2. FEDAKÂRLIK

Başlı başına ele alınıp tahlil edilmesi gerekli olan böyle bir konuda sırf sizlere bir fikir vermesi mülâhazasıyla bir-iki buuduna dikkatlerinizi istirham edip geçmek istiyorum. Evet, fedakârlık da tebliğ adamının en mühim hususiyetlerinden birisidir. Baştan fedakârlığı göze almayan, alamayan insanlar, asla dava insanı olamazlar. Dava insanı olmayan kimselerin başarılı olmaları da söz konusu değildir. Evet, gerektiği yerde mal, gerektiği yerde can, hatta evlâd ü iyâl, makam, mansıp, şöhret… vs. gibi çoklarının dilbeste olduğu, gaye-i hayal bildiği şeyleri, bir çırpıda terk etmeye hazır olanlar ve bunların sahip çıktıkları dava, neticede varıp zirvelere oturması muhakkak ve mukadderdir.

İşte Allah Resûlü de Mekke’de davasının temellerini atarken başta kendisi ve sonra da yakın çevresinden başlayarak, davasına gönül veren bütün insanlara bu fedakârlık ruhunu aşılamış, anlatmış ve yaşayarak da göstermiştir. Meselâ, Hz. Hatice (radıyallâhu anhâ), Nebiler Serveri’nin ilk eşi, dünya ve ahiretin sultanı Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha isteme sıkıntısını bile yaşatmadan, varını-yoğunu inandığı o kudsî dava uğruna harcamıştır. Mekke müşriklerine İslâm’ı anlatmaya yönelik verilen ziyafetlerin tüm masraflarını o karşılamıştır.. ve İslâm öncesi Mekke’nin en zenginlerinden biri olan bu şanlı kadın, vefat ettiğinde her hâlde kefen bezi alacak kadar bile olsa imkânı kalmamıştı.

Her dava insanı, mâlik olduğu maddî imkânları sarfetmesinin yanında, doğup büyüdüğü çevreyi yine sadece dinini, düşüncesini, hürriyetini, insanlığını daha iyi duyup yaşayabilmesi için icabında terk etmesi de, yani onun hicreti de fedakârlığın ayrı bir buududur. Bakın, başta Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali (radıyallâhu anhüm) olmak üzere zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek.. hemen hepsi hicret etmişlerdir. Ve hicret edip ata yurtlarını, ana yurtlarını terk ederken, bütün mal varlıklarını da, Mekke’nin zalim ve cebbar insanlarına bırakmışlar ve ancak yol azığı olabilecek miktarda çok az bir şeyi beraberlerinde götürebilmişlerdir.

Evet, muhacirler inandığı, gönül verdiği davalarını tebliğ ve temsil etme için böylesi fedakârlığa katlanırken, Medine’de onlara kucak açan, onları bağırlarına basan ensar da fedakârlığın ayrı bir derinliğiyle onlara karşılık vermiştir. Evet, ensar aynı dine inandıkları Mekkeli kardeşlerini, fakir olmalarına, çiftçilikle geçinmelerine rağmen bağırlarına basmış ve onlara fevkalâde civanmertçe davranmışlardır.1

Günümüzün irşad ve tebliğ erleri de, hemen her sahada hep bir zirve toplumu sayılan ashab-ı kiram tarafından temsil edilmiş bu fedakârlık anlayışını hayatlarına tatbikle aynı performansı göstermek zorundadırlar. Aksi hâlde başta da ifade ettiğimiz gibi, bu kişilerin tebliğ çalışmalarında başarılı olmaları düşünülemez.

1 Buhârî, menâkıbü’l-ensâr 3, nikâh 7, büyû’ 1; Tirmizî, birr 22.

-+=
Scroll to Top