Millî Öfke

Orta Asya’daki kıpırdanışlar, birkaç asırdan beri ruhunu yitirmiş, paramparça olmuş bir milletin yeniden diriliş hareketleridir. Bu mübarek topluluk şu anda, can damarını koparan, kanını emen hasımlarını tanıma, bir esaret tasması gibi boynunda taşıdığı zincirleri kırma ve özüyle bütünleşip “kendi olma” mücadelesi vermektedir. Bu mücadele ve onun stratejisi ne seviyede olursa olsun, onun, asırlar boyu varlığını tehdit eden ve bütün hayat kaynaklarını kurutan dünkü ve bugünkü düşmanlarını sezip anlaması, usulünce onlarla hesaplaşmaya hazırlanması ve bir büyük hesap günü için tam bir metafizik gerilime geçmesi bu mevzuda çok önemli bir adım sayılabilir. Şayet, bu ülke insanları, hasımlarının kuvvet ve üstün yanlarını da hesaba katarak, Allah’a güvenir ve bu yeniden var oluş kavgalarını akıl, mantık ve muhakeme çerçevesinde sürdürebilirlerse, şu bir iki asırlık kâbusları aşabilir; millî ruh ve millî seciyeleri dahilinde yükselerek geleceğin dünya emanetçileri arasına girebilirler.

Tabiî bu arada, millî ruh ve millî seciyeyle alâkalı şeyler ile ahlâk, kültür ve düşünce adına dış menşe’li yabancı unsurların birbirine karıştırılmaması da, bu milletin bugünü ve yarını açısından oldukça ehemmiyetlidir. Evet, bütün dinî ve millî değerleriyle yerle bir edilmiş bir dünyanın yıkıntıları arasında, nelerin ruh ve mânâ kökünden fışkırıp çıktığını, nelerin tepeden inme aşılamalarla millet ağacına ilave edildiğini tayine çalışmak, millet ruhuyla alâkalı olup olmayanı belirleyip ortaya koymak çok önemli bir vazifedir ve mutlaka yapılmalıdır.

Orta Asya’da yetişen hamiyetli ruhlar ve dıştan onlara el uzatan imanlı ve gayretli sineler, eğer bugün, bu milletin geçmişinden gelen hayatî unsurlarla, sonradan aşılanmış şeyleri birbirine karıştırmaz ve kökten gelenlere yol verip diğerlerini tasfiye edebilirlerse, bu mazlum milletlerin geleceğini teminat altına almış ve bu ülkeleri aydınlık yola çıkarmış sayılırlar. Aksine, millet ruhundan fışkırıp çıkan değerlerle, mağduriyet ve mahkûmiyet dönemindeki aşılar birbirine karıştırılacak olursa, ihtimal bu dünya, bir kere daha öldürücü girdaplara kapılacak; dolayısıyla da başarı kuşağında hezimetten hezimete uğrayacak, yükseleceği yerde daha derin çukurlara düşecek, birleşme yolunda tefrikalardan yakasını kurtaramayacak ve tam “kurtuldum” diyeceği an, bir kısım yeni sadme ve yeni planlarla temelinden öyle bir sarsılacak ki, –hafizanallah– belki de bir daha belini doğrultamayacak…

Onun içindir ki, evvelâ, bu milletin ruh yapısını, ihtiyaçlarını, sıkıntılarını, rahatsızlıklarını, rahatsızlık çeşitlerini tayin ve tespite çalışmak; sonra da nelerin ayıklanıp atılacağını ve nelerin bu yeni inşada birer malzeme gibi kullanılacağını belirlemek icap eder ki, bugün yapılan şeyler, gelecekte yeniden tekrar ber tekrar bozulup yapılmasın.. evet, dünden bugüne, bu milletin bünyesine gelip yerleşmiş, dolayısıyla da sökülüp atılması gerekli olan bir yığın şey olabilir. Ama evvelâ, neyin, nasıl yapılacağı planlanmalı, sonra atılacak şeyler atılmalıdır! Aksine, yıkmalar yapma planına göre ele alınmazsa, tahripler sürer gider; toplum da, birbiriyle zıtlaşan, çatışan yığınlar hâline gelir. Evet, muvaffak olmak için gayret, fatihlik düşüncesi, halaskârlık azmi ve ihlâs önemli esaslardır. Ancak, yol ve yöntem bilme, bugünün yanında dünü-öbür günü de hesaba katma ve şanlı geçmişimizi aydınlatan ışık kaynaklarını kulak ardı etmeme gibi hususlar da en az bunlar kadar mühimdir. Hamiyet ve samimiyet, ilm u irfanla desteklenmez, azim ve irade, araştırma ve taktiklerle derinleştirilmezse, fayda ümit edilen yerlerden zararlar gelebilir.

Bu itibarla, Orta Asya Türklüğüne içten ve dıştan yardım eli uzatanlar, onların millî ve dinî temayüllerine, tarih şuurlarına ne kadar uygunluk içinde bulunabilirlerse, o ölçüde muvaffak olur ve muvaffakiyetlerine de süreklilik kazandırırlar.

Bu bölük pörçük olmuş insanları, ellerinden tutup, ilmî, içtimaî, iktisadî, siyasî ve harsî (kültürel) bir seviyeye ulaştırmak için, hâl ve vaziyetin ifade ettiği mânâ ve meydana getirdiği heyecanın yanında onları devamlı, tam bir gerilim içinde tutmak ve heyecanlarına süreklilik kazandırmak, yolun az ilerisinde kendilerini bekleyen “büyük hesaplaşma” adına bir zarurettir.

Evet, bugün, bu ülke insanında değişik sâiklerle meydana gelen milliyet düşüncesini ve çağıyla hesaplaşma ruhunu hep canlı tutmak ve beşiktekinden bir ayağı mezarda en yaşlısına kadar hemen herkese, bugüne kadar, hasımlarımız tarafından cahil bırakıldığımızı, birbirimize düşürüldüğümüzü, değişik yollarla tekrar ber tekrar istismar edildiğimizi, en utandırıcı baskılarla yabancılaştırıldığımızı, bir kısım kukla idarecilerin sevk ve idaresine bırakıldığımızı anlatmalı, uyarmalı ve ona yeniden kendi olarak varlık izhar etme yolları gösterilmelidir.

Bu yüksek mefkûre, kalb ve ruhumuza o kadar mâl olmalıdır ki, evde, çarşı-pazarda, mektepte, kursta, kışlada, ibadethanede, saban başında, sürü arkasında, memuriyet masasında, parlamento binasında hep o düşünülmeli, o görüşülmeli ve o konuşulmalıdır. Bugün bir kere daha kendimiz olarak kendi kendimizi yenilememiz, bütün dinî ve millî değerlere sahip çıkmamız, yabancılaşmanın her çeşidine karşı hazırlıklı bulunmamız ve çevremize de, yeniden kendilerini inşa etme düşüncesini uyarmamız, bu yeni diriliş için millî bir vecibedir. Bu büyük vecibeyi yerine getirenlere, istikbalin kapıları ardına kadar açılacaktır ve bu kapıları kapamaya da kimsenin gücü yetmeyecektir.

-+=
Scroll to Top