Millî Ruh Düşüncesi
Bir millet, dünüyle içli-dışlı olduğu, hassasiyetle özünü koruduğu sürece, yarınlarını teminat altına almış ve varlığını en sağlam temeller üzerine oturtmuş sayılır. Geçmişini görmezlikten gelip dününü bütün bütün unuttuğu, ruh kökünden uzaklaşıp özüne yabancılaştığı sürece de, her esen rüzgârla yer değiştiren çer çöp gibi savrulup durur ve kat’iyen istikbal vaad edici olamaz.
Evet bir millet, istikbalinin emanetçileri olan genç kuşaklara, müsbet ilimleri talim ediyor gibi, iniş ve çıkışları, tırmanış ve düşüşleriyle bütün bir geçmişlerini de öğretebiliyor; zirvelerde dolaştıkları devirleri destanlaştırarak onların aşk ve heyecanlarını kamçılayıp onlarda yeni yeni kahramanlık duygu ve düşüncelerini geliştirebiliyor; hasımlarından gördükleri ihanet, gadir ve maddî-mânevî her türlü tahribatı yine onların metafizik gerilimleri hesabına kullanabiliyorsa, geleceği adına müsbetlerden müsbet en mükemmel işi yapmış, en büyük hamlede bulunmuş ve kendi düşünce kuşağına yükseltebildiği her millet ferdine de ölümsüzlük iksirini aşılamış olur.
Milletçe, yepyeni bir “ba’sü ba’del mevt” çırpınışı içinde bulunduğumuz şu günlerde, genç nesillere, mefkûrevî geleceğimizin yanında şanlı geçmişimiz; günümüzü idrak kutbunda inanç, düşünce, örf ve âdetlerimiz; modern ilimlerle beraber millî kültürümüz de belletilmelidir ki; o, yaşadığı gün ve içinde bulunduğu şartların gereği olarak yapıp ortaya koyma mecburiyetini duyduğu her yeni terkip, yeni desen ve yeni motifleriyle özüne ve kendi dünyasına karşı yabancılaşmasın; yapıp ortaya koyacağı her yeni eserini millî ruh kanaviçesine göre işleyebilsin ve kendi ruh dünyasından uzaklaşmasın…
Bu itibarladır ki, millet çapında meydana getirilmek istenen her hamle ve harekette, “tarih şuuru” raylarına bağlılığa fevkalâde önem verilmeli ve millî kültür perspektife alınmadan herhangi bir değişikliğe gidilmemelidir. Canlılar âleminde, tür değiştirmeye mâtuf sun’î mutasyonlar, pek çoğu itibarıyla ölümle sonuçlandığı gibi, milletlerin hayatlarındaki özden uzaklaştırıcı değişiklikler de hep o milletlerin ölümleriyle neticelenmiştir.
Bunun içindir ki, millet hayatında yapmayı planladığımız inkılaplar, ne kadar yararlı da olsa, bu uğurda millî ruh kat’iyen feda edilmemeli; aksine, millet modernize edildikçe o daha da hassasiyetle korunmalıdır. Bilhassa bin bir paradoksun kol gezdiği günümüzde, ta beşikten başlayarak, anneler, yavrularına, millî ruhu terennüm eden ninniler söylemeli; nineler masallarını ve masal kahramanlarını şanlı geçmişimizin destanlarında aramalı; irfan yuvalarımız her vesileyle, şu muhteşem fakat tâli’siz, şevketli fakat gadre uğramış milletimizin alabildiğine parlak ve fevvareler gibi bulutlar arasında kendine yer aradığı dönemleri en heyecanlandırıcı üslûplarla dile getirmeli; edebiyatımız millî ruh ve millî düşünceyi hayatın her ünitesinde, o üniteye has renk ve çizgileriyle bir dantela gibi işlemeli ve bize ait meselelerin en küçüğünü dahi irfan semamızda bir gökkuşağı hâline getirerek nesillerin nazarına arz etmeli; romanlarımız, piyeslerimiz bizim hissiyatımıza tercüman olmalı, bizim türkülerimizi söylemeli; yediğimiz gıda, içtiğimiz su, teneffüs ettiğimiz hava, kokladığımız çiçekler bütünüyle bu ülkeye ait olmalı ve ne suretle olursa olsun, özümüzde değişikliğe sebebiyet verecek hiçbir şeyin millî bünyemize sızmasına fırsat verilmemelidir. Vaizler kürsülerde, hatipler minberlerde, konferansçılar geniş halk kitleleri karşısında bu millet gibi düşünmeli, bu millet gibi heyecanlanmalı, bu millet gibi konuşmalı, bu millet gibi sevinmeli ve bu millet gibi tasalanmalıdırlar. Yoksa, hırsla gerilmiş hasımlarımız, bir taraftan açıktan açığa bize ait her hayrı, her güzel teşebbüsü sinsi sinsi engelleyip, diğer taraftan da, yapacakları en küçük yardımları dahi, millî ruhu ipotek etmeye bağlarken, milletin geleceği adına bir şey yapmamız mümkün olmayacaktır.
Böyle olunca da bize, ruhumuzla bütünleşip kendimiz olma, kendimiz gibi düşünme, kendi ellerimizle işleyip kendi ayaklarımızla yürümekten başka çare kalmıyor.
Aslında, düne kadar, din, vatan, millet ve namusumuzun amansız düşmanı olarak tanıyıp bildiğimiz şu, düşüncelerinde kindar, davranışlarında sahtekâr, eli yüzü kanlı mürâî çehrelerin “ilelebed” bize yardım edeceklerine ihtimal vermek ve hele bu işi devam ettireceklerini inanmak aldanmışlıktan başka bir şey değildir.
Evet, asırlardan beri sönme bilmeyen melun ihtirasların, ölmeyen kinlerin, bilhassa son günlerde, yurdumuzun dört bir yanında ne hain emeller peşinde olduklarını görüp öğrendikten sonra, bize bizden başkasından yarar gelmeyeceğine inanarak millî ruh kuşağında bütünleşmeli ve kendi dirilişimizi kendimiz hazırlamalıyız.
Kim bilir belki de, bugüne kadar bin defa, hırs ve menfaati bayraklaştırarak üzerimize at sürmüş, şu her türlü insanî duygu ve faziletten mahrum kin ve nefret dünyası da bunu beklemektedir!?..