Yusuf sûresi, 12/21

وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسٰۤى أَنْ يَنْفَعَنَۤا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَاللهُ غَالِبٌ عَلٰۤى أَمْرِهِ وَلٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Mısır’da Yusuf’u satın alan vezir, hanımına: ‘Ona iyi bak!’ dedi, ‘Belki bize faydası dokunur yahut onu evlat ediniriz!’ Böylece Yusuf’a o ülkede yerleşme imkânı ve hâkimiyet verdik ki te’vîl-i ehâdîsi (rüya ve olayların yorumunu) ona gösterelim. Allah Teâlâ iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”

Yusuf (aleyhisselâm) Sarayda

Mısır kralının veziri, Hazreti Yusuf’u satın alarak saraya getiriyor. Eşine, “Ona iyi bak! Belki faydalanır ya da evlat ediniriz.” diyor. “Evlat ediniriz.” ifadesinden Hazreti Yusuf’un evlat edinilecek kadar küçük yaşta olduğunu anlamak mümkündür. “Ona iyi bak!” demek olan أَكْرِمِي مَثْوَاهُ ifadesine “Oturup kalkacağı ve ikamet edeceği bir yer hazırla, ona ikramda bulun.” şeklinde geniş bir mânâ yüklenebilir ki bunu Türkçede “Onu aziz tut!” sözü ile karşılamak daha uygundur.

Âyette مَكَّنَّا لِيُوسُفَ “Yusuf’a mükne verdik.” buyuruluyor. Mükne, mekân tutma, ayağını yere sağlam basma, büyük imkân, yetki ve hâkimiyet elde etme, dilediklerini gerçekleştirme, ortamı kendine göre şekillendirme mânâlarına gelir. İleride elli altıncı âyette de geleceği üzere Hazreti Yusuf, bu “mükne” sayesinde, يَتَبَوَّءُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَاۤءُ şeklinde ifade edildiği üzere, orada dilediği yere yerleşebileceği geniş imkânlar buldu, hâkimiyet elde etti ve duygu ve düşüncelerini gerçekleştirme fırsatlarını yakaladı. Öyle ki Mısır’da artık dilediği yerde dilediği şekilde hareket eder hâle gelmişti. Tabii bu seviyeye gelmek için ilim şarttır. Sûrenin yörüngesinin ilim olduğunu hesaba katarsak mükne sahibi olmak, geniş imkânlar elde ederek devleti ve halkı sevk ve idare etmek için en önemli unsurun ilim olduğunu söyleyebiliriz.

Hazreti Yusuf küçük yaştan itibaren Allah’ın sıyanet ve inayetine mazhar olmuştu. Daha başta kuyuya atılırken Allah onu “Zamanı gelecek, onlara bu yaptıklarını hatırlatacaksın!”83 diyerek teyit etmiştir. Ayrıca kuyuya atıldığı sırada yedi sekiz yaşlarında olduğunu kabul ettiğimiz durumda, o zamana kadar Yusuf’un şuuraltı müktesebatının babasının evinde oluşmuş olduğunu düşünebiliriz. Yani babasından gördüğü o güzel hayat ve fevkalade hâller onun duygularını ve bilincini yeterince beslemişti. O, evinden böyle bir donanımla ayrılmıştı. Ardından Mısır gibi hâkim bir kültürün olduğu şehre geldi. Orada da Allah’ın özel koruması altındaydı. Bu sebeple saflığını hep korudu. Bu arada dünya adına göreceği şeyleri orada gördü, tanıdı. Diğer bir tabirle dünyayı orada öğrendi, büyüklerle muhatap oldu. Onların ne düşündüklerini, bakış açılarını, hayat standartlarını, halka muamelelerini yakından müşahede etti. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) için söylediği ifadeler çerçevesinde, bunlar ileride eda edeceği misyon için ona önceden verilmiş birer avanstı. İşte bunların hepsini “mükne” kelimesiyle ifade edebiliriz.

Her şey Allah’ın irade ve kudretiyle meydana gelir. Ancak meydana gelen şeylerde yine Allah’ın yarattığı sebepleri de göz önünde bulundurmak gerekir. Hazreti Yusuf, bu mükneye sebepler planında melikin onu keşfetmesi sayesinde ulaşmıştır. Melikin firaseti, Hazreti Yusuf’un önünün açılması ve geniş imkânlara kavuşması için önemli bir sebeptir. Firasetli insanların keşfinden bahsedilirken, Hazreti Şuayb’ın (aleyhisselâm) kızının Hazreti Musa’yı yanına alıp çalıştırmasını babasına teklif etmesi, Hazreti Ebu Bekir’in Hazreti Ömer’i kendisinden sonra halife olarak tavsiye etmesinin yanında Mısır kralının Hazreti Yusuf’u keşfedip vezir olarak yanına alması da zikredilir. Elbette daha başka firaset ehli insanlar da vardır. Bunlar belki örnek kabilinden ilk akla gelenlerdir.


83 Yusuf sûresi, 12/15.

-+=
Scroll to Top