LAFZATULLAH VE TEDAİ ETTİRDİKLERİ
Soru: “Allah (celle celâluhu), esmâsıyla malum, sıfatlarıyla muhat, zâtıyla mevcud-u meçhuldür.” sözünü açar mısınız?
Lafz-ı Celâle olan “Allah” kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ın zâtının ismidir ve bu isim, O’nun bütün esmâ-i hüsnâsını ihtiva etmektedir. Üstad’ın ifadesiyle, “Allah (celle celâluhu), esmâsıyla malum, sıfatlarıyla muhat, zâtıyla mevcud-u meçhuldür.”
Hakâik-i eşya, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin birer tecellîsidir. Kâinattaki o büyüleyen ışık ve renk kuşağı, o nakış ve sanat eserleri, hâsılı eşya adına ortada bulunan her şey, hakâik-i esmâ-i ilâhiyedir. Bu tecellîler, bir sinema perdesinde kare kare alınan değişik resimlerin peşi peşine gelmesi sebebiyle kopukluğun hissedilmemesi gibi, herhangi bir inkıtaa ve inkisara uğramadan, peşi peşine ve sürekli devam eder durur. Evet, varlık, esmâ-i ilâhiye sağanağı karşısında, melekût regülasyonlarından geçerek, kendine has bir şekillenme içinde belli bir tecellî odaklaşmasıdır.
Allah Teâlâ’nın isimlerinin dışında bir de sıfatları vardır ki, bu sıfatlar, O’nun isimlerinin kaynağını teşkil etmektedir. Meselâ, Cenâb-ı Hakk’ın “Mükevvin”, “Mukaddir”, “Musavvir” gibi isimleri, “Tekvin” sıfatından, kendi hayatını ifade eden “Hayy” ismi de “Hayat” sıfatından nebaan etmektedir.
Evet, bu bir yönüyle, Cenâb-ı Allah’ın kendisiyle muhat olması demektir. Çünkü zâtında Allah muhittir ve asla muhat değildir. Yani O, bütün eşyayı çepeçevre kuşatmıştır. O’nu aşkın ve hariç hiçbir yer yoktur. O, her yerde hâzır ve nâzırdır. “O’nun Kürsî’si bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır.”1 Evet, O, muhittir, kuşatandır; dolayısıyla da kuşatılamaz. O’nun emir ve fermanları belli bir Kürsî’den gelmektedir. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) nurlu beyanları içinde, ışık hızıyla trilyon sene ötelerde bulunan galaksiler ve galaksiler… O’nun Kürsî’sine nisbeten çöle atılmış bir halka mesabesindedir.
Allah (celle celâluhu) zâtı ile de mevcud-u meçhuldür. O’nun vücudu kabul edilmeden mevcudattan bahsedilemez. Zira kâinatta mevcut bulunan başdöndürücü nizam ve ölçüler, O’nun ihtiyar ve takdirine delâlet ettiği gibi, bütün varlık da heyet-i mecmuasıyla, O’nun vücuduna delâlet etmektedir. Esasen, Hz. Vücud’un kendine has ve enfes yorumları da vardır ama, ben meseleyi dağıtmak istemediğimden, müsaadenizle o konuya girmeyeceğim.
Mesnevi-i Nuriye’de de ifade edildiği gibi, Lafz-ı Celâle, Cenâb-ı Hakk’ın bazı isimlerini “bi’l-mutabaka”, bazılarını “bi’l-iltizam” ve bazılarını da “bi’t-tazammun” ifade etmektedir. Meselâ “Hâlık” ve “Rahmân” isimleri, “Allah” lafzını bi’l-mutabaka ifade etmektedir. Hâlık, “Allah’tan başka yaratıcı yoktur.”; Rahmân ise, “Dünya ve ukbâda insanları rahmetiyle kucaklayan.” demektir.
Bazı isimler de vardır ki, Allah lafzı, o isimleri bi’l-iltizam ifade eder. Allah lafzının bütünleştiği o isimler söylenmezse, O’na bir nakise isnad edilmiş olunur. Oysaki Allah (celle celâluhu), noksanlıklardan münezzehtir. Cenâb-ı Hakk’ın bazı isimlerinde ise, bir tazammun söz konusudur. Yani Allah ism-i mübareki, Mâbud-u Mutlak ve Maksud-u bi’l-istihkak unvanı olduğundan, bunları ihtiva eden bütün isimleri kuşatmaktadır. Öyleyse biz, “Allah” dediğimizde aynı zamanda bütün esmâ-i ilâhiyeyi de söylemiş oluruz.
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh), esma-i hüsnâyı “doksan dokuz” olarak rivayet eden tek ravidir. Daha sonraki asırlarda ise, esmâ-i hüsnâ doksan dokuz olarak meşhur olmuştur. Aslında Kur’ân-ı Kerim’deki esmâ-i ilâhiye sayılacak olsa, doksan dokuzdan çok fazla olduğu görülecektir. İhtimal ki, o zaman Hz. Ebû Hüreyre’ye bildirilen esmâ-i ilâhiye o kadardı veya aklında kalanlar bunlardı. Vâkıa, Cevşen’de de, müfret ve mürekkep olarak Cenâb-ı Hakk’ın yüzlerce ismi vardır. Burada Goethe’nin şu enfes sözünü hatırlamak da zannediyorum yerinde olur: “Seni onlarca, yüzlerce isimle çağırıyorlar ey Mevcud-u Meçhul olan Zât! Seni binlerce isimle bile çağırsak, yine de zât-ı ulûhiyetin hakkında ciddî bir şey söylemiş olamayız.”
Evet, Cenâb-ı Hakk’ın zâtının ismi olan “Allah” lafzı, ism-i hâs olduğu için bütün esmâ-i ilâhiyeyi tazammun etmektedir. O (celle celâluhu), isim ve sıfatlarıyla kâinatta her an tecellî etmekte ve kâinat da o başdöndürücü nizamıyla her dem bu hakikati haykırmaktadır.
1 Bakara sûresi, 2/255.