Mutlu Yarınlar
“Yaşayanlar hep ümitle yaşar
Gözlerimizi yummuş, ümit meşcereliğimde çimlenen yarınlarda geziyoruz. Varlığın dört bir yanında duyulup görülen güzelliklerin, evlerimizden çarşı-pazara, mektep ve mâbede, kışla ve meclise; oradan da yeniden evlerimize, hatta yatak odalarımıza, salon ve mutfaklarımıza gelip aktığını, bir buğu, bir ışık hâlinde her yanımızı sardığını, ışığın renklerle omuz omuza verip bir gökkuşağı teşkil ettiğini görüyor; bu semavî tâkın altından geçmek için durmadan koşuyor ve onu bütün bir ömür boyu gönlümüzde, gözlerimizde yaşatıyoruz.
Ufkumuzda durup bize hep göz kırpan, bizi hep arkasından koşturan ve dünya büyükleri için kurulan tâkların bir solukta geçilip gidilmesine bedel, kanat gerip hep başımızın üstünde duran bu semavî gökkuşağına doğru koşarken, ömürlerimizin varlıkla kaynaşıp bütünleştiğini duyuyor; yarıp içinden geçtiğimiz eşyanın, sağ ve solumuzda bize selâm durup, sonra da akıp geriye doğru gittiğini ve onların yerlerini yenilerinin aldığını hayret ve hayranlıkla seyrediyor; bütün bir güzergâh boyu, bu temenna, bu saygı ve bu el sallamalar karşısında zevke uyanan bahtımızın tebessümleriyle kendimizden geçiyoruz.
Her tarafta öbek öbek ağaçların nazlı salınmaları; pırıl pırıl ve yemyeşil tepelerin vakur duruşları; koyun, kuzu, keçi ve sığır gibi canlıların masum bakış ve meleyişleri; bir yamaç ve bir vadideki köy ve köycüklerin gelin endamıyla bizleri karşılamaları bu armoniye öyle ayrı ayrı renkler katıyor ki, biz bunları zevkle müşâhede ediyor ve “Bir bu kadar zevke bir ömür kâfi değil…” diye mırıldanıyoruz…
Varlığın sinesinden kopup gelen bu ses, bu renk, bu ışık ve bu canlılığın his dünyamızda bıraktığı aks-i seda yanında, bir sel, bir dalga gibi akıp giden pek çok hülya ve hatıranın kanaviçesinden çıkmış bir şiiri de dinler gibi oluruz. Bazen biraz sisli-dumanlı, biraz rüzgârlı ve dalgalı olsa bile, ekseriya ruhanî zevkleri coşturan bütün bir tabiat kitabını.. gökleri, ayı, güneşi ve yıldızlarıyla; zemini, bağı-bahçesi, ovası-obası, ırmakları ve ormanlarıyla yudum yudum hayalimize içirir ve dört bir yandan benliğimizi saran tarif edilmez bir haz esintisine kapılır gideriz.
Her mevsim, ayrı bir ölüm uykusundan uyanıyor gibi gözlerimizi açıp, bazen genç tenli, çarpıcı endamlı, mor, mavi, pembe, yeşil renklerle yüz yüze gelir; bazen de başak ve meyve rayihalarıyla esen tatlı yaz rüzgârlarıyla selâmlaşır, renk ve kokuların tepeden tırnağa iliklerimize sindiğini duyarız.
Gönüllere güzellik duygusunu aşılayıp geçen bu sermedî manzaralar sayesinde, ruhlarında hazandan başka bir şey esmeyen ve hep iç dünyalarında kurdukları fenanın, kötünün rüyalarıyla kahrolup giden bir kısım bedbinlerde bile, ebedlere kadar devam edeceklermiş gibi bir ferahlık çağlamaya başlar.. ya inançlı ruhlarımızda..!
Zaman, masmavi dakikalar içinde akıp giderken, ruhlarımıza hayatın musikisini duyurmak için tıpkı mızraplar gibi inip kalkar; yaprak hışırtıları, ırmak çağıltıları, kuş cıvıltıları ve çocuk çığlıklarıyla her yana neşe olup yağan renkli sabahların; ışıkla açılıp kapanan gözler gibi tesirli, sevgiyle çarpan yürekler gibi heyecanlı grupların; insanları sırlı ve sihirli zaman tünellerinde dolaştıran, tabiatın en romantik vadilerinde gezdiren, gecelerin, değişik perdeden birer nağme olup “tın, tın!” tınladığını duyarız gönül dünyalarımızda.
Bu inanç ve ümit ufkunda müşâhede ettiğimiz her manzara, duyduğumuz her ses, karanlığa kapanmış ruhlarımızda, iç içe girmiş perdeleri, üst üste asılmış peçeleri kaldırır gibi, ötelerin kendine mahsus alabildiğine aydınlık, alabildiğine yumuşak, vicdanlar kadar duru, ruhî hazlar kadar zevkli, sükûnet tüten ve ayları, günleri, saatleri, dakikaları olmayan vadilerinde gezdirir bizleri…
Gönüllerde esen bu tatlı sessizlik, sanki daha evvel ruhlarımızda sezip duyduğumuz ve bir tentene arkasından hep seyredegeldiğimiz, yarı “gayb” yarı “hâzır”, büyüleyici hülya âlemlerinin içine çeker bütün duygu ve düşüncelerimizi.
Artık bütünüyle ruhun bir temâşâ zevkine erdiği bu noktada diller susar, gözler kapanır, kulaklar duyduklarını duymaz olur. Ve her şey kalbin diliyle konuşmaya başlar. Duygular, düşünceler, sevinç buğuları hâlinde insanın her yanını sarar; inanca, ümide, iyilik ve güzelliklere uyanan ruh, bu baş döndürücü ve göz kamaştırıcı meşherler karşısında kendini Cennet bahçelerinde tenezzühe çıkmış gibi hisseder ve mest olur.