Genç Adam
Genç adam! Dön bir kere de kalbinin ve ruhunun soluklarına kulak ver! Geril ve nefsinle hesaplaşmaya hazır ol! İçinde ağaran inanç şafağıyla doğrul ve ucu vicdanında belirip Hakk’a doğru uzanan ışıktan yollarda yürümeye koyul! Bu altın yol zaman ve mekânın hem içinden hem de dışından geçer. Sen, ruhunu saran mânâ ve önündeki kutsî hedefin ışıl ışıl parıldadığını ancak bu yolda görecek; görecek, sonra da bu sonsuz ve çarpıcı hakikatin sihirli güzelliğine kapılıp gideceksin!
Önce, kendini keşfetmekle işe başlayacağın bu yoldaki her hamlende, sanki unuttuğun bir kısım gerçekleri ilk defa hatırlıyor gibi olacak; iç dünyanda buudlaştıkça buudlaşacak, baştan başa renkler, ışıklar içinde derin ve engin bir huzur kuşağına ereceksin!
İçinde ışıldayan inanç meşalesinin aydınlığında, zaman ve mekânın her köşesine, ötelerden gelen nurların dalga dalga yayıldığını görecek; inancın, ışıktan, güçlü kolları arasında o kadar yükseleceksin ki; süpernovaları, pulsarları ve karadelikleri mekânın bağrında açılıp kapanan güller, tomurcuklar gibi görecek ve seveceksin…
Zaman zaman, ruhunun ölümsüz bir ışık gibi maddenin cidarlarını yırtarak zaman ve mekânın dışına kaydığını vicdanında seyredecek ve kâinattaki her şeyin ezelî bir kaynaktan aksedip geldiğini görerek coşacaksın. Nihayet, her parlak şey üzerinde göz kırpıp geçen bütün şuaların, Sonsuz’dan gelen şavklar olduğunu sezecek; benliğini saran buğu buğu mânâlarla kendinden geçeceksin..! Ne var ki, her vâridât bir kısım zahmetle elde edilmekte, her nimet bir külfet mukabili verilmekte, maddî-mânevî her muvaffakiyet de bir düzine mahrumiyetlere bağlı bulunmaktadır. Zahmetsiz vâridât, külfetsiz nimet olamayacağı gibi, bir kısım mahrumiyetlere katlanmadan da hiçbir muvaffakiyet elde edilemeyecektir.
Böylesine çetin ve aynı zamanda zevkli bir yolda yürümek isteyen herkes, önce varacağı hedefi belirleyip yapacağı şeyleri disiplin altına almalı; sonra da, bir daha geriye dönmeme niyet, inanç, azim ve kararlılığıyla yola koyulmalıdır ki, takılıp yokuşlarda kalmasın; şaşırıp yön değiştirmesin ve bir kısım sıkıntılar karşısında yılgınlığa düşmesin…
Hedefi belirlenmemiş bir yolda yürümek, hem boş hem de tehlikelidir. Zira, böyle bir yolla, asla neticeye varılamayacağından, sonunda ümidin felce uğraması, inanç ve azmin de bütün bütün yitirilmesi ihtimali bahis mevzuudur.
Herhangi bir eseri okurken, önce rahat anlayabileceğimiz kolay kısımlarından başlayıp aheste aheste ilerlediğimiz gibi, aşma mecburiyetinde olduğumuz tepeleri aşarken de, onları parçalayarak, mesafelere bölerek geçmeye çalışmalıyız ki, aşılmaz gibi görünen yollarda ümitsizliğe düşüp yürümekten vazgeçmeyelim…
Asırlardan beri her yanıyla rahnedar olmuş ferdî ve içtimaî bünyenin, bir hamlede tamir edilip canlandırılmasına, eski dinamizmine kavuşturulup cihanla hesaplaşır hâle getirilmesine imkân yoktur. Ne var ki, ona ait parçaları birer birer ihyâ ederek “bütün”e eski fonksiyonunu kazandırmak da pekâlâ her zaman mümkün olabilir. Bunun gibi, yapacağımız her şeyi aheste aheste ve kendi tabiî seyri içinde ele alacak olursak, bu bizlerde bir şeyler yaptığımız inancını uyaracak ve azmimizi kamçılayacaktır. Derken, bir gün önümüzdeki korkunç mesafeleri aşıp, yolun sonuna vardığımızı hayret ve hayranlıkla müşâhede edecek, lütuflarını üzerimizde hissettiğimiz Zât karşısında şükranla iki büklüm olacağız.
Havailik ve ankâ-gönüllülük ile hiçbir iş başarılamaz! Çeşitli zorluklarla pençeleşip onları birer birer yenerek, iradelerinin çehrelerinde Hakk’ın inayetini ispat eden tâli’liler, bir gün kendilerini zirvede bulacak ve ektikleri tohumların yediveren başaklar gibi salındığını gördükçe, dönüp dönüp aydınlık geleceklerine tebessüm edeceklerdir.