Kaos ve İnanç

Bugüne kadar yeryüzünde, hemen her devirde, değişik çap ve buudlarda kargaşalar meydana gelmiş, kargaşaları kargaşalar takip etmiş, dağlar cesametinde çalkantılar olmuş; insanlık defaatle sarsılıp defaatle ümitsizlik ve hayal kırıklığına uğramış.. bu vahşetzâra geldiğine elli defa pişmanlık duymuş ve inlemiştir. -Bilmem ki gelmemesi elinde miydi..!- Sonra da çalkantılar dinmiş; her yanda peşi peşine baharlar sökün etmeye başlamış ve acı günler bütünüyle unutulup onların yerlerini sevinç ve neşe günleri almıştır.

Çağımızın insanı bu kargaşa ve çalkantıların en amansızlarına, en vahşi olanlarına, en seri yayılanlarına şahit oldu. Zannederim, yeryüzü bugüne kadar hiçbir devirde bu kadar cinnete şahit olmamıştır. Bernard Shaw’un da dediği gibi, “Eğer diğer gezegenlerde bizim gibi canlılar varsa, dünyamızı mutlaka bir tımarhane şeklinde görüyorlardır.” Evet, günümüzün insanı, emsali görülmedik bunalımlar içindedir ve bu hâliyle de o, daha çok delilere benzemektedir; tabiî dünyamız da deliler diyarına…

Bu yüzyıla kadar insanlık, yeryüzündeki hâdiseleri hep mevzii olarak tanıdı. Bu itibarla da, sağda-solda cereyan eden harpler-darpler onu ne fazla ilgilendirdi, ne de endişelendirdi. Oysaki bugün, mesafe ve sınırlar o kadar daralmıştır ki, dünyanın en ücra köşesinde cereyan eden herhangi bir hâdise, hemen her yerde derinden derine kendisini hissettirmekte; dolayısıyla da, ruhlarda ya huzursuzluk ve endişe veya emniyet ve sevinç meydana getirmektedir.

Ne var ki bizler, bütün iyilikseverlerin samimi gayretlerine rağmen, hep huzursuzluk ve endişe veren hâdiselere şahit olduk. Kalb ve kafa bütünlüğünü temsil edecek olan yeryüzünün gerçek sahipleri gelip insanlığın kaderine hükmedecekleri güne kadar da, bütün bu huzursuzluk ve endişeler devam edeceğe benzer. Bundan dolayı da, dünya üzerinde olup biten her şeyin insanlık yararına ve onun maddî-mânevî saadeti adına değerlendirilip, şekillendirilebilmesi için, bundan sonraki nesillerin de bir hayli uğraşması icap edecektir.

Bütün bunlara bakarak, insanlığın yeniden kendini idrak edip özüyle bütünleşmesini ütopik, hatta bütün bütün imkânsız görenler çıkabilir. Ne var ki, bizler bunu, en ümitsiz dönemlerde dahi hep mümkün görmüş ve beklemişizdir. Ve hele, kargaşa ve huzursuzluğun maşerî vicdanda meydana getirdiği araştırma hissi, duyarlılık ve şuurlanma sayesinde, inancımız daha da kuvvetlendi ve pekişti. Öyle inanıyoruz ki, çok yakın bir gelecekte bütün insanlık, tarihî yanılmaların kurbanı olan bir kısım yüksek değerleri mutlaka arayıp bulacak ve onlara sahip çıkacaktır. Kaldı ki o, kendini böyle bir araştırmaya sevk edecek özündeki aslî cevheri hiçbir zaman unutmadı ve unutma niyetinde değildir. Tarihin çeşitli devirlerinde ve bugün, her çeşit altüst olmalara, en köklü değişmelere rağmen, değişmeyen, değişmek şöyle dursun her yeni hâdiseyle ağırlığını daha da hissettiren Allah inancı, daima insanlığın en birinci meselesi ve solmayan, eskimeyen en diri düşüncesi olmuştur. İnsanoğlunu başka yanlara çekmek isteyen akımlar, onu inanç cevherinden uzaklaştırmak isteyen faktörler ne kadar güçlü olursa olsun, onun nazarında inanç vak’ası her zaman ruznâmenin birinci maddesini teşkil edecek ve bu husus zamanla daha da ehemmiyet kazanacaktır.

Hristiyanlık dünyasında her geçen gün kiliselere rağbetin biraz daha artması, belli bir aralıktan sonra İslâm dünyasında camilerin yeniden dolup taşması, üzerinde durup düşünülmesi icap eden çok önemli hususlardandır. Bugüne kadar, yüzlerce imparatorlukla beraber yüzlerce tacdar yıkılıp gitmiş; Sezar’lar, İskender’ler, Napolyon’lar unutulup hafızalardan silinmişlerdir; ama insanların sinelerindeki iman cevheri, tazeliğinden hiçbir şey kaybetmeden çağları aşarak, günümüze kadar sürüp gelmiştir.

Bugün bir kısım kimselerce, inanç gücünün zayıf ve inanan insanların da sığ olduğu iddia edilse bile, az bir araştırma ve küçük bir gayretle, bunun bir aldanma ve aldatma olduğu hemen anlaşılacaktır. Bir kere, bütün resmî istatistikler, her geçen gün, inanan insanların sayısının daha da arttığını göstermektedir. Bilhassa Müslümanlar arasındaki kemmî ve keyfî derinleşme ve çoğalma, daha şimdiden bir kısım inançsız kimseleri telaşlandırmaya başlamıştır. Pekin’den Moskova’ya, oradan da bir kısım Balkan ülkelerine kadar, inanan kimselere yapılan baskıların altında bu endişenin tohumları yatmaktadır. Ne var ki, yapılan şeyler boş ve gösterilen gayretler de beyhudedir. Zira;

“Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder; Halkeder esbâbını bir lahzada ihsan eder.”

İnanç, beşer fıtratının gereği ve onun tabiatının en önemli bir parçası ise –ki, öyledir– bir gün mutlaka ilhad ve inkârın gayri tabiî bütün kuvvetlerini bozguna uğratacaktır. Nasıl olmasın ki, iman sinelerde Hakk’ın yaktığı bir meşaledir ve onu teyit eden de yine Hak’tır.

“Takdîr-i Hudâ kuvve-i bâzû ile dönmez Bir şem’a ki Mevlâ yaka üflemekle sönmez..!”

Bundan milyonlarca yıl önce de, her şey kudret ve irade meşcereliğinde1 âdeta bir kaostu: Bir yanda dev kaynamalar, hiddetle etrafa lav yağdıran yanardağlar; diğer yanda da narinlerden narin minik bir protoplazma, küçücük bir sürüngen ve cılız bir bitki.. hiç beklenmedik bir anda birdenbire maratonu, kimsenin değer vermediği bu zayıflardan zayıf varlıklar kazanmış ve “natürel seleksiyon”a rağmen, bunlar, yeryüzünün kaderine hâkim olmuşlardı.

Bu ilk ürpertici fizikî hâdiseler karşısında, her şey insanın eşya ve hâdiselere hükmetmesiyle noktalandığı gibi, tarihin çeşitli devirlerinde, bin bir kargaşa ve anarşinin alıp yürümesine karşılık da yine her kavganın insanî ruhun zaferiyle sonuçlandığını görmekteyiz.

Evet, yıllarca Avrupa’nın altını üstüne getiren çeşitli kaynaşmalar, bilhassa Fransa ve Amerika ihtilalleri gibi nice insanın canına kıymakla neticelenen en hunharca hareketlerle dahi bir kısım güzel neticeler elde edilmiştir. İnsanlığın mutluluğu adına meydana gelen bu sürpriz neticeleri, o günün insanları göremezdi. Göremediklerinden dolayı da yaşadıkları çağa “tefessüh etmiş yıllar”2 nazarıyla bakmışlardı. Ama bizler bugün, o fırtınalı çağların arkasındaki güzel neticeleri görüyor ve onların yanıldıklarına hükmediyoruz.

Günümüzün insanlarının da, inanç ve cesaretlerini yitirmedikleri takdirde, bir baştan bir başa bütün dünyayı saran kargaşa ve huzursuzluğu yenecekleri ümidini beslemekteyiz. Aslında dünden bugüne hep, en bunalımlı dönemleri, en huzurlu dönemler takip etmiş, kaoslar nizamları doğurmuş ve aydınlıklar zulmet zulmet üstüne karanlıkları kovalamıştır. Toplumlar, tam kimliksiz ve kaba bir kitle hissini verdiği aynı anda, üstün vasıflı, çelik iradeli, düşüncesi aydın birisi çıkmış ve onlara insanlığa giden yolları göstermiştir. İlk planda belki onunla alay edilmiş, düşüncelerine karşı çıkılmıştır; ama, neticede koca kitleler onun mayasıyla mayalanmış, onunla bütünleşmiş ve onun sayesinde apayrı bir varlığa ulaşmışlardır…

İşte bu kuşağın en kudsîleri nebiler ve onların takipçileri..! İşte Copernic ve Galileo, işte Edison ve Einsteinler..! Hemen hepsi de “redd ü inkârın” en akıl almazına maruz kalmışlardır; ama, zamanın tefsiriyle, bütün hasımlarına rağmen bir hamlede sıçrayıp zirveleri tutmuşlardır.

Dünya kuruldu kurulalı bu, hiç değişmeden hep böyle cereyan etmiştir ve bugün için de aynı şeyler bahis mevzuudur. Elverir ki, günümüzün insanı da inanç ve düşüncede kendini yenilemesini bilsin, gelip geçen hâdiseler karşısında ümidini yitirmesin; maddî-mânevî, içtimaî-iktisadî krizlere gereğinden fazla ehemmiyet vermesin ve önünü kesen dev vak’alardan ürküp paniğe kapılmasın..!

1 Meşcerelik: Ağaçlık, koru.

2 J.J. Rousseau.

-+=
Scroll to Top