Millî Düşüncenin Gurbet Yılları
Bugüne gelinceye kadar millî mefkûre ve tarihî değerlerin bu kadar garip kaldığını hatırlamak mümkün değildir. Müntesiplerinin cehalet ve iradesizliği, hasımlarının azim ve cür’eti karşısında gurbetlerin en acısına marûz bırakılan koskoca bir tarihî dava, kim bilir daha ne kadar zaman bu yalnızlığını yaşayacak..?
Yıllar yılı cehalet ve aczini aşamayan bu dünya ve onun uyur-gezer insanları, fevkalâde azimli, fevkalâde mütecaviz ve alabildiğine şer bir dünya karşısında, defaatle nakavt edilmiş olmasına rağmen, büyük bir kısmı itibarıyla, bir kerecik olsun gerilime geçemedi, kendini yenileyip kendi asrı ile hesaplaşamadı ve çağını hep gerilerden takip edip durdu. Ara sıra toparlanıp kendine gelmeye çalıştığı görüldü ise de, bir düzine karanlık ruh, karanlık düşünce ve karanlık beyanların “irtica, çağ dışı” yaygaraları karşısında sindi ve fermuarını başına çekerek yeniden derin uykulara daldı.
Evet, işte bir tarafta, örfüne, an’anesine, mukaddes değerlerine bağlı; fakat, büyük ölçüde okumayan, düşünmeyen, şayet bir problemi olursa ona harikalar kuşağında çözüm bekleyen ve sürekli olarak hasımlarının oyun ve gözbağcılığına gelen saflardan saf bu sadedil insanlar; diğer tarafta yabancılaşmayı “çağdaşlık” ve “medeniyet” sayan, mukaddes değerlerini tezyiften geri kalmayan, bir çırpıda bütün geçmişini inkâr edebilen ve kendi dünyasına ait hiçbir şeyi bilmeyen, hatta bilmediğini de bilmeyen.. dinî duygu ve dinî düşünceye karşı fevkalâde mütecaviz; garpçılığı sırf bir taklit, kendi dünyasından nefreti bir aşağılık duygusu.. hâsılı;
“Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez görgüden yok vâyesi,1
kimliksiz bir yığın…
Birincilerin, arzu edildiği ölçüde faydalı oldukları iddia edilmese bile, hüsnüniyetli ve zararsız olduklarında şüphe yoktur. Ya ikinciler öyle mi? Bunlar tamamen, hasım dünyanın söz ve fikirleriyle oturur kalkar, onların kin ve nefretlerine tercüman olur; onların düşüncelerine şerhler, haşiyeler yapmaya çalışır ve eski şerhçileri, haşiyecileri tenkit ettikleri aynı noktada, batıl hezeyanların yorum ve izahlarıyla çürüyüp giderler.
Bunlardır ki kitap, gazete, mecmua, panel ve açık oturum gibi şeylerle efkâr-ı âmme yapmasını, meşruları gayri meşru, gayri meşruları da meşru göstermesini çok iyi bilirler. İsterlerse, hiç yoktan sun’î kıyametler kopararak cemiyeti tedirgin ve yığınları da birbirine düşürebilirler. Ve yine bunlar, din ve dince mukaddes sayılan şeyleri tahripten bir lahza geri kalmaz; yerinde mazi ve tarihi karalayarak, nesilleri özlerinden uzaklaştırır; yerinde ilericilik adına ülke ve insanımıza bütün bütün zararlı her şeye vize vererek, yığınları yabancı düşüncelerle şaşkına çevirir; yerinde de bütün ahlâkî prensipleri hiçe sayıp kitleleri zapturapt altına alan tarih kadar eski bütün beşerî disiplinleri yerle bir eder ve anarşiye davetiyeler çıkarırlar. Bunlar ve bunların elinde kimliksizleşen bilgisiz nesiller, zamanla birbirinin kurdu hâline gelir ve ülke bir baştan bir başa kanlı bir arenaya döner.
Tabiî bu arada, geçmişine saygılı, yarınını kavrama peşinde ve çağıyla hesaplaşmaya hazırlanan aydınlık ruhları, “beşinci kol”, “mürteci” gibi yaftalarla karalayıp toplum dışı bırakmayı, ürkütüp kaçırmayı ve sahip çıktıkları cihanpaha değerlere taraftar olmanın ayıp olduğu hissini uyararak, koskoca bir tarihî mirası hamisiz, müdafisiz bırakmayı da ihmal etmezler.
Her gün, her hafta, dünyanın kaç yerinde ve bilmem hangi melanet yuvalarında üretilen bin bir yalan, tezvir, iftira ve isnatlarla vatan evladının, birbirine karşı kin ve nefretlerini bileyerek, onları hep hınçlı ve gerilim içinde tutmaya çalışırlar.
Bütün bunları, ilhâd cephesinin tahripçi olmasında, onun profesyonel şirretliklerinde, oyunlarını hasım dünyanın plan, düşünce ve imkânlarından istifade ederek çok iyi oynamasında aramak uygun görülse bile, yıllar yılı bilgisiz ve görgüsüz kalmaya mahkûm edilmiş, her fırsatta sindirilmiş, değişik oyunlara getirilerek hep saf dışı bırakılmış ve bir türlü kalb-kafa bütünlüğüne erme imkânını elde edememiş vatanperver kesimin, gerektiği kadar tarih şuuruna ve mes’ûliyet duygusuna sahip bulunamamasında aramak daha muvafık olacaktır.
Ah şanlı, tâli’siz; muhteşem, bahtsız ülkem! Bir zamanlar “Hürriyet, müsâvaat, adalet” teranesini dilinden düşürmeyenlerin elinde hırpalanıp durdun. Bir başka zaman yabancılarla el ele, omuz omuza milleti bölüp ülkeyi sağa sola peşkeş çeken karbonarilerin maceralarıyla.. bir diğer zaman da hasım dünyanın bütün nefret ve tiksintilerine rağmen, ille de onunla zifafa koşan kimliksiz bir güruhun hevâ ve hevesleriyle..!
Sen ne zaman duygu ve düşüncede dirilerek dostlarını sevinç ve gıptaya, düşmanlarını da infial ve öfkeye sevk edeceksin? Ne zaman, o muhteşem yerini alarak tarihî fonksiyonlarını kusursuz yerine getireceksin..?
1 Vâye: Nasip, kısmet.