Yusuf sûresi, 12/15

فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ وَأَجْمَعُۤوا أَنْ يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَۤا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِأَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

“Kardeşleri onu babalarından alıp götürdükleri ve hep birlikte kuyunun dibine atmaya azmettikleri zaman Biz de Yusuf’a şöyle vahyettik: ‘Zamanı gelecek, onların hiç hatırlarına gelmediği ve seni hiç tanımadıkları bir sırada, kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksın.’”

İmtihanlar Silsilesinin Başı: Kuyuya Atılmak

Kuyuya atılmakla Yusuf (aleyhisselâm) için peş peşe imtihanların yaşanacağı uzun ve çileli bir süreç başlamış oldu. Öyle ki âdeta imtihanların biri bitecek diğeri başlayacaktır. Mısır’da ailesini yanına alıncaya kadar da bu imtihanlar bitmek bilmeyecektir. Fakat hemen belirtmek gerekir ki bu imtihanların her birinin akabinde inşiraha vesile olan güzel olaylar vardır. Hâdiselerin varıp çıkmaza girdiği anlarda Allah, o yüce nebiye hep bir çıkış kapısı lütfetmiştir. Dolayısıyla bu süreç, imtihanlar ve çıkış yolları şeklinde ilerlemiştir.

Gayâbe, bir şeyin görülmeyen, bilinmeyen dip kısmı demektir. Cübb kelimesi ise sarnıç, geniş ve derin kuyu mânâlarına gelir. Dolayısıyla gayâbetü’l-cüb, kuyunun derin, karanlık, bilinmeyen kısmı anlamındadır. ‘Cübb’ kelimesi burada iç musiki açısından, suya düşme sesini de verir. Türkçede de “Cup diye suya düştü.” denir. Bu kuyu, bizim bildiğimiz kuyular gibi olsaydı, Yusuf aleyhisselâm suda boğulurdu. Demek ki sarnıç gibi bir şeydi; bir tarafta sarnıç diğer tarafta da su vardı. Bazı kuyular gibi ağız kısmı çıkmaya müsait değildi. Özellikle bir çocuk düştüğünde böyle bir kuyudan çıkamazdı. Bu kuyular, çölde yağmur sularıyla doluyordu. Çölün tozu tortusu suyun dibine çöküyor, duru ve içilebilir su yukarıda kalıyordu. Fakat suyun kenarlarında kuru kısımlar da bulunuyor, buralar bir nevi adacık gibi oluyordu. Bu yüzden onun içine giren yaşı büyük insanlar sularını alıp çıkabiliyorlardı. Nitekim hadis-i şerifte de buyurulduğu üzere, bir kadın çölde kuyuya iniyor, su çıkarıyor ve köpeğe içiriyordu.60

Ayrıca orası Ashab-ı Kehf’in mağarası gibi güneşi görebilen bir yerdi. Yusuf aleyhisselâm güneşin doğuş, yükseliş ve batışını takip edebiliyor, dolayısıyla vakitleri belirleyebiliyordu. Bundan dolayıdır ki saatin icadı Yusuf’a (aleyhisselâm) nispet edilmiştir. Ancak bunlar Kur’ân’da ifade edilmediği ve sağlam rivayetlere de dayanmadığı için bu konuda kesin bir hüküm verilemez.

Kuyuda Gelen Vahiy

Vahiy, birine bir şey anlatmak, ima ve işarette bulunmak, elçi göndermek, gizli konuşmak gibi mânâlara gelir. İlham da benzer mânâlar ifade eder. Vahyetme olayı, işaret etme, gizli konuşma mânâsında Kur’ân’da pek çok yerde geçmektedir. Mesela Hazreti Musa’nın annesine,61 havarilere,62 arıya,63 semaya64 ve yere65 vahyedildiği beyan edilmektedir. Nefse ilham gönderildiği de yine Kur’ân’ın beyanları arasında yer alır.66 Vahyin dinî literatürdeki mânâsı ise Allah’ın, peygamberlerine, vasıtalı-vasıtasız kendi katından bazı bilgiler göndermesidir. O aynı zamanda, Allah’ın mahiyetini bilemediğimiz bazı yollarla nebilerin kalplerine attığı bir kısım sözlerdir. Bu mânâdaki vahiy sadece peygamberlere gelir. Zaten biz de vahiy denince bunu anlarız. Peygamberlerin dışındaki kişiler veya varlıklar hakkında kullanılan vahiy ise ilham etme, yol gösterme, kalbine bazı hakikatleri duyurma gibi mânâlara gelir. Velinin kalbine doğan şey de vahiy değil ilhamdır.

Yusuf (aleyhisselâm) kuyuya atıldığı zaman henüz çocuk olduğuna göre orada kendisine gönderilen vahyin bildiğimiz mânâda bir vahiy olmaması gerekir. Çünkü peygamberlik, büluğa erip belli bir olgunluğa eriştikten sonra gelir. Öyleyse buradaki vahiyden kastedilen şey, kalbe doğan ilhamdır. Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi belki o, ilhamın bir çeşidi olan ihtardır.67

Hazreti Yusuf (aleyhisselâm) henüz peygamberlik gelmeden nail olduğu bu tür ilhamlar sayesinde, yürüdüğü yolda hiç şaşkınlık yaşamamış, tereddüde düşmemiş, korku nedir bilmemiştir. Sanki o yollardan defalarca geçmiş ve o yolun kırmızı çizgilerini biliyor gibi hareket etmiştir. Davranışlarına, kullandığı dile baktığımızda, çok iyi işleyen, sağlam bir fetanet sezilmektedir. Bunu sadece sekineyle açıklayamayız. Evet sekinede bir itminana erme, maruz kalınan şeye mukavemet gösterme, korku ve endişelerin silinip gitmesi gibi mânâlar vardır. Fakat burada sekineden de öte bir durum görülmektedir. Bir şeyin onun ruhuna doğması söz konusudur. Nasıl peygamber olmadığı hâlde Hazreti Musa’nın annesine vahyedilmiş, bazı ilhamlar gönderilmişse Hazreti Yusuf’a da o daha peygamber değilken ilham gelmiştir. Fakat Hazreti Yusuf peygamber namzedi olduğu için, vahyedilen şeyler ona Hazreti Musa’nın annesine gelenlerden daha açık gelmiş olabilir. Âyetlerden anlaşıldığı üzere, Allah onun vicdanına bazı şeyleri duyurmuştur. Dolayısıyla o da kuyuya atılırken, kuyudan çıkarılıp satılırken hiç telaş etmemiş, tereddüt bile geçirmemiştir.

Hazreti Yusuf’un Yaşı

Tefsirlerde Hazreti Yusuf’un kuyuya atıldığı dönemde on iki ya da on yedi yaşında olduğuna dair görüşler vardır.68 On yedi yaşındaki bir gencin kuyuya atılması çok makul görünmüyor. Hazreti Yusuf’un o esnada bir çocuk olduğunu bilsek de yaşını tam olarak tespit etmek oldukça zordur. Sadece bazı tahminlerde bulunabiliriz. Mesela kuyuya atıldığında hiç konuşmuyor, itiraz etmiyor. Buradan hareketle, kendini savunamayacak ya da yapılan kötülüklerin farkına varamayacak yaşta olduğu düşünülebilir. Fakat aynı zamanda rüya görüp babasına anlatacak, ondan tedbirli olmayı öğrenebilecek bir çağda olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, ileride de geleceği üzere, kendisini kuyudan çıkaranlar ona ‘gulam’ diyorlar. Mısır azizi de onun için نَتَّخِذَهُ وَلَدًا “Onu evlat ediniriz!” diyor. Demek ki o daha çocuk yaştaydı ve ergenliğe ulaşmış değildi. Sonra kuyudan çıkarılıp köle olarak satılıyor, satın alındığı evde yıllarca kalıyor ve ardından kendisi için بَلَغَ أَشُدَّهُ “Gücüne kuvvetine erişti / rüştüne erdi.” buyuruluyor. Azizin hanımının Hazreti Yusuf’a teklifte bulunması, Yusuf’un yaşıyla doğrudan alâkalıdır. Demek ki azizin evinde büluğa ermiş, rüştüne ulaşmış ve ancak o zaman kadının hedefi hâline gelmişti. Yirmili yaşlarda hapse girdiği, hapiste yaklaşık on yıl kaldığı, hapisten çıkıp birkaç yıl içinde işe vaziyet ettiği düşünülürse hazinelerin anahtarlarını eline aldığında yaşının otuz-otuz beş civarı olduğu söylenebilir. En doğrusunu Allah bilir.

Kuyudayken

Normal şartlar altında ve sebepler planında düşünüldüğünde Hazreti Yusuf’un kuyuda fazla kalmadığı söylenebilir. Çünkü açlığa ve diğer olumsuz şartlara çöl ikliminde uzun süre dayanmak zordur. Bu, insanın takatini aşar. Uzun süre orada kalsaydı açlıktan ya da başka sebeplerden bayılması gerekirdi. Oysa kuyudan çıkarıldığında öyle bir hâlde değildi. Diğer yandan şayet Hazreti Yusuf kuyuda uzun zaman kalmışsa bu, Hazreti Meryem’in mihrap denilen mekânda harikulade şekilde kalmasına benzetilebilir. Ancak Meryem validemizin bu tecrübesi âyette beyan edilmişken Hazreti Yusuf’un böyle fevkalade tecrübe yaşadığına dair bir beyan yoktur. Ne var ki biz onun hakkında da böyle bir ikramı ilahiyi çok rahatlıkla düşünebiliriz. Bunun dışında Hazreti Yusuf’un kuyu suyundan içerek hayatta kalmış olması da muhtemeldir.

Kuyunun içine bir kova salınınca, Hazreti Yusuf kovaya tutunup yukarı çıkıyor. Demek ki bunu yapmayı düşünebilecek yaştaydı. Ayrıca ilham şeklinde bir vahiy geldiğine göre nerede nasıl hareket edeceği de ona öğretilmiştir.

Büyükler Hazreti Yusuf’un kuyuya atılma hâdisesinden yola çıkarak, “Kuyuya atılmadan, zindana düşmeden hedefe varılamaz.” derler. Evet, Yusuf (aleyhisselâm) çocuk yaştan itibaren pek çok ağır imtihanlarla karşılaştı ama bunların hepsini aştı. Belki fizikî yönden çok ezildi, preslendi ama ruhen olgunlaşıp kıvama erdi. Yolda çekilen bütün çileler, ileride eda edilecek görev için bir hazırlıktı. Bu, Allah’ın bir hikmeti ve âdeti olup neticesi büyük olan bütün güzel işlerde cereyan eder. Cenab-ı Hak, büyük bir insana büyük işler yaptırmak için onu hâdiselerin çarkından geçirir, meşakkatlerle presler ve kıvama getirir. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), belanın en büyüklerinin peygamberlere, sonra da derecesine göre diğer insanlara geldiği yönündeki beyanlarını da böyle değerlendirmek gerekir.69 Nitekim bildiğimiz bütün peygamberler ve hayatlarını peygamber vârisi olarak geçirenler tarihte benzer imtihanlara maruz kalmışlardır.


60 Bkz.: Buhârî, bed’ü’l-halk 17; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/510.

61 Tâhâ sûresi, 20/38; Kasas sûresi, 28/7.

62 Maide sûresi, 5/111.

63 Nahl sûresi, 16/68.

64 Fussilet sûresi, 41/12.

65 Zilzal sûresi, 99/5.

66 Şems sûresi, 91/8.

67 Bkz.: Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s. 178 (Yirmi Yedinci Mektup’tan, Karadağ’ın Bir Meyvesi).

68 Bkz.: es-Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân, 6/244; el-Beğavî, Meâlimü’t-tenzîl, 2/414.

69 Tirmizî, zühd 57; İbn Mâce, fiten 23; Dârimî, rikak 67.

-+=
Scroll to Top