Geçenlerde bir münasebet ile birisi bana sordu Başbakan sizinle görüşmede plânladığı hedefine ulaştı mı? Ben de cevaben: Onu gidip Sayın Başbakan’a sormanız lazım dedim. Bu defa; ‘Siz’ deyince ben; ‘Ben memleketim ve milletim ile ilgili bir-iki meseleyi ilk elden anlatma amacıyla gittim, görüştüm. Bu görüşmeden hedeflenilen hususun elde edilip edilmemesine gelince onu zaman gösterecek’ cevabını verdim.
Evet, ilk el, ilk ağız meselesi bence çok önemli. Aktarılması, anlatılması düşünülen şeyler elden ele, dilden dile geçerken ilâveler ve kısaltmalar oluyor, bu sebeple maksat da hasıl olmuyor. Yine yakın geçmişte devletin önemli müesseselerinde yer alan bir dostumuzla konuşurken bana şu meâlde sözler söyledi: ‘Hocam, rica ederim, biz karşımızda birkaç tane Fethullah Hoca görmek istemiyoruz. Onun için kime ne diyecekseniz, çıkın ortaya kendiniz konuşun, kendiniz söyleyin. Aksi takdirde sözlerinize ilâveler, çıkartmalar, üslup değişikliği nedeniyle, karşımıza birçok Fethullah Hoca çıkıyor.’ Samimi bir şekilde söylenen bu sözler bana çok enfes geldi.
Burada yeri gelmişken bir hususa temas edeyim. Yapılan hizmetler ve bunda elde edilen başarılar karşısında şımarmama, küstahlaşmama esas olmalıdır. Şununla, bununla…. görüşüldü diyelim, bu bizi laubaliliğe itmemeli. Ayrıca yapılan şeyler yanlış olduysa, bu defa da hiç vakit kaybetmeden telâfî cihetine gitmeli. Zira ‘olan ile ölene çare bulunmaz’ derler. Öyleyse telâfî yönlerini araştırırız. Bu dava uğruna, bu hizmetin hatırına elli defa döner, doğruyu bulmaya çalışırız. Hiçbir iddiamız ve beklentimiz yoktur. Bu kudsî dairede yer alan herkesin de düşünce ve davranışlarını buna göre ayarlaması gerekmektedir.