Takdim Yerine
Her varlık, bu âlemde kendi kemal zirvesine ulaşma istikametinde ayrı bir yol takip eder.
Tohumlar toprağın bağrında çatlar, sonra rüşeymleşir; rüşeymler, sertlerden sert taş ve toprak tabakasıyla boğuşa boğuşa gün yüzüne çıkar.
Filizler, bir ömür boyu yata-kalka ancak başağa, goncaya ulaşabilir.
Tomurcuk, yüz defa bağrını güneşe açar ve yüz defa gecenin karanlıkları karşısında gerilime geçer, sonra varlığa erer.
Çiçekler, tipiyle-boranla savaşa savaşa yol alır.
Anneler bin bir sancıyla ve inleye inleye doğum yapar.
Yavrular, bir “rüşeym” halinde anne karnında belirir, karanlıktan karanlığa intikal eder; şekillerin ve kalıpların her çeşidine gire gire, tam dokuz ay sonra, o gül-endam kâmetiyle dünyaya ayak basar.
Irmaklar çağlaya çağlaya, kayalara çarpa çarpa damınır, saflığa erer ve bulutun gözündeki damlalara denk hâle gelir.
Sular, ne zorluklarla buğu buğu yükselir ve bulutlaşır.
Varlık âleminde her şey, ama her şey sabırlı bir bekleyiş, bitmeyen bir azim ve direnişle hedefine doğru adım adım yol alır.
Ya varlığın en eşrefi insanoğlu?
O da, kemale giden yolda; kendini bulma, özüne erme uğrunda karşısına çıkan güçlüklerle pençeleşe pençeleşe, sıkıntıları göğüsleye göğüsleye, derbentleri aşa aşa varıp kendisine gösterilen hedefe ulaşmak mecburiyetinde olan bir yolcudur.
Ve hele kendi özünü bulma gayretiyle beraber başkalarını da kendi özlerine erdirme, onları da insanlık ufkuna taşıma idealiyle yanıp tutuşanlar için yolun kaderi bir başka tecelli eder.
Onlar için bu yolda öyle sarp tepeler, öyle kandan irinden deryalar vardır ki kimi zaman tepeler aşılmaz, kandan irinden deryalar da geçilmez gibi görünür. İmtihanların biri biterken diğeri başlar. Tamamen yok etmeye, bitirmeye kilitli kirli tuzakların, korkunç kumpasların, şeytanî komploların biri savuşturulurken bir başkası ortaya çıkar. Evet, bu yolda onlar nice şirretliklerle karşılaşır, her köşe başında ayrı bir imha plânıyla burun buruna gelir, bir cani, bir serseri gibi hakarete uğrar; hatta çok defa insanca yaşama haklarından mahrum edilirler.
Bir de düşmanın amansızlığı ve insafsızlığı yanında, yolun kaderinde vefasız dostların eliyle çekilen imtihanlar vardır ki doğrusu dayanılması en güç olan da işte budur. Zira düşmanın hasımca vaziyeti, insanlık ve mürüvvetle telif edilmese bile, düşmanlık mantığına uygundur. Hatta düşünce yapısı, dünyaya bakış keyfiyeti ve değer hükümlerindeki farklılıklar çoğaldıkça bu husumetin artması -aynı mantıkla- tabiî görülebilir. Ne var ki, aynı kader çizgisinde mücadele ediyor görünenlerin, aynı duygu ve düşünceleri paylaşanların kıskançlık ve rekabet hissiyle düşmanlığa kilitlenmeleri, iftira şebekeleri teşkil etmeleri, sabah akşam kinle-nefretle oturup kalkmaları kat’iyen akıl ve mantıkla telif edilemez. Hele insanlık ve mürüvvetle asla!
Evet, böyle vefa umulan bir yerden ihanet ve cefa görmek hem acı hem de oldukça düşündürücüdür. Ama neylersin ki aldatmanın akıllılık, kendi anlayışından başka hiçbir anlayışa hayat hakkı tanımamanın sadakat, bağnazlığın muhafazakârlık sayıldığı bir dünyada bu kabîl iptilâ ve imtihanlar eksik olmayacağından yolun kaderi deyip sabr u sebat göstermeden başka da çare yoktur. Evet, bu yolun yolcuları, fert olarak da, aile ve toplum olarak da;
“ Gelse celâlinden cefâ,
Yahut cemâlinden vefa;
İkisi de câna safâ,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş.”
deyip dayanma mecburiyetindedir.
Ancak bütün zorluklarına, bütün meşakkatlerine, bütün acı ve ızdıraplarına rağmen ucu gidip Cennet’e uzanan bu yolda o ebedi mutluluk yurdundan sürekli esip gelen daimi meltemler vardır. Yüreklere sürekli inşirah salan bu meltemler bu yolun yolcularında iman ve ümitten kaynaklanan öyle derin bir saadet ve iç huzuru meydana getirir ki, en korkunç hâdiseler karşısında bile onların çehresinde tevekkül ve teslimiyetin, itminan ve vakarın parıl parıl parıldadığı görülür. Evet, imanın ve Hakk’a itimadın iç dünyalarına saldığı nurlar sayesinde onlar, ne çevrelerinde oluşturulmak istenen gürültü ve velveleyle sarsılır, ne her yanı saran toz-duman karşısında panikler ne de üst üste üzerlerine gelen zulme, zalime ve zulümâta “eyvallah” ederler. Allah’a dayanır, sa’ye sarılır, hikmetle donanır ve yürürler hız kesmeden doğru bildikleri yolda.
Tahribe kilitlenmiş bir kısım çılgın ruhlar yıkımlarını sürdürür ve her yanda fitne ocakları tutuşturmaya çalışırken onlar inadına ve sebatla, sürekli güzellikleri kollar, güzellikler arkasında koşar, hülyalarını güzelliklerle süsler, etraflarına gülücükler yağdırır, gül alır gül satar, gülü gül ile tartar, gülden terazi tutarlar. Ellerinde muhabbet kâseleri koşarlar dünyanın dört bir tarafına, seyahatler tertip ederler yedi iklim dört bucağa; uğradıkları herkese hâl ve gönül diliyle bir şeyler fısıldar, çevrelerine hep sevgi mırıldanır, karşılaştıkları ruhları sevgiye uyarır ve gönüllere sevgiden tahtlar kurarlar.
Bu yolda, yolun her aşamasında, Rahmet-i Sonsuz’un lütfunu, inayetini, siyanetini gördükçe şükranla iki büklüm olur ve aldırmazlar çevrelerinde kudurup duran kinlere, nefretlere ve gayzla köpürmelere. Öyle ki, herkesi korkutan, zayıf yüreklere ümitsizlik salan en korkunç fırtınaları, tayfunları, tipileri-boranları ayaklarının altından geçip giden “ahvâl-i âdiye”den hâdiseler gibi görür, zalimlerin tehditlerine, hayhuylarına, bağırtı ve şamatalarına zerre kadar ehemmiyet vermeksizin yürürler yüce mefkûrelerinin tüllendiği zirvelere doğru.
En amansız dönemlerde, en imansız hâdiseler karşısında bile onlar Allah’ın izniyle sarsıntı nedir bilmez, Cenab-ı Hakk’ın şimdiye kadar bahşettiği lütufları, gelecekte lütfedeceği ekstra ihsanların referansı olarak görür ve yol boyu karşılaşılan o kaskatı kederleri hiç mi hiç duymaz olurlar. Dahası, istihdam edildikleri işlerin çehresinde uhrevî bir şiiri dinler gibi “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş!” der, elemleri aynı lezzet kabul eder, başlarına gelen belâ ve musibetleri de ötelerden gelmiş en büyük iltifat olarak kabul ederler. Aslında bu tür seviye insanları için hayat, her gün bir kere daha taptaze duyulmakta, tabiî ahvâle karşı olduğu gibi sürprizlere de açık bulunmakta ve ağlamalar içinde gülmeler, elemler arasında lezzetler ve ızdıraplar arkasında daimî hazlar var etmektedir. Böyle olunca da onlar için hemen her zaman yazlar tıpkı baharlar gibi diriliş naraları atmakta, sonbahar ve kışlar da yeni bir diriliş muştusuyla guruplara tulû boyası çalmakta, mevsimler farklı birer saadet vaadiyle birbirini takip etmekte ve bu atmosferde âdeta her zaman bir sevinç ve ferah heyecanı çağlamaktadır.
Görüldüğü üzere yolun kaderinde gece de vardır, gündüz de; kış da vardır, bahar da. Ne var ki, karanlık, kendi zararına, aydınlıkları bağrında geliştirir; kış, mekiğini hep bahar hesabına hareket ettirir. Bundandır ki her kışı bir bahar, her geceyi bir gündüz takip eder durur. Ölümler, dirilmek için; ızdıraplar da daha revnaktâr bir hayata ermek içindir. Fert, hayatı boyunca, elli bin defa ölüp dirilmekle, “egonun” karanlık ve yanıltıcı baskılarından kurtularak, ruhta ebediyete ulaşır. Toplum ise çektiği sıkıntılar ve karşısına çıkan gailelerle pençeleşe pençeleşe pişer, olgunlaşır ve ölümsüzlüğe erer.
Dünden bugüne, yer yer düşmanlarından ve zaman zaman da dost kılığına bürünmüş hasımlarından ihanet darbeleri yiyen bu milletin hakiki vatansever evlatları, bugün de tarih boyu çekilen imtihanların en acı ve en ağırlarından biriyle karşı karşıya bulunmaktadır. En korkunç ihanet projeleriyle dört bir yandan şer şebekeleri onların üzerine at sürmekte ve onları ablukaya almaya çalışmaktadır. Ama öyle inanıyoruz ki onlar, geçmişte olduğu gibi bugün de, Allah’ın izni ve inayetiyle, bu ölüm kalım imtihanını inanç, ümit, azim ve kararlılıkla atlatacak, aşacak ve inşâallah bir kere daha bütün bir hasım dünyanın plânlarını altüst edeceklerdir. Belki onlar, bundan sonra da bir kısım imtihanlar görecek, tekrar tekrar ırgalanacak, karşılarına ateşten tepeler, kandan irinden deryalar çıkacak; ancak, bütün bunlar onların, kendilerini yenilemesine ve metafizik gerilimlerine yardımcı olacaktır. Zira onlar, bu hâdiselerle dost ve düşmanını tanıyacak, bunlarla bilenecek, bunlarla düştükten sonra doğrulup kalkmanın ve kendine gelmenin yollarını öğreneceklerdir.
İşte “Yolun Kaderi” adıyla elinize ulaşan bu kıymetli eser, bize bu yüce hakikatleri anlatmakta, hak yolunda yürümenin aşk u heyecanı, zevk ü safası olduğu gibi bir sürü de inişi-çıkışı, deresi-tepesi, sıkıntı ve ızdırabının olduğunu hatırlatmaktadır.
Mesela, “Engellemeler Karşısında Hakka Hizmet Yolu” adlı ilk yazıda hak yolunun yolcuları, bu yolun meşakkatleri hususunda şöyle uyarılmaktadır:
“Bu yolda siz bazen vefa umduğunuz kimselerden cefa görebilir, bugüne kadar aynı kaderi paylaştığınız ve beraber yürüdüğünüz kimselerce yalnız bırakılabilir ve hiç ummadığınız kişilerce sırtınızdan hançerlenebilirsiniz. Fakat yine de hiç yılmadan, bıkmadan, usanmadan ve bu gibi olumsuzluklara takılmadan vicdanlarınızda yeni yeni kapılar açarak doğru bildiğiniz yolda yürümeye devam etmeli; yeni bir kısım dinamikleri değerlendirerek vicdan ufkunuz ve ruh enginliğiniz itibarıyla sürekli çıtayı yükseltmeye çalışmalısınız.”
“Gizli Ajanda İthamı ve Cinnet Psikolojisi” adlı yazıda ise, hak ve hakikate tercüman olanların, cinnet denebilecek ölçüde muamelelere maruz kalabileceği ama bütün bunların daha başta bu yolun tabiî bir neticesi, bir realitesi olarak görülmesi gerektiği ifade edilmektedir:
“İhtimaller üzerine hüküm bina edip insanların geleceklerine dair bir kısım kurgular oluşturmak ve hâlihazırdaki durumları itibarıyla onları potansiyel suçlu gibi göstermek ancak bir cinnet ifadesi olabilir. Fakat neylersiniz ki, bütün dünyada, özellikle de şimdilerde ülkemizde bir cinnet hâli yaşanıyor. Dolayısıyla böylesine cinnet yaşayan insanlara, kendinizi anlatabilmeniz bir hayli zordur. Bu sebeple, öncelikle bu realiteyi kabul etmek gerekir. Daha sonra da ümitsizliğe kapılmadan, bıkkınlık göstermeden hüsnüniyetinizi, ileriye matuf hiçbir hesabınızın ve gizli ajandanızın bulunmadığını söz ve beyanlarınızla, tavır ve davranışlarınızla her fırsatta ifade edip ortaya koymalısınız.”
“İftiralar Karşısında Yapılması Gerekenler” adlı yazıda da muhterem müellif, kendi suçlarını örtbas etmek için masum insanlara her türlü kötülüğü reva görenlere, yine de her şeye rağmen nasıl muamele edilmesi gerektiğini şöyle ifade ediyor:
“Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanları içinde, temiz insanlar temizlikleri etrafında bir araya gelirken, kirli insanlar da kendi kirlilikleri etrafında bir araya gelirler. (Bkz.: Buhârî, enbiyâ 2; Müslim, birr 159, 160) Evet kirliler, ismet ve iffetleriyle yaşayan, sadakat ve fedakârlıktan ayrılmayan, her daim nezahetlerini koruyan insanları çevrelerinde istemezler. Ancak, bu tür zulüm ve tecavüzler karşısında bile adanmış ruhlar sırat-ı müstakimden ayrılmamalı, duygu ve düşüncede hep dengeli davranmalıdırlar. Onlar kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye gibi duygularda dengeli oldukları gibi, haset, hırs, kin ve nefrete maruz kaldıklarında ortaya koyacakları mücadele tarzında da dengeyi muhafaza etmelidirler.”
Kitabın sonunda yer alan “Fitne Ateşi ve Dua” adlı yazıda ise muhterem müellif, belâ ve musibetleri hak yolunun cilveleri olarak dile getirmekte ve hâdiselerin ekşi yüzüne bakmaktan ziyade onların bize sunduğu mesaja dikkatlerimizi çekmektedir:
“Esasında hak yolunda bulunuyor olmanın değişmez kaderidir belâ ve musibetler, fitne ve mihnetler. Zira bir insan, Allah karşısındaki duruşunun sağlamlığı ve ciddiyeti ölçüsünde ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrün hedefi hâline gelir. Şayet siz, sahip olduğunuz iman, dava düşüncesi ve ortaya koyduğunuz kıvam ile karşı taraf için endişe verici bir insan hâline gelmişseniz, onlar sizin yakanızı hiçbir zaman bırakmazlar.
Peygamber Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem), أَيُّ النَّاسِ أَشَدُّ بَلاءً “Yâ Resûlallâh! Belânın en şiddetlisine maruz kalan insanlar kimlerdir?” diye sorulduğunda O (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle cevap vermişti: اَلْأَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْأَمْثَلُ فَالْأَمْثَلُ “Peygamberler, ondan sonra da derecesine göre diğer insanlardır.” (Bkz.: Tirmizî, zühd 57; İbn Mâce, fiten 23; Dârimî, rikak 67) Bu hadis-i şeriften de açıkça anlaşılacağı üzere, belânın en şiddetlisi, en çetini, en altından kalkılmazı peygamberlere gelir.”
“Yolun Kaderi” kitabından anladığımız; yol bu, töre bu, gerisi aldanma ve heves! “Gevşeklik göstermeyiniz, tasalanmayınız; İnanıyorsanız mutlaka üstünsünüz!” (Âl-i İmrân Sûresi, 3/139) müjdesi ise bu konuda yüreklere derman, diriltici nefes!
Yola, yolcuya ve yolun kaderine bu şuur ve idrakle bakma ümit ve duasıyla hayırlı okumalar!
Yayınevi