İstiğfar

Soru: Günahların bulaşıcı bir hastalık gibi dört bir yanı sardığı günümüzde istiğfarın inanan gönüllere vaad ettikleri nelerdir? İstiğfar için özellikle tercih edilmesi gereken belirli vakitler var mıdır?

Cevap: Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanlarına göre her doğan çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar.207 Esasen insanın yükümlü kılındığı mükellefiyetlerdeki temel espri de doğuştan insana verilen bu aslî fıtratı korumaktır. Yani insan, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği fıtrat-ı asliyeyi vefat edinceye kadar korumakla mükelleftir. Zaten münciyât (insanı sahil-i selâmete ulaştıracak ameller) kategorisinde ele alınabilecek bütün emirler fıtrat-ı asliyeyi korumaya matuf olduğu gibi, mühlikât (helâk eden, felâkete sürükleyen hususlar) olarak isimlendirilen bütün haramlar da fıtrat-ı asliyeyi bozmaya sebeptir. O hâlde insan bir taraftan helâk edici günahlara karşı sağlam seralar oluştururken diğer taraftan da sürekli, salih amellerin peşinden koşmalı; fıtrat-ı asliyesini, kirletmeden ve deformasyona maruz bırakmadan, muhafaza etmenin yollarını aramalıdır.

İşlenen her bir günah insan tabiatı açısından bir deformasyondur. Böyle bir deformasyon yaşayan insanın yeniden formuna girebilmesi yani tabiat-ı asliyesine dönebilmesi ise ancak istiğfarla mümkündür. Diğer bir ifadeyle, günahlar insan mahiyetinde olumsuz bir kısım değişiklikler meydana getirir. Öyle ki, günah ile kirlenen bir kalb zamanla kendi fonksiyonunu dahi eda edemez hâle gelebilir. Ayrıca her bir günah, insanı Allah’tan uzaklaştırır ve onu küfre yaklaştırır. İşte insanı küfre yaklaştıracak günahlardan kurtulma ve kalbde oluşan lekeleri silme ancak istiğfarla mümkün olur.208

Koruyucu Hekimlik

Esasında insan daha baştan günahın en küçüğüne bile adım atmama mevzuunda kararlı bir duruş sergilemelidir. Bu istikamette o, günaha düşmeyeceği temiz ve nezih ortam oluşturma gayreti içinde olmalı ve kendisini günaha sürükleyebilecek zeminlerden yılandan çıyandan kaçar gibi kaçmalıdır. Bu ise ancak her günahta Cehennem’e yuvarlanıyor olma hissini vicdanında derinden derine duyan mü’min bir gönüle müyesser olacaktır. Zaten günaha karşı kalbde bir tiksinti hâsıl olmuyorsa, o kalbin ölmüş olduğuna hükmedilebilir. Evet, hata ve mâsiyetlere karşı tepki vermeyen, günahtan rahatsızlık duymayan, yaptığı yanlışlıklardan dolayı uykuları kaçmayan bir gönül, ölmüş bir bünye gibidir. Bütün bu sebeplerden dolayı, inanan bir gönül, günaha karşı mutlaka bir tepki gösterir. Gösterilmesi gereken tepkilerin en başta geleni ise istiğfardır.

Mü’min “estağfirullah” derken, esasında muzarî kipinin genişlik ve enginliği içinde “Allah’ım, ben Sen’den yarlığanma talep ediyorum/ederim/edeceğim!” demektedir. Evet, burada geçmiş zaman kipinin yerine şimdiki zaman, geniş zaman ve gelecek zaman ifade eden muzarî kipinin kullanılması mânidardır. Zira bununla insan geçmişte işlediği bir günahın affedilmesi talebini bütün bir geleceğe yaymış olmaktadır.

Aslında Cenâb-ı Hak, kulun bir kere yaptığı tevbe ve istiğfarı da kabul ederek onun günahlarını bağışlayabilir. Fakat insana düşen vazife, elinin, ayağının, gözünün veya kulağının kayması karşısında bir kere mağfiret talebini yeterli bulmayıp “Allah’ım, Sen’den yarlığanma diliyorum; ömrüm vefa ettiği sürece de bu talebime devam edeceğim. Bir kere af dilemeyi yeterli bulmuyorum; şu anda beni bağışlamanı istediğim gibi, bu hatamdan dolayı bir ömür boyu pişmanlık duyacak ve affedilip bağışlanma dileneceğim. Yarlığa beni Rabbim!..” diyerek, işlediği tek bir günahın dahi bir ömür boyu nedametini içinde duymasıdır. Evet, mü’min işlediği günah karşısında, kendisine sevap yolu gösterildiği hâlde günah yoluna girmesinin ne kadar ayıp olduğunu düşünmeli, Cennet gibi bir nimet vaadi karşısında günahlara dalarak onu görmezlikten gelmenin bir küstahlık olduğunu bilmeli, içten içe hep o günahın hacaletini duymalı ve böylece sürekli istiğfara yönelmelidir. Öyle ki, bazen tek bir günah için bile on bin defa istiğfar çekmelidir. Hatta kimi zaman bunu bile yeterli görmemeli, “Elfü elfi estağfirullah!” demeli ve bir milyon istiğfarı içinde birden duymaya çalışmalıdır.

Şer Eğilimlerinin Kökünü Kesen İksir

İstiğfar, tahrip edilen mahiyeti yeniden restore ettiği gibi, aynı zamanda şerre karşı eğilim gücünün de kökünü keser. Zira sürekli istiğfar eden ve sürekli arınan bir insan, yeni bir günaha davetiye çıkaracak günah zeminini de ortadan kaldırıyor demektir. Yani böyle bir kimsenin kalbinde başka mikroplara çağrıda bulunacak bir virüs yoktur. Ayrıca bilemediğimiz şekilde Cenâb-ı Hak sürekli istiğfarda bulunan bir insanın, kötülüklere karşı eğilim hissini köreltebilir.

Diğer yandan Allah Teâlâ Furkan Sûre-i Celîlesi’nde;

فَأُۨولٰۤئِكَ يُبَدِّلُ اللهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ

“Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir.”209 buyurmak suretiyle iman, salih amel, istiğfar ve tevbeyle kendisine yönelenlerin kötülüklerini iyiliklere çevireceği müjdesini vermiştir. Evet, Cenâb-ı Hak, işlenen günahlarla kirlenen sayfa ve satırları Kendisine teveccüh edilmesi vesilesiyle silebilir; boş kalan o sayfa ve satırları da, boş kalmasın diye, engin rahmetiyle güzelliklerle doldurabilir. Bu da Allah’ın rahmetinin gazabının önünde olmasının ayrı bir tecellisidir.210

Üstad Hazretleri bu âyet-i kerimeyi, daha farklı bir yaklaşımla, tevbe ve istiğfar neticesinde insanın şer kabiliyetlerinin hayır kabiliyetine değiştirileceği şeklinde yorumlar.211 Buna göre kul, günahtan sonra sadakat izhar ederek tevbeyle yeniden Allah’a teveccüh ettiğinde Cenâb-ı Hak da, “Mademki sen Bana döndün. Öyleyse Ben de sendeki şer kabiliyetlerini hayır kabiliyetine çeviriyorum.” şeklinde mukabelede bulunabilir.

İstiğfar İçin Önemli Zaman Dilimleri

Farz namazların arkasından üç kere af talebinde bulunmak sünnettir. İnsanın, Allah’a en yakın bir konuma ulaştıktan ve O’nun en sevdiği bir ibadeti icra ettikten sonra istiğfar etmesi şu iki hususla açıklanabilir: Birincisi, insanın kendisini namaza verememesi, ilâhî huzurun atmosferine giremeyerek hâlâ kendi dünyasında dolaşması, kendi hesaplarının arkasından koşması ki, miraç sayılan bir ibadette ortaya konulan bu tür tavırlar Allah’a karşı bir saygısızlıktır. Dolayısıyla Allah’ın huzurunda, Efendiler Efendisi’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) Miraç’ta duyduğu mânâları duyma peşinde koşması gereken bir insanın, kendisine takılması, laubali tavırlar takınması istiğfar etmeyi gerektirir.

İkinci olarak, namaz, Cenâb-ı Hakk’a yapılan tazarru ve niyazların hora geçtiği bir mevki olduğundan, onun ardından yapılan duaların ayrı bir kıymet ve makbuliyeti vardır. Dolayısıyla böyle bir makamda Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edilip günahlardan arınma ihtiyacının O’na arz edilmesi adına üç defa “Estağfirullah” denilmesi Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından tavsiye edilmiştir.212 Bu yönüyle beş vakit namaz, istiğfar için önemli bir zemin ve fırsattır.

Kur’ân-ı Kerim’de beyan buyurulan; كَانُوا قَلِيلًا مِنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ۝وَبِاْلأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ “Onlar geceleri az uyurlar ve seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.”213 âyet-i kerimesi, istiğfar için çok önemli ayrı bir zaman dilimine dikkat çekmektedir. Bu âyet-i kerimede, bir taraftan, seherlerde kalkıp istiğfar eden, yana yakıla Allah’a içini döken, seccadeye başını koyduktan sonra bir daha başını kaldırmayı âdeta unutan mü’minler takdir ediliyor ve bu takdir de gök ehline, ruhanîlere ve bütün mü’minlere duyuruluyor. Diğer taraftan da bu beyanla, mü’minlere bir hedef gösteriliyor. Zira Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha’da mü’minlerin bazı vasıfları vakayı rapor şeklinde anlatılırken, hem bu vasıflara sahip olanlar takdir edilmiş hem de henüz bu niteliklere sahip olmayanlar için ulaşılması gereken bir hedef gösterilmiş olur. Öyleyse insanların uykuda olduğu seher vakitlerinde hiç olmazsa iki rekât teheccüt namazıyla Rabb-i Kerîm’e karşı kulluğunu arz etme, hiç kimsenin haberdar olmadığı o dakikalarda kalkıp istiğfar etme çok önemlidir.

Öte yandan insanın kalbinin yumuşadığı, günahlarının ağırlığını içinde hissettiği ve heyecanlarının köpürdüğü zamanlar da istiğfar adına çok iyi değerlendirilmelidir. Çünkü bu anlarda kurbet esintileri var demektir.

Hata ve günahların arkasından hiç zaman kaybetmeksizin hemen Cenâb-ı Hakk’a yönelmek de istiğfar için önemli vakitlerden biri olan “hata ve günaha adım atıldığının fark edildiği ilk ân”ı değerlendirmek olacaktır. Zira günah bir girdap gibidir ve aynı zamanda o, insanda bağımlılık meydana getirir. Dolayısıyla günaha dalan bir insanın ondan kurtulması kolay olmaz. Hatta gırtlağına kadar değişik kötülüklere batan bir kişi, eğer ciddi bir azim ortaya koyarak oradan çıkma hususunda iradesinin hakkını vermezse, zamanla o günahın yasaklanmamış olmasını temenni etmeye başlayabilir ki, bu da o insanı itikadî noktada felâkete sürükleyebilir. Batanlar genellikle bu tür düşüncelerle batmıştır. İşte bu sebepledir ki, daha başta “Bu yol bataklığa gidiyor. Birkaç adım sonra ben de geriye dönülemeyecek bir noktaya savrulabilirim.” deyip hiç vakit kaybetmeksizin içine düşülen hata ve günahtan geriye dönmek çok önemlidir.

Son bir husus olarak şunu ifade edeyim ki, mağfiret talebi adına yukarıda belirtilen zaman dilimleri önemli bir fırsat aralığı oluştursa da, istiğfar için ille de hususi bir zaman tahsis etmek şart değildir. İstiğfarı bu vakitlerle sınırlandırmak ise kesinlikle doğru değildir. Zira insan sabah akşam, gece gündüz her zaman af talebinde bulunabilir, ömrünün her ânını istiğfar adına bir fırsat olarak değerlendirebilir. Evet insan, fırsatını bulduğunda hemen bir kenara çekilip, ister diz çökerek isterse başını yere koyarak istiğfar ve tevbeyle Cenâb-ı Hakk’a yönelebilir. Hatta bir yerden bir yere giderken, araba kullanırken, birisini beklerken insan boş duracağına, farklı farklı istiğfarlarla Allah’a içini dökebilir. Aslında insanın her ânını bu istikamette değerlendirmesi gerekir. Zira ölüm, ansızın karşımıza çıkabilir. İstiğfarla mırıldanan dudaklarla ölümü karşılamak ise, tertemiz bir hâlde ötelere yürümek adına çok önemli bir vesiledir.

***

Soru: İnanan gönüller için bir arınma kurnası olan istiğfarın usûl ve âdabına dair neler tavsiye edersiniz?

Cevap: İnsan istiğfara başlarken, öncelikle, Cenâb-ı Hakk’ın azamet ve ululuğunu hatırlamalı, tazim, tekbir ve tesbihte bulunmalıdır. Bu hususla alâkalı, Resûl-i Ekrem Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) şeref-sudûr olmuş pek çok beyan bulunmaktadır. Bu rivayetlerden ilham alarak istiğfara şu ifadelerle başlanabilir:

اَللهُ أَكْبَرُ كَبِيرًا وَالْحَمْدُ لِلهِ كَثِيرًا فَسُبْحَانَ اللهِ بُكْرَةً وَأَصِيلًا لَا إِلٰـهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ نَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الْأَحْزَابَ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ

“Büyük Allah’tır, her türlü hamd ü senâ O Yüceler Yücesi’nin hakkıdır ve sabah-akşam tesbîh ile anılmaya lâyık yalnız O’dur. Allah’tan başka ilâh yoktur. O tektir. O kuluna yardım etmiş, tek başına bütün düşman ordularını hezimete uğratmıştır. O’nun eşi ve ortağı yoktur.”

Allah’ın yüceliğini ve büyüklüğünü ifadeden sonra Efendiler Efendisi’ne (aleyhissalâtü vesselâm) salât u selâm getirme de yapılacak istiğfarın kabulü adına çok önemlidir. Çünkü salât u selâm Allah’ın kabul buyurduğu bir duadır. Bilindiği gibi salât u selâmla insan, Kâinatın İftihar Tablosu’yla irtibat kurabilme adına çok önemli bir vesile elde etmiş olmaktadır. Dolayısıyla insanın daha istiğfara başlarken Hz. Seyyidü’l-Evvâbîn’i şefaatçi yaparak Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmesi ayrı bir kurbet vesilesi olacaktır.

Bir de hacet namazlarında olduğu gibi istiğfardan önce, ümmet-i Muhammed adına mağfiret talebinde bulunulabilir. Ebdalin sabah ve akşam virdleri arasında yer aldığı üzere,

اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِأُمَّةِ مُحَمَّدٍ اَللّٰهُمَّ ارْحَمْ أُمَّةَ مُحَمَّدٍ

“Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i mağfiret eyle! Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e merhamet eyle!” diyebilirsiniz. Böylece ümmet-i Muhammed hakkında hayırlı bir dilekte bulunmuş olursunuz ki, yapacağınız istiğfarın makbul olması adına bunların hepsini birer mukaddime sayabilirsiniz. Hatta isterseniz kendinizi ümmet-i Muhammed’in en mücrim fertlerinden biri olarak görüp

اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي وَاغْفِرْ لِأُمَّةِ مُحَمَّدٍ اَللّٰهُمَّ ارْحَمْنِي وَارْحَمْ أُمَّةَ مُحَمَّدٍ

“Allah’ım! Beni ve ümmet-i Muhammed’i mağfiret eyle! Allah’ım! Bana ve ümmet-i Muhammed’e merhamet eyle!” diyerek bu mevzuda kendinizi öne çıkarabilirsiniz.

Sözlerin En Güzeliyle Mağfiret Talebi

Kişi böyle bir dîbâceden sonra hata ve günahlarının affedilmesi adına Kur’ân-ı Kerim’de dua şeklinde şeref-nüzul olan şu âyetlerle Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edebilir:

لَۤا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

“Sen bütün noksan sıfatlardan münezzehsin; doğrusu ben zalimlerden oldum (affını bekliyorum)214;

أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

“Bana ciddi bir zarar dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin.”215;

رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ

“Yarlığa Rabbim ve merhamet buyur; buyur ki, Sen merhameti en hayırlı olansın.”216;

رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي

“Ya Rabbî, ben kendime yazık ettim, affeyle beni!”217;

رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ

“Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve mü’minleri bağışla!”218;

رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِۤي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve bilmeyerek içine düştüğümüz aşırılıklarımızı affeyle; doğru yolda ayaklarımızı sabit kıl ve küfr ü küfran içindekilere karşı bize yardımcı ol.”219

Kur’ân-ı Kerim’deki duaların yanında, Sünnet-i Sahiha’da da istiğfar makamında okunabilecek çok güzel dualar yer almaktadır. Mesela Hazreti Ebû Bekir Efendimiz, namazlarda okumak üzere Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir dua talebinde bulunmuş, Fahr-i Kâinat Efendimiz de ona şu duayı talim etmiştir:

اَللّٰهُمَّ إِنّـِي ظَلَمْتُ نَفْسِي ظُلْمًا كَثِيرًا وَلَا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا أَنْتَ فَاغْفِرْ لِي مَغْفِرَةً مِنْ عِنْدِكَ وَارْحَمْنِي إِنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

“Allahım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız Sensin. Öyleyse katından hususi ve sürpriz bir mağfiretle beni mağfiret eyle ve bana merhamette bulun! Zira yegâne Gafûr (günahları yarlığayan) ve yegâne Rahîm (merhamet eden) Sensin.”220 Namazların secdesinde ve tahiyyattan sonra okunabilecek olan bu duanın istiğfar gibi önemli bir makamda okunması çok yerindedir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’den şeref-sudûr olmuş, seyyidü’l-istiğfar ismindeki şu dua da istiğfar adına çok önemli bir duadır ve sabah akşam okunabilir:

اَللّٰهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ خَلَقْتَنِي وَأَنَا عَبْدُكَ وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَيَّ وَأَبُوءُ لَكَ بِذَنْبِي فَاغْفِرْ لِي فَإِنَّهُ لَا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلَّا أَنْتَ

“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. İbadete lâyık Senden başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet; şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.” Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu duayla ilgili şöyle buyurmuştur: “Bu duayı her kim sevap ve faziletine gönülden inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse, o kimse Cennet ehlinden olur. Her kim de sevap ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmazdan önce ölürse, o kimse de Cennet ehlinden olur.”221

Arındığını Hissedinceye Dek Yalvar!

Ayrıca kişi, başını yere koyarak yoruluncaya, içinde bir itminan hâsıl oluncaya ve arındığını hissedinceye kadar,

يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ أَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَلَا تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي طَرْفَةَ عَيْنٍ

“Yâ Hayyu, yâ Kayyûm (gerçek hayat sahibi ve kâinatı ayakta tutan), rahmetin hürmetine Senden yardım diliyorum; her hâlimi ıslah et ve göz açıp kapayıncaya kadar olsun beni nefsimle baş başa bırakma!” diyebilir. Bazıları bu duaya şu ilaveyi de yapmışlardır: وَلَا أَقَلَّ مِنْ ذٰلِكَ Bunun mânâsı da, “Göz açıp kapamadan daha az bir süre bile beni benimle baş başa bırakma!” demektir.

Peygamber Efendimiz’in uykudan uyanınca okudukları şu dua da bu makamda kalbin sesi olarak dile dökülebilir:

سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ أَسْتَغْفِرُكَ لِذَنْبِي وَأَسْأَلُكَ رَحْمَتَكَ، اَللّٰهُمَّ زِدْنِي عِلْمًا وَلَا تُزِغْ قَلْبِي بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنِي وَهَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ

“Sübhânsın yâ Rab; Senin şanın ne yücedir. Allahım, Senden bütün günahlarımı bağışlamanı istiyor, Senden rahmetini diliyor ve dileniyorum. Allahım, ilmimi artır, bana ihsan ettiğin hidayetten sonra kalbimi haktan saptırma, bana yüce katından meccanen aşkın mı aşkın rahmet ihsan eyle. Doğrusu lütfen, keremen, karşılıksız bol bol ihsanda bulunan sadece Sensin.”222

Diğer taraftan herkes kendi konumu itibarıyla hata, kusur ve günahlarını mülâhazaya alarak her gün binlerce kere estağfirullah/sübhânallah çekmelidir. Mesela Ebû Hüreyre Hazretleri’nin her gün on iki bin defa sübhânallah dediği rivayet edilmiştir. Ona, “Bu çok değil mi?” diye sorduklarında; “Günahlarım sayısınca söylüyorum.” şeklinde cevap vermiştir.223 Devs’ten gelip ashab-ı suffe arasına giren, uzun süre İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) huzurunda bulunan, O’ndan en fazla hadis rivayet eden ve Allah Resûlü’nden sonra herkesin kendisine başvurduğu bir menhelü’l-azbi’l-mevrûd hâline gelen o Devs’in aslanının bir günahı olacağını zannetmiyorum. Ama o kendi ufku itibarıyla bunu gerekli görüyordu. O hâlde günahlarla delik deşik olmuş bizim bugünkü hayatımızı göz önünde bulundurunca, her gün otuz bin defa istiğfar etsek yine de az sayılır.

Bütün bunların yanında el-Kulûbu’d-dâria’ya da giren, büyük zatların istiğfarları da okunabilir. Mesela Hasan Basrî Hazretleri, baş döndürücü bir iç derinliğine sahip olan ve ciddi şekilde kendisiyle yüzleşen bir insandır. İmkânınız varsa, onun günlere dağıtarak okuduğu istiğfarı siz de günlere tahsis ederek okuyabilirsiniz. O, istiğfarlarına salât u selâmla başladıktan sonra kendince günahlarını sayıp döküyor ve sonra yine salât u selâmla duasını bitiriyor.224 Aslında ne onun yaşadığı dönem ne de onun tabiatı, zikredilen o türlü mesâvii işlemeye müsait değildir. Evet, sabah-akşam Hakk’a kullukta bulunan ve hayatını hak yolunda mücadeleye adayan bir insanın bu türlü günahlara düşmesi mümkün değildir. Fakat bununla birlikte o, belki de aklından geçen, hayaline uğrayan şeylerden dahi yana yakıla Allah’a tevbe ve istiğfarda bulunuyordu. Biz dinî yaşantımızda Hasan Basrî’den ileri olmadığımız gibi, hatalarımızda da ondan geri değiliz. Dolayısıyla onun her gece okuduğu bu duaları biz her gece iki defa tekrar etsek yine de az sayılır.

İnsan istiğfar makamında gönlünden diline dökülen tazarru ve niyazlarını bitirirken, başlarken yaptığı gibi yine Efendiler Efendisi’ne (aleyhissalâtü vesselâm) salât u selâm getirmelidir. Zira iki makbul dua arasında yapılan duanın kabul edileceği müjdelendiği225 için, insan duasının sonunda tekrar Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) salât u selâm getirmelidir ki istiğfarı iki makbul dua ile kanatlanıp makbuliyet ufkuna yükselsin.

Son bir husus olarak da şunu ifade edeyim ki, istiğfar makamında söylenilen her kelime mutlaka şuurluca söylenmelidir. Zira gafilâne, şuursuzca söylenilen sözler, hem Cenâb-ı Hakk’a karşı saygısızlıktır hem de yalan olma ihtimali vardır. Bu itibarladır ki söylenen her bir kelime, kalbin derinliklerinden kopup gelmeli ve onların her biri geçtiği yerde mutlaka iz bırakmalıdır. Öyle ki, insan bu şuurla Cenâb-ı Hakk’a içini döküp mağfiret talebinde bulunurken günahlarının hacaletinden kıvrım kıvrım kıvranmalı, nedametle ürpermeli ve âdeta kalbi duracak hâle gelmelidir.

207 Bkz.: Buhârî, cenâiz 80, 93, tefsîru sûre (30) 1, kader, 3; Müslim, kader 22-25.

208 Bkz.: Tirmizî, tefsiru sûre (83) 1; İbn Mâce, zühd 29.

209 Furkan sûresi, 25/70.

210 Bkz.: Buhârî, tevhid 15, 55; Müslim, tevbe 14-16.

211 Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s. 342 (Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas).

212 Bkz.: Müslim, mesâcid 135; Tirmizî salât 108.

213 Zâriyât sûresi, 51/17-18.

214 Enbiyâ sûresi, 21/87.

215 Enbiyâ sûresi, 21/83.

216 Mü’minûn sûresi, 23/118.

217 Kasas sûresi, 28/16.

218 İbrahim sûresi, 14/41.

219 Âl-i İmrân sûresi, 3/147.

220 Buhârî, ezan 149; tevhid 9; daavât 16; Müslim, zikr 47, 48.

221 Buhârî, daavât 2; Tirmizî, daavât 15.

222 Ebû Dâvûd, edeb 99; en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/216; el-Hâkim, el-Müstedrek 1/724.

223 İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 5/345; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 8/79.

224 Bkz.: M. F. Gülen, Kulûbu’d-dâria s. 138-156.

225 Bkz.: el-Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân 14/235; Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 3/20.

-+=
Scroll to Top