Yusuf sûresi, 12/30
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَنْ نَفْسِهِ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
“Şehirde birtakım kadınlar: ‘Duydunuz mu?’ dediler, ‘Vezirin hanımı uşağına gönlünü kaptırmış, ondan kâm almak istemiş! Sevda ateşi bağrını yakmış. Kadın besbelli kendini kaybetmiş!’”
Olay, Kadınlar Arasında Yayılıyor
Şehirdeki kadınlar meseleyi duyduğuna göre onlara bunu haber veren biri yahut birileri vardı. Hazreti Yusuf’un bu konuda konuşmayacağı kesindir. Çünkü onda peygamber firaseti vardır; böyle bir günahın aileyi nasıl yıkacağını ve toplumda nasıl bir olumsuz tesir uyandıracağını bilir. Şahidin söylemesi de zordur. Çünkü ifadelerine bakılırsa onun da bu konuda hassas olduğu anlaşılmaktadır. Günahın duyulmasını ve yayılmasını istemez. Kadının kocasının söylemesi de düşünülemez. Çünkü bu iş onun namusuyla alâkalıdır. Öyleyse bunu söyleyen, kadının kendisi olabilir mi? Bu, ihtimal dahilindedir. Muhtemelen o, birine söyledi ve mesele oradan yayıldı. Mahrem konuların insanlar arasında yayılması hızlı olur. Hele sır mahiyetindeki şeyler birinin ağzına düştü mü artık onu saklamak mümkün değildir. Bir gün Hazreti Ömer Efendimiz birine bir şey söyler ve “Bunu kimseye söyleme” der. O da birine söylediğini daha sonra bildirir. Hazreti Ömer şöyle der: “O zaman git, o haberi Irak’ta dinle!” Evet, sırlar bir kişiye bile söylense sır olmaktan çıkar. Bu sebeple, gizli tutulması gereken meseleleri insan en yakınlarına bile söylememeli, hatta duruma göre eşiyle dahi paylaşmamalıdır.
قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا ifadesi bir deyim olarak; gönlünü kaptırmış, kara sevdaya tutulmuş, delicesine sevmiş, sevda ateşi bağrını yakmış gibi mânâlara gelir. Geçmişte edebiyata mâl olmuş Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi aşk hikâyelerinde resmedilen aşk, tamamen şehvete dayalı ve hayvanî his kaynaklı bir kâm alma duygusu değildir. Dolayısıyla daha masum, daha saf bir aşktır. Fakat kadının burada Hazreti Yusuf’a karşı beslediği duyguda, bedenî arzu ve istekler ağır basmaktadır. Arzularının esiri olan kadın, Hazreti Yusuf’tan kâm alma çabası içerisindedir. O dönemde cismanî ve bedenî arzulara dayalı günahların yaygın olduğunu hesaba katarsak, kadının duygularının arka planını büyük ölçüde tahmin edebiliriz. Muhtemelen bu tarz bir hayat, mevcut kraldan önce başlamıştı ve kral metafiziğe açık biri olmasına rağmen o gün de devam ediyordu. Belki de gizli gizli devam ettiriliyordu. Öyle ki büyük günahlar bile toplumda normal karşılanıyordu. Mesela kadının şiddetli arzuları vardı. Bu arzularını gerçekleştirmek için Hazreti Yusuf’a sarkıntılık etmiş ve kocası tarafından suçüstü yakalanmıştı. Eşini bu şekilde yakalamış biri olarak kocasının hezeyanlara girmesi, Hazreti Yusuf’u saraydan kovup kadını şiddetli bir şekilde cezalandırması düşünülebilirdi. Buna rağmen kocası bunları yapmayıp, meseleyi büyütmeden hâlletmenin yolunu arıyordu. Muhtemelen o toplumda bu tür şeyler yaygındı ve bu durum, onlarda günahlara karşı bir kanıksama, bir tolere etme duygusu oluşturmuştu. Bu yüzden de meseleye “Ne yapalım bu toplumda bunlar oluyor, bir şekilde durumu idare etmemiz gerekiyor.” şeklinde yaklaşmayı tercih ediyorlardı.
Diğer yandan azizin hanımının bu hâlini duyan kadınların kendi aralarında dedikodu ederek meseleyi yaymaları, Hazreti Yusuf’un güzelliği karşısında ellerini kesecek kadar kendilerinden geçmeleri de o toplumda, şehevî ve hayvanî duygular etrafında işlenen günahların yaygın olduğuna dair ipuçları veriyor. Demek ki o kadınlar, uygun ortam olduğunda o güzellik karşısında birbirleriyle kanlı bıçaklı olacak kadar şehvete açık duruyorlardı. Bu netice Hazreti Yusuf’un kadınlar tarafından bir sıkıntıya maruz kalacağı endişesiyle hapsi tercih etmesinden de çıkarılabilir.