BÜTÜN VARLIK ARASINDA BİR TENASÜP VAR
Dış eşya ile insan arasında çok ciddî bir alâka görüyoruz. Bu alâka her ikisini yaratan Hâlık’ın birlik ve vahdetine delâlet eder. Dışta görülecek, duyulacak, tadılacak şeyleri yaratan kim ise, insana görme, duyma ve tat alma duygularını ihsan eden de yine O’dur.
Şefkat edilecekleri var edenle, insana şefkat duygusu veren aynı Zât’tır. Bazı hâdiseler irade ile halledilir. Bu hâdiseleri vaz’eden de insanda iradeyi vaz’ eden de aynı Zât olmalıdır. Saymakla bitmez nimetleri verenle, kendisine bu nimetleri tatma duygusu veren, var eden bir Vacibü’l-Vücud vardır. İnsan vücuduna gözü yerleştiren kim ise, semanın gözüne güneşi gözbebeği gibi yerleştiren de O’dur. Zira güneş ile insanın gözü arasında ciddî bir münasebet ve tenasüp vardır.
Elma, insan vücudu için faydalı vitaminleri taşıyor. Sert ve selülozlu kabuğu dahi faydadan hâli değildir. Çünkü yendiği zaman bağırsaklarda onu eritecek enzim olmadığından bağırsak tembellikten kurtulur ki, bu da vücut için faydalı bir husustur.
Elma, vitaminleriyle faydalıdır. Ancak insan onun vitamininden istifade ederken, ağız ondan tat almasa ve tiksinti duysa acaba o vitaminleri almaya yeltenmek kabil olur mu? Ancak çok zarurî hâllerde ve zaruret miktarı kadar, aynen bir ilaç gibi alınır ve insanın içinde daima bir isteksizlik doğurur. Fakat düşünelim ki, evvelâ bizim vücudumuz ondaki vitaminlere muhtaç olarak yaratılmış. Ayrıca o vitaminleri alırken ağzımıza da bahşiş veriliyor ve biz bir elmayı yerken, vücudumuza faydasından ziyade ağzımızda hâsıl ettiği tadından ve lezzetinden dolayı yiyoruz. Bütün meyveleri elmaya kıyas ederken bu usûlün hayatın her sahasında tatbik edildiğini de hatırlatmış olalım.
İnsan neslinin hatta bütün canlıların tükenmemesi ve milletinin devam etmesi için, Cenâb-ı Hak bir kanun koymuştur. Fakat bu fıtrat kanununun içine bir de peşin ücret mânâsına bir zevk ve lezzet yerleştirmiştir. Eğer bu ücret peşinen o muamelenin içine yerleştirilmeseydi ve tam aksine bu hareket insanın nefret ettiği bir hususla telafi edilseydi, hiçbir neslin devamı düşünülemezdi.
Bütün bunlarla anlaşılıyor ki, neslin devamı kanununu kim vaz’etmişse, o peşin ücreti de o vaz’etmiştir. Vaz’ederken de, fıtrî ve yaratılışa uygun vaz’etmiştir. Öyleyse fıtratı yaratan da O Zât’tır.
İşte Cenâb-ı Hak, birbirleriyle bu denli münasebettar nimetleriyle bizi perverde edip soframızı donatıyor, sonra da hava kararıp bir fırtına esiyor. Ardından da bu ihtimamla hazırlanmış sofra altüst oluyor. Ölüm rüzgârı esiyor, ya bizi ya da o nimetleri alıp götürüyor. Demek ki burada bize takdim edilen nimetler sadece geçici ve fâni dünya için verilmiyor. Nasıl ki, burada verdiği nimetler arasında bir münasebet varsa, bütün bu nimetlerin münasebettar olduğu başka ve daha büyük bir nimeti de vardır. Burada tattırdıkları da sadece diğerlerini teşvik içindir. Yani bu dünyadaki nimetler, ahirette verilecek olanlar için bir numuneden ibarettir. Ve asılları orada verilecektir. Dünyadaki bu münasebeti kabul ettikten sonra, ahiretle olan münasebeti kabul etmemek akıl kârı değildir.
Cenâb-ı Hak bu âlemle öbür âlemi, birbirine muttasıl ve çok ciddî bir rabıta ile alâkalı olarak yaratmıştır.
Varlık, varlıktaki ölçü ve mizan, bütün nimetler ve güzellikler öbür âlemdeki mânâlarına işaret ederken belâ, musibet ve ızdıraplar da müstahakları için öbür âlemde aynılarının olacağına delâlet ederler.
Hesap ve muhasebeler, hıfz ve muhafazalar, bütün amellerin bir hesabının olacağına ve muhafaza edilen amellerin durumuna göre, bir gün çehrelerin ya kararıp simsiyah veya nadret ve sürurla gün gibi aydın, parıl parıl olacağına kat’î delildirler. Gönüllere inşirah salan şu ilâhî beyanı bir kere daha tekrar edelim:
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌإِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
“Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar. Rabb’ine bakar.”1
Evet, bir evin odaları arasında nasıl ciddî bir alâka ve tenasüp varsa, dünya ile ahiret arasında da aynen öyle ve hatta daha mükemmel bir surette tenasüp vardır.
1 Kıyâmet sûresi, 75/22, 23.