9. DEVLET RİCALİ VE ZENGİNLERLE OLAN İLİŞKİ ADINA ÖLÇÜLER
Tebliğ ve irşad adamı, devlet yetkilileriyle ve entel denilen sınıfla, tebliğ ve irşad zaruretlerinin dışında içli-dışlı olmamalıdır.
Allah Resûlü bir hadislerinde, mürşit ve âlimin en şerlisinin ümerâ kapısına gidenler; ümerânın en hayırlısının da ulemâ kapısından ayrılmayanlar olduğunu ifade etmektedirler.1
İrşad ehlinin hiç kimseye karşı minnet borcu olmamalıdır. Zengin sofralarında midelerine takılanlar, devlet yetkililerinin kapılarını aşındırıp onlara temellukte bulunanlar, ne onlara ne de başkalarına müessir olamazlar. Çünkü insan hep ihsanın kulu olagelmiştir. Zenginler ve devlet yetkilileri, mürşit ve mübelliğlerin huzuruna gelirse, her türlü istismara kapalı kalmak şartıyla bu onlar adına takdirle yâd edilecek bir davranış olur. Çünkü hakikî mürşit, onların elinden tutar ve onlara kendi ikliminin öteler buudlu soluklarını duyurabilir. İçtimaî, ticarî ve idarî hayatın içinde bunalmış bir ruh için bu da bir nefes aldırma demektir.
Ömer b. Abdülaziz halife iken, yanında her zaman âlimlerden bir grup bulunurdu. Ömer, onlardan daha zâhidâne bir hayat yaşıyor olmasına rağmen, onlarla istişare etmekten geri kalmazdı. Reca b. Hayve de bunlardandı. Bir de sohbetlerini dinlemek için ayaklarına gittiği kimseler vardı. Bizzat kendisi: “Ben, Ubeydullah b. Abdullah’ın yanında geçirdiğim bir saati, bütün ömrüme bedel sayarım.” derdi. Büyüklerin sözlerine kulak kesilir, onların hayatbahş olan beyanlarını büyük bir dikkatle dinler ve sohbet meclislerinden de, imkân nispetinde istifadeye çalışırdı. Hâlbuki Ömer b. Abdülaziz, en az sohbetlerine gittiği bu insanlar kadar bir ilim ummanıydı. Zaten onu Ömer b. Abdilaziz yapan da buydu. Bu itibarla da o, iki küsur sene hilâfette kalmış olmasına rağmen en az yarım asırlık icraatta bulunmuştur.
Ama bazıları da vardır ki, irşad mazeretiyle ümerâ kapısına gidip geldiklerini söylemiş fakat kısa bir müddet sonra değil ümerâyı irşad etmeleri, kendileri dahi zebil olup gitmiş ve bütün mevhibelerini kaybetmişlerdir. Hâlbuki genel anlamda entel insanlarla düşüp kalkma ve meclislerini sadece onlara hasredip sırf onlarla görüşme Allah Resûlü’nün yolu değildir. Belki zaruret anında bu da yapılmalıdır ama özden taviz vermeyecek şekilde aradaki mesafe de korunmalıdır.
Bakınız, daha Mekke devrinde, Kureyş’in ileri gelenleri Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) müracaat ederek, kendilerine bir gün ayırmasını istemişlerdi. O gün mecliste Ammar, Bilal, Suheyb (radıyallâhu anhüm) gibi kimseler bulunmayacak; Allah Resûlü sadece bu entellerle muhatap olacaktı. Hemen âyet gelip, hatır ve hayalin kapılarını dahi bu işe kapayarak:
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا
“Sabah-akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla beraber bulunmaya sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine tâbi olan kimselere uyma!”2 tenbihinde bulunmuştu.3
Zaten O’nun âli ruhu, böyle bir düşünceyi kabul etmekten fersah fersah uzaktı. Kaldı ki sabır, içinde bulunulan durum üzere devam mânâsına gelir. Böyle olunca da Cenâb-ı Hak, Efendimiz’e, içinde bulunduğu durumun müspet olduğunu ve bu vaziyetine devam etmesi gerektiğini bildirmiş oluyordu. Yoksa Allah Resûlü’nün içinde, Mekke müşriklerinin teklifini kabul etmeye dair herhangi bir meyil söz konusu değildir.
Hulâsa; Efendimiz bir mürşit, Kur’ân da en mükemmel mürşidin şahsında bize usûl ve prensip öğreten bir kitaptır. Kur’ân’ın talim ettiği prensiplerden biri de, cemiyet içinde, zengin, idareci ve entel sayılan sınıflara karşı müstağni davranma, onlara temenna çekmeme ve ruh istiklâlini zedelemeden tebliğ ve irşada devam etme prensibidir. Eğer insanımız böylesi mürşitler bulursa, çok şey bulmuş olacaktır. Aksine, yığınlar mürşit taslaklarının iğfalinde kaldığı sürece, bu millet daha nice seneler mürşit ve mübelliğ bekleyecektir.
1 Bkz.: Tirmizî, zühd 48; İbn Mâce, mukaddime 23.
2 Kehf sûresi, 18/28.
3 Bkz.: Müslim, fezâilü’s-sahâbe 45; İbn Mâce, zühd 7; Abdurrezzak, Tefsîru’s-San’ânî 2/207-208; et-Taberî, Câmiu’l-beyân 7/200-205