Erozyonlar ve Millet Ruhu

Yıllar yılı ihmale uğramış bu ülke, en büyük şehirlerden en küçük kasabalara, en küçük kasabalardan da en ücra köylere kadar mutlaka imar edilmeli; asırların birikimi içtimaî dertlerimiz, bir daha, bugüne kadar bir türlü kurtulmayı başaramadığımız aynı fasit daireler içine girilmeyecek şekilde, günümüzün inanmış, tecrübeli, mahir dimağlarınca dikkatle gözden geçirilmeli; gelişen dünya şartları da nazar-ı itibara alınarak, şimdilerde küçük olsa bile, büyümeğe namzet, zayıf olsa bile güçlenme yolunda ve çağıyla hesaplaşmaya hazır, soylu, istikrarlı bir dünya kurma yolları behemehal araştırılmalıdır.

Yakın tarihe kadar, mevcudiyetimizi kemiren, varlığımızı temelinden sarsan, sık sık bize korkulu günler, korkulu anlar yaşatan milletçe perişaniyetimizin gerçek sebepleri, içtimaî rahatsızlıklarımızın arkasındaki ana meseleler, kat’iyen bilinememiş; onların üzerine gidilememiş ve halledilememişti…

İçinde yaşadığımız dünyayı idrak edememenin, hatta onu çok gerilerden takip etmenin, bilgisizliğin, görgüsüzlüğün ve zaman zaman hasımlarımızın oyununa gelmenin bu mevzuda önemli birer sebep ve saik olduğu söylense bile, bizce, dert ve sıkıntılarımızın gerçek kaynağı, düşünce hayatımızda fikir dilenciliğinden kurtulamamada; bize ve tarihimize rağmen, plan ve projelerimize, el âlemden mimar aramada; varlık ve bekamızın esasını teşkil eden cevherlerin, en amansız erozyonlarla akıp gitmesine seyirci kalmada ve her türlü yabancılaşmaya karşı açık olmada aranmalıdır.

Fevkalâdeden bir inayet olmazsa, son, şu bir iki asırdan beri milletimizi kıvrandıran bu iç içe dertler, kitleler aydınlatılacağı, tarih şuurundan hareketle, çağın şartlarına göre düşünce hayatımıza yeni buudlar kazandırılacağı, içtimaî bünyemizde durmadan mecra değiştirip akan ve uğradığı her yeri tahrip edip geçen bunca yabancı ve yanlış cereyanlar bertaraf edileceği âna kadar da onulmayacağa ve bu yara kanayıp gideceğe benzer. Şayet sıkıntı, gereken hassasiyetle ele alınmazsa –maâzallah– yapılan bunca şey, gösterilen bunca gayret, bir gece, üç-beş sergerdanın çıkaracağı yangınla kül olup savrulacaktır.

Evet, ülkemizin, en münbit ovaları, en bereketli yaylaları ve en feyizli ırmaklarıyla Cennet’lere çevrilmesini bütün ruh u canımızla istiyor ve diliyoruz. Modern teknikle ziraata, yeni buudlar kazandırılmalı; yıllardan beri emekleyip duran sanayii inkişaf ettirilip, gelişmiş ülkelerle rekabet edecek seviyeye ulaştırılmalı; el değmemiş yeraltı, yerüstü zenginliklerimiz değerlendirilerek, insanımızın istifadesine sunulmalı; hudut kapılarından dünyanın dört bir yanına ihracat konvoyları akıp gitmeli; ne pahasına olursa olsun, Türk parası dünya borsalarında, bu şanlı milletin şerefine uygun, o mutena yerini almalı ve yıllardan beri sözü edilegelen “milletin güçlendirilmesi” ve “halkın refah seviyesinin yükseltilmesi” gibi vaadler bir an evvel mutlaka gerçekleştirilmelidir. Ancak, bütün bunlar yapılırken de, millet ruhu kulak ardı edilmemeli; nesillerin kalb ve kafalarını hedef alan bilumum talim ve terbiye müesseselerinin yabancılık hırıldamalarına meydan verilmemelidir. Batının ilim ve irfanı, sanat ve tekniği alınıp değerlendirilmeli; ama, millî ruh ve millî düşünce çiğnenmemeli, tarihî seciyemiz yıpratılmamalı ve bunca yıllık ahlâk ve fazilet anlayışımız bin yıllık düşmanlarımızın levsiyatıyla becayiş edilmemelidir.

Zaten, yıllardan beri, kitlelerin cismanî zevklerini okşayan, onları hisleriyle vurup yaralayan ve sâri bir hastalık hâlinde her şehre, her köye, her eve girip yerleşen batı humması, şimdiye kadar endişe edilenlerin çok üstünde ahlâk ve fazilet anlayışımızı delik deşik etti, toplumu âdeta kurt sürüleri hâline getirdi.

Şimdi, bu eski mikrop yuvalarının dezenfekte edilip temizlenmeye çalışıldığı, fikir ve vicdanların millî ruh iksiriyle yıkanıp, arındırılıp özüne ulaştırılmasının düşünüldüğü ve yıllar yılı kemikleşmiş bir kısım dertlerimizin sezilip tedavi yollarının araştırıldığı şu günlerde olsun, hâlâ, meselelerimize dışta çözüm arayacak, ısmarlama plan ve projelerle kendi dünyamızı inşa edecek, bu ülke ve onun gerçeklerini görmezlikten gelerek, yakın geçmişteki küflü zihniyet ve eskimiş düşünceleri hamlelerimizde esas kabul edeceksek, yeni yeni yol-iz bulup çıkmaya çalıştığımız o eski tarihî çukurlara, bir kere daha yuvarlanıp gitmemiz mukadder demektir.

Bile bile böyle bir felaket uçurumuna yuvarlanıp gitmeye, ister körlük densin, ister cinnet; tarihe karşı en büyük bir hıyanet ve millete karşı da affedilmeyen bir ihanet olduğunda şüphe yoktur.

Onun içindir ki, millete bir kısım yüksek hedefler gösterilirken, evvela tarihî hatalar düzeltilmeli; yanlış kanaatler milletin sinesinden sökülüp atılmalı; her türlü sahteler, sahtelikler, sahte dost ve sahte dünyalar kitlelere anlatılmalı.. sonra da onlara kendi düşünce ve inanç dünyalarına seyahat imkânları hazırlanmalıdır ki; bir çukurdan çıkarken diğerine düşmesinler. Zira, nesepsiz düşünce, gayri millî plan ve projelerle, artık hiçbir yere varılamayacağı herkesin malumudur.

-+=
Scroll to Top