı bir keyfiyete ulaşmamıştır. Ne var ki, Efendimiz’in, belli bir zamana ait verdiği bişaret ve müjdeler ışığında, dünya çapında o kucaklayıcılığın gerçekleşmesiyle alâkalı herhangi bir ümitsizliğe kapılmak da yanlış olur.

İslâmiyet’in, herkese bir bereket kaynağı hâline gelmesi, tabir-i diğerle dünyada devletler muvazenesinde yerini alması, kendi orijini ile herkes tarafından tanınıp bilinmesine bağlıdır. Bu itibarla da, hâlihazırdaki duruma bakıp ümitsiz olmaya gerek yoktur. Zira Müslümanlar, Sasanilerle karşılaşmadan 25 sene evvel, Sasaniler o dönemin en muhteşem devletiydi. O kadar ki, İstanbul önlerine kadar gelmişler, çok ağır şartlar altında, o dönemin başka bir süper gücü olan Doğu Roma İmparatorluğu ile bir anlaşma imzalayarak, onları haraca bağlamışlardı. Bundan birkaç sene sonra Kur’ân’ın da ifadesiyle bu defa da Rumlar, Sasaniler üzerine galebe çalmışlardı. Daha sonra ise, bu her iki süper güç de İslâm’a teslim-i silah ederek, pek çok tebasıyla Müslüman olma yolunu seçmişti.

Başta Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerin işaret ve bişareti olmak üzere, Bediüzzaman Hazretleri’nin de ifadesiyle, ahir zamanda, “Hz. İsa’nın (aleyhisselâm) şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i ilâhiyenin semasından nüzul ederek, hâlihazır Hristiyanlık dini o hakikate karşı saflaşıp durulaşarak hakâik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyet’e inkılâp edecektir.”

Aslında, günümüzde bazı yorumlar da insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek mahiyette değildir. Zaten hakkıyla karşılayabilseydi, komünizm bir alternatif olarak onun karşısına çıkmazdı. Nitekim komünizmin doğmasına vesile olan da bir ölçüde içtimaî, idarî, siyasî hatta akidevî bir yetersizlikti ki, o malum tarihî hâdiseye sebebiyet verdi. J. J. Rousseau dinleri tahlil ederken, “Hristiyanlık, insanlara mânevî bir dünya kurar ama onlara içtimaî ve siyasî ölçüler göstermez ve bu çeşit bilgiler hakkında bir şey söylemez. Bu ise, içtimaî ruha aykırıdır. Hristiyanlığın kurduğu dünyada yaşamak isteyen insanlar, bir cemiyet teşkil edemezler.” mealindeki sözleri, bazı hususların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurgular gibidir. Bu sebeple de bütün bir dünya, ümitsiz ve karamsar ruhlarına iman ve heyecan kazandıracak Mesih soluklu yiğitler beklemektedir.

Burada yeri gelmişken bir arkadaşımın Almanya’da başından geçen bir hâdiseyi anlatmak istiyorum. Bu şahıs Alman bir çiftin evinde pansiyoner olarak kalıyor. Onun İslâm’ı, hayatıyla en güzel şekilde temsil etmesinin tesirinde kalan bu çift, sonunda Müslüman oluyorlar. Neden sonra evin erkeği, hidayetine vesile olan arkadaşıyla sohbet ederken kendini tutamıyor ve ona şunları söylüyor:

“Seni hem çok seviyorum hem de sana çok kızıyorum. Seni seviyorum çünkü benim hidayetime vesile oldun. Ama sana aynı zamanda çok kızıyorum çünkü eğer sen buraya iki-üç ay evvel gelmiş olsaydın, benim babamın da hidayetine vesile olacaktın. Hayatını ahlâkî değerler itibarıyla tertemiz geçirmiş olan babam, maalesef İslâm’ın güzel yüzüyle tanışamadan ölüp gitti…”

Evet, ruh dünyası böylesine sarsık ve bunalımlı olan Batı, onu bu buhrandan kurtaracak havariler beklemektedir. Sadece fert olarak değil –inşâallah– pek yakın bir gelecekte, topyekün insanlık olarak hak ve hakikat hüzmeleri, ışığa hasret hemen her noktaya götürüldüğünde, İslâm’a fevç fevç dehaletlerin olacağı görülecektir.

Bu itibarla Hristiyanlık, ya kendi çıkmazlarında inat ederek bunalımda kalacak ya da sâfîleşerek kendi özüne yani tevhid düşüncesine ulaşacaktır. Bugün Batı’daki birtakım gelişmeler, onların ikinci şıkkı tercih ettiklerini ve edeceklerini göstermektedir. Evet bugün, Müslüman olmasa da, “Hristiyanım ama, Hz. Muhammed’in de Hz. İsa gibi Allah’ın Resûlü olduğunu kabul ediyorum.” diyenlerin sayıları düne nisbeten kat kat artmaktadır.

1 Âl-i İmrân sûresi, 3/64.

2 Mâide sûresi, 5/82.

-+=
Scroll to Top