İnsan, iyi-kötü binlerce duyguyla sarılı bir yumak gibidir. Duygular itibariyle onun, her zaman bir melekî bir de şeytanî yanı vardır. O bunlardan birisiyle a’lâ-yı illiyyîne çıkarken, diğeriyle de aşağıların aşağısına düşebilir.
İnsana nezaret eden 300 küsur melek, insanın Cenâb-ı Hakk’a kurbiyetini temine çalışırken, etrafını çevrelemiş habis ruhlar da onu Allah’tan uzaklaştırıp şeytana dost yapmaya gayret ederler. Zira insanda her iki tarafa da cevap verecek merkezler vardır. Latife-i Rabbaniye’ meleklerle kontakt kurarken, nefis de şeytanla irtibat hâlindedir. Ve bu iki merkezin daima birbiriyle çatışması söz konusudur.
Nefis, asıl yapısı itibariyle kudûretlidir, karanlıktır. Ancak belli temrinlerle onu zabt u rabt altına almak ve onda melekî duygular lehine gedikler açmak da mümkündür. Efendimizin (sav), ‘Şeytanım Müslüman oldu’ ifadesini böyle anlamak Bediüzzaman ve emsali büyüklerin nefsin teslimiyetinden bahsetmelerini de böyle değerlendirmek muvafık olsa gerek.
İnsanda bir de vicdan vardır. Vicdan bir yönüyle nefsin alternatifidir. Her insanda vicdan bulunur. Fakat onun istikamet ve dengeyi koruması ancak İslâm’la mümkündür. İnsanı, herhangi bir varlık olmaktan kurtarıp, olgunlaştıracak tek terbiye yolu, metodu İslâm’ın ruhunda meknîdir.