Takdim Yerine
Salih amel ve faydalı işlerdeki her güzel başlangıç, neticeye ermenin ilk şartı ve ilk sebebi olması itibarıyla çok önemlidir; fakat bu durum, o güzelliğin sürekliliği ve devamı adına yeter şart değildir. Zira nice güzel başlangıç vardır ki, “baharı görmeden hazana” ermiş ve geride bir sürü yıkık rüya bırakarak tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup gitmiştir.
O hâlde bir “rüşeym” gibi varlık sahnesine çıkıp hayata göz kırpan her hamle ve aksiyon, kendi olarak geleceğe yürüyebilmesi, meyve verecek bir ağaç hâline gelmesi ve bu keyfiyette hayat ve canlılığını koruyabilmesi adına daha başka dinamiklere ihtiyaç duyacaktır. Kanaatimizce bu dinamiklerin en önemlisi kendini yenileyebilme irade ve cehdidir. Zira kendini yenileme, devamlı var olabilmenin ilk şartı ve en mühim esasıdır. Evet, her şey, kendini yenileyerek canlı kalır ve varlığını sürdürür; yenileme durunca da canı çekilmiş ceset gibi, çürümeye, hebâ olup dağılmaya terk edilmiş olur.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken en önemli husus yenilenmenin doğru anlaşılmasıdır. Kendini yenileme, kesinlikle yenilik hayranlığı ve yenilenme fantezisi ile karıştırılmamalıdır. Zira gerçek yenilenme, kök ve çekirdekteki safvet korunarak, verâset yoluyla geçmişten süzülüp gelen bütün kıymetlerin hâlihazırdaki düşünce ve irfan buğularıyla sentezleri yapılarak daha yeni, daha berrak tefekkür iklimlerine ulaşmaktır. Evet, kendini yenileme, tamamen metafizik çizgide cereyan eden bir hâdise ve ruh plânında bir diriliştir; mukaddeslerine, tarihine sımsıkı bağlılık içinde bir diriliş… Başka bir ifadeyle, eksiksiz tam bir yenileşme, ancak, ruh, zekâ, his ve iradenin müşterek gayretleriyle mümkündür. Ruh gücünü, bütünüyle kullanmak, geçmişten gelen bilgileri eksiksiz değerlendirmek, sürekli olarak ilham ve mâneviyat esintilerine açık kalabilmek, körü körüne taklitlere takılıp kalmamak ve her zaman nizamiliği takip etmek… İşte mantıkî yenileşmenin birkaç dinamiği bunlardır.
İnsan, gençlik döneminde çelik çavak ve zinde bir hayat yaşar. Olgunluk dönemine geldiğinde ise her şey yerli yerine oturur ve o, mantık ve muhakeme insanlarının hayatını yaşamaya durur. Fakat bir dönem de gelir ki, duygu ve düşünceler solmaya, sönmeye ve partallaşmaya başlar. Bu, olgunluk ve ruhta oturaklaşma demek değildir. Aksine bu durum, daha önce size çok şey ifade eden çizgilerin matlaşması, renk atmasıdır.
Esasında, insanın yaşadığı bu değişim ve dönüşümler şahs-ı manevî ve toplumlar için de geçerlidir; onlar da gürül gürüldürler hayatlarının baharında; çevrelerine güller gibi gülücükler salarlar gençliklerinde ve olgunluk çağlarında; renk atar ve sararıp solarlar kendi hazanlarında. Kendi iç dinamiklerini iyi kullanmak suretiyle, kimileri uzun ömürlü kimileri de kısa, yürürler mukadder akıbetlerine..
Bu itibarla, ister ferdî, ister içtimaî hayatta, gözler hep zirveleri kollamalı, kanatlar “daha yukarılar” deyip her zaman gergin bulunmalı, himmetler “ulü’l-azmâne” bir çizgi takip etmelidir ki, zirvelere ulaşma, şahikalarda dolaşabilme mazhariyeti de gerçekleşebilsin. Yoksa, duraklama ve çözülüp dağılma mukadder demektir. Kur’ân, kendi eser-i mucizesi sayılan aydınlık çağın o güzidelerden güzide topluluğuna: “Mü’minlerin kalblerinin, Allah’ı ve O’nun tarafından indirilen hakikatleri duyarak haşyet hissedip, yumuşayıp daha derin bir dirilişe erme vakti hâlâ gelmedi mi..!”1 diyerek onları çerçevesi verilmeye çalışılan böyle bir “ba’sü ba’de’l-mevt”e çağırmaktadır. Bu çağrıya uyarak mü’min, canlılığını korumak için her zaman yükselip derinleşme aşk u heyecanı içinde bulunmalı, mefkûresi adına hep yüksekleri kollamalı ve tamamiyet peşinde olmalıdır ki sıyanet görsün, devrilmesin ve yaşadığı sürece de hep taze kalabilsin…
Ayrıca, tekarub-u zaman ve tekarub-u mekânın hayatımıza hükmetmeye başladığı, dolayısıyla yeryüzünde herhangi bir yerde ortaya çıkan bir değişim ve dönüşümün baş döndürücü bir hızla her tarafa ulaştığı bugünkü dünyada, öze bağlılık ve sadakat içinde, değişen şartları ve konjonktürü sürekli takip etmek, ciddî bir kritiğe tâbi tutmak ve değişen şartlara göre kendini tekrar ber tekrar gözden geçirip yenilemek daha bir ehemmiyet arz etmektedir. Bu itibarla da geleceğin vaat ettikleri, zaruretleri ve kendine has kuralları bizi, belli noktalara zorlayıp, belli hususlara yönlendirip; mukavemet edilmez, karşı durulmaz, söz dinletilmez sürpriz hâdiselerin şaşkınlığına düşürmeden; düşürüp sendeletmeden, sersemleştirmeden kendimiz olarak yerimizi almamız lâzımdır ki, zamanın dişleri ve hâdiselerin insafsız dişlileri arasında kalıp ezilmeyelim.. ezilmeyelim ve gönüllerimiz imanla dopdolu, gözlerimiz de ümitle pırıl pırıl, takılıp yollarda kalmadan hep istikbale yürüyelim.. evet yürüyelim ki, mevcudiyet ve bekâmız adına karşı koymaya çalıştığımız bugünkü olumsuz istihâleleri unutturacak daha büyük “değişim” ve “dönüşüm” dalgalarına kapılıp çer çöp gibi şuraya-buraya sürüklenmeyelim.
Esasında içinde bulunduğumuz çağın şartları ne olursa olsun, elimizde, ezelden gelip ebede giden, zamanüstü olan, dolayısıyla kendisi için eskiyip partallaşmanın, sararıp solmanın söz konusu olmadığı her daim terutaze Kur’ân hakikatleri bulunmaktadır. Bu sebeple o yüce beyanın müntesipleri olarak bizler, elimizdeki hazinenin kıymetini bilip zinde ruh, aktif sabır, canlı dimağ ve sağlam iradelerle yola koyulduğumuzda, Allah’ın izni ve inayetiyle, bir baştan bir başta bütün yeryüzüne yeni bir ses, yeni bir soluk olarak yepyeni bir medeniyet tasavvuru sunabiliriz.
Evet, vahyin ışıktan tayfları altında, bunalımdan bunalıma sürüklenen beşer coğrafyasına, her zaman ve her mekânda, her sınıf insanın ihtiyacını karşılayacak ve bütün hayatı kucaklayacak olan böyle bir medeniyet telakkisini sunmamız her an için mümkündür. Ancak hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, böyle büyük bir projeyi hayata taşıyacak olan da insan unsurudur. Bu insan, düşünen, muhakeme eden, akıl kadar tecrübeye, tecrübe kadar akla ve ikisi kadar da ilhama ve vicdana açık bir anlayışta olmalıdır. O, ilimden sanata, teknolojiden metafiziğe, her sahada söz sahibi ve kendini alâkadar eden her mesele ile içli-dışlı olma yollarını araştırmalıdır. Aynı zamanda o, öze saygısı içinde kendini yenilemesini bilen, inşa ruhuna sahip ve her türlü şablonculuğun da karşısında bulunmalıdır. Çelik iradeli ve aşk u heyecanla dopdolu bu yeni insan, doyma bilmeyen ilim aşkı, her gün daha bir başkalaşan mârifet tutkusu ve idrak üstü ledünnî derinlikleriyle, ak devrin aydınlık insanlarıyla omuz omuza ve her gün yeni bir miracın süvarisi olarak da ruhanîlerle atbaşı, insanlık yolunda koşturup durmalıdır.
İşte kanaatimizce, Kırık Testi Serisi’nin on ikinci kitabı “Yenilenme Cehdi”, böyle bir insan modelinin tekevvünü adına bir ömür boyu çırpınıp duran dertli bir dimağ ve muzdarip bir gönlün duygu ve düşüncelerini ifade etmektedir. Bu vesileyle, yayınevi olarak, Muhterem Hocamıza gönül dolusu şükranlarımızı sunar; sıhhat ve afiyet içerisinde daha nice eserlere vesile olmasını Rabbimiz’den niyaz ederiz. Hayırlı okumalar!
Nil Yayınları
1 Hadîd sûresi, 57/16.