SİSTEMLİ KİTAP OKUMA
Ellili, altmışlı yıllarda bizim düşünce dünyamızı yansıtan, ruh ve mânâ köklerimize yabancı olmayan mecmuaların, kitapların sayısı hayli azdı. İnsan gününün beş altı saatini okumaya ayırsa piyasaya çıkan hemen her eseri okuyabilirdi. Fakat günümüzde –ister ticaret yapmak isterse ilim ve fikir hayatına katkıda bulunmak için olsun– o kadar çok eser neşrediliyor ki bunları takip etmek, okumak gerçekten çok zor. Buna karşılık insanı meşgul edecek, zihni dağıtacak meşgaleler de oldukça fazla. Bu açıdan, okunacak kitaplar konusunda olabildiğince seçici olmakta fayda var. Bizler iman ve İslâm’la ilgili meseleleri ele alan, ruh ve mânâ köklerimizle irtibatlı olan eserlere öncelik vermeliyiz. En lüzumlu eserlerden başlayarak okuma faaliyetlerimizi devam ettirmeliyiz.
Kendi değerleriniz ve düşünce dünyanız itibarıyla ayaklarınızı sağlam bir zemine bastıktan sonra başka eserler okumanızda bir mahzur olmayabilir. Aksi takdirde değişik düşünce akımları karşısında başınız dönebilir, bakışınız bulanabilir, şaşırabilir ve devrilebilirsiniz.
Okuma Seferberliği
Dinî ve millî değerlerimiz veya iktisadî ve kültürel hayatımız itibarıyla kendimiz olmanın, bütün alanlarda kendi ruh abidemizi ikame etmenin yolu, bilgili ve kültürlü olmamızdan geçer. Bediüzzaman bir yerde mahiyet ve istidat itibarıyla her şeyin ilme bağlı olduğunu belirtirken,17 başka bir yerde insanlığın âhir zamanda ilim ve fenne sarılacağını ve bütün kuvvetini oradan alacağını ifade ediyor.18 Bu açıdan, kafilenin gerisinde kalmamak için çok ciddi bir okuma seferberliğinin başlatılmasına ihtiyaç var.
Kitap okuma, sadece herhangi bir ilim dalında ihtisas sahibi olan kişilerin yapması gereken bir aktivite değildir. Bilakis herkesin seviyesine göre mutlaka kitap okuma alışkanlığı edinmesi gerekir. Biz öncelikle hava, su, besin gibi ruhumuzun ihtiyaç duyduğu temel kitapları okumalıyız. Mesela ibadetlerimizi doğru yapabilme, dinimizi doğru yaşayabilme adına ilmihal bilgilerini çok iyi öğrenmeliyiz. Ayrıca ahlâka ve muamelata dair meseleleri iyi bilmeli, Kur’ân hakkındaki malumatımızı artırmalı, Efendimiz’in (sâllallahu aleyhi ve sellem) nurefşan (etrafa ışık saçan) beyanlarına muttali olmalıyız. Hangi işle meşgul olursak olalım, yaptığımız işlerin İslâm’ın muhkematına uygunluğunu test edebilecek ölçüde dinimizi bilmek zorundayız.
Bütün bunların yanında tebliğ ve irşat kahramanları inandıkları hak ve hakikatleri doğru bir şekilde başkalarına nakletmek, dünya görüşlerini ve hayat felsefelerini ikna edici bir üslupla muhataplarına şerh etmek istiyorlarsa inandıkları değerler hakkında çok daha doyurucu bilgiye sahip olmak zorundadırlar. Ayrıca içinde yaşadıkları zamanın rüzgârını arkalarına almasını bilmeli ve çağın ihtiyaçlarına cevap verebilmelidirler. İşte bu da ancak ciddi bir okuma seferberliğiyle mümkün olabilir. Her şey dar bir dairede başlar, merkezde çok küçük bir açı şeklinde kendini hissettirir fakat muhit hattında çok büyük bir mesafeye dönüşür. Siz elli kişiyle bir işe başlarsınız. Bir süre sonra bakarsınız ki o elli kişi bin kişiye ulaşmış.
Öte yandan bir ailede anne-baba kitap okumuyorsa, hususi bir inayet olmadığı takdirde, çocukların okuması beklenilemez. Âdeta genetik bir kod gibi anne-babanın tavır ve davranışları çoğu zaman çocuklara da akseder. Maalesef günümüzde anne-babalar okumaya ehemmiyet vermedikleri için çocuklar da okumuyor. Mutlaka bu boşluğun doldurulması, bu arızanın tamir ve telafi edilmesi gerekir.
Sadece ailede değil, bulunduğumuz her yerde insanlara kitap okumayı tavsiye etmeli, sevdirmeliyiz. Özellikle kendi düşünce dünyamızdan dem vuran, ruh ve mânâ köklerimizle irtibatlı eserlerin okunmasını sağlamalıyız. Yabancılaşma ve başkalaşmanın önüne geçmenin en önemli yolu budur.
Dijital Dünyanın Handikapları
Dijital dünya insanlara okumaya alternatif bir dünya sunarken klasik anlamda kitap okuma alışkanlığını negatif şekilde etkilemeye başladı. Toplum olarak bu badirenin nasıl aşılması gerektiği üzerinde kafa yormamız ve insanları yeniden okumaya, düşünmeye, müzakere etmeye yönlendirmemiz gerekiyor. Her ne kadar bilgisayar, telefon ve internet sayesinde insanlar bilgiye daha kolay ulaşıyor olsa da kolay ulaşılan bilgilerin zihinde yer etmesi daha zordur. Dolayısıyla kitap okuma alışkanlığı kazandırma günümüz dijital dünyasında da önemini koruyor.
İnsanın eline kitabını alıp önemli gördüğü yerlerin altını çizmesi, gerektiğinde kenarına notlar alması, tasvip etmediği fikirlerle ilgili mülâhazalarını kaydetmesi, okunanların daha iyi anlaşılması ve hazmedilmesi adına çok önemlidir. Zira okumaktan maksat, anlamak ve zihin açısından zenginleşmektir. Bu da ancak belirli bir emek ve ceht ortaya koymaya bağlıdır.
Burada bir hususu daha hatırlatmak istiyorum; günümüzde internet ve televizyon gibi kitle iletişim vasıtaları sayesinde çok şey görüyor, öğreniyoruz. Fakat insanlar bir süre sonra hiç farkına varmadan bunların bağımlısı hâline geliyorlar. Derken aktüaliteye ve eğlenceye dalıyor, kendi dünyalarından uzaklaşıyorlar. Kendimize bazı sınırlar koymalı, yaşanması muhtemel ferdî ve içtimaî dejenerasyonların önüne geçmeliyiz. Bu tür ortamlar suiistimale çok açıktır. Nitekim kitle iletişim araçlarının genç dimağlarda, ailelerde ve toplumsal hayatta meydana getirdiği yara ve tahribat da bunu gösteriyor. Bu konuda devlete düşen sorumluluklar olduğu gibi ailelerin de vazifesi olan şeyler vardır. Aileler, çocuklarını yakından takip ederek onların internette nerelerde gezindiğini, hangi sayfalara girdiğini kontrol edebilir, internet kullanımını belirli kurallar çerçevesinde sınırlandırabilirler.
Müzakereli Okuma
Okunan kitaplardan daha fazla istifade etmenin önemli bir yolu, meseleleri karşılıklı müzakere etmektir. Diyelim ki haşir mevzuunu okumak istiyorsunuz, Hz. Bediüzzaman’ın, Fahruddin er-Razî’nin, İmam Gazzâlî’nin ve İbn Sina’nın konu etrafında yazmış olduğu eserleri birlikte müzakere edebilir ve konuyu çok boyutlu ele alabilirsiniz. Mesela “Ene ve Zerre Risalesi”ni okuyacaksanız bunu Muhammed İkbal’in benliğin sırlarını anlattığı Rumûz-ı bi-Hôdî kitabıyla karşılaştırarak yapabilirsiniz. Mukayeseli okumalar sayesinde hem fikirlerin birbirine üstünlüğünü görür hem de konuyu daha derinlemesine kavrayabilirsiniz.
Efendimiz de (sallallâhu aleyhi ve sellem), meleklerin ilim talebelerini kuşatacağını ve onların üzerine sekine ineceğini anlattığı hadis-i şerifte meseleyi müzakereye bağlıyor.19 “Mufâale babı”ndan gelen müzakere kelimesi, birden fazla insanın baş başa vererek bir meseleyi etraflıca değerlendirmesi anlamına gelir. Müzakere, âdet kabilinden kitap okuma şekli olmadığı gibi birinin okuyup diğerlerinin uyuklaması da değildir. Bilakis on insanın kafa kafaya vererek bir konu etrafında imal-i fikir etmesi ve ‘tesâdüm-i efkârdan (fikirlerin çarpışmasından) barika-i hakikatin’ (hakikat parıltısının) tecelli etmesidir.
Burada tek bir usul takip edilmek zorunluluğu yoktur. Zira bu, zamanla insanlarda ülfet ve bıkkınlık hâsıl edebilir. Dolayısıyla yapılan müzakereden, o ‘menhelü’l-azbü’l-mevruddan’ (dupduru tatlı su kaynağından) gerektiği ölçüde istifade edilemez. Önemli olan, herkesin yeni ve orijinal şeyler öğrenmenin hazzını tatmasını sağlamak ve okumayı çok saygın ve istifade edilebilir bir aktivite hâline getirebilmektir. Bu da yapılan derslerin formatıyla sık sık oynamaya, yeni metotlar geliştirmeye bağlıdır.
Yüksek Donanımlı İnsanlar Yetiştirme
Biz, Hz. Pîr’in, bir dönem çevresindeki talebelerine hitaben söylediği, “Risaleler size yeter.”20 ifadesini maalesef yanlış anladık. O, din ve diyanetin ciddi tahrip edildiği, millî duygu ve düşüncenin ‘künde künde üstüne devrildiği’ bir dönemde, dinin temel esaslarına ve o gün için en lüzumlu olan meseleye dikkat çekme adına bunu söylemiştir. Fakat biz, onun bu ifadesini mutlaklaştırdık, dinî ilimlere gereken ehemmiyeti göstermedik. Hâlbuki bir insanın Risale-i Nur eserlerini okumanın yanı sıra tıp, kimya, fizik, biyoloji, antropoloji, sosyoloji, jeoloji gibi ilimlerin tahsilini yapması tabiîdir. Bunun gibi bir ilâhiyatçının da başlı başına müstakil birer alan olan İslâmî ilimlere ait temel eserleri okuması ve bu alanlarda uzmanlaşması beklenir. Hatta bir ilâhiyatçının, kendi alanıyla ilgili ilimlerin yanı sıra pozitif bilimlere ait meseleleri de icmalî olarak bilmesi, en azından bu alanda da ansiklopedik bir bilgiye sahip olması gerekir. Öyle ki o, bir kimyacı veya fizikçiyle çok rahat bu alana ait bir meseleyi konuşabilmelidir. Çünkü hem İslâm’ı pozitif bilimlerden tecrit edemezsiniz hem de bu alanlarda bilgi sahibi olmadıkça derdinizi bu sahalarla iştigal eden insanlara anlatamazsınız. Cenab-ı Hakk’ın kelâm sıfatından gelen teşriî emirler (Allah’ın indirdiği dinî hükümler), tekvinî emirleri (Allah’ın kainatta koymuş olduğu fizikî kanunlar) şerh ve tavzih eder. Bunlar o kadar iç içedir ki birini diğerinden ayırdığınız takdirde her ikisinin dilini de doğru anlayamazsınız. Bu açıdan, dinî ilimlerde ihtisas yapan insanların en azından icmali olarak müspet ilimler hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Aynı şekilde müspet ilimlerde uzmanlaşan kimselerin de dinleri hakkında o ölçüde hatta daha fazla bilgi sahibi olmaları beklenir.
Dinî ilimler sahasında tahsil gören insanlar, çağımızın kucağımıza attığı problemlere makul çözümler getiremezlerse bu sadece onların acizlik ve mağlubiyeti olarak görülmez; bilakis böyle bir yenilgi İslâm’a mâl edilir. İmam Gazzâlî’den Fahruddin er-Râzî’ye, İzz İbn Abdisselâm’dan İbn Hacer el-Askalânî’ye, Hz. Bediüzzaman’dan Said Ramazan el-Bûtî’ye, ondan Tantavî Cevherî’ye kadar pek çok âlimin, yaşadığı dönemde İslâm’ın doğru anlaşılması adına ortaya koyduğu yorum ve fikirleri de bu yolda atılmış adımlar olarak görmek gerekir. Onlar, kaleme aldıkları çok kıymetli eserlerle dinî konulardaki şüphelere cevaplar vermiş, zihinleri meşgul eden problemlere tatmin edici izahlar getirmişlerdir. Günümüz dünyasında İslâm’ın doğru anlaşılıp yaşanmasını arzuluyorsak, en az onlar kadar malumat ve donanıma sahip olmak zorundayız. Bunun yolu da; mevcut eğitim sistemi içerisinde hem tecrübî hem de şer’î ilimlerde mahir insanlar yetiştirmek, bunun oluşması için gerekli ortamları hazırlamaktır. Biz, mezar-ı müteharrik (canlı cenazeler) hâline gelmiş insanları, Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği imkânları çok iyi değerlendirmek suretiyle uyandırmak ve yeni bir dirilişe vesile olmak istiyorsak, bunun yüksek donanımlı insanlara bağlı olduğunu çok iyi bilmeli, bu istikamette her fırsatı değerlendirmeli ve konumumuzun hakkını vermeliyiz.
17 Bkz.: Bediüzzaman, Sözler, s.336 (Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas).
18 Bkz.: Bediüzzaman, Sözler, s.281 (Yirminci Söz, İkinci Makam).
19 Müslim, zikr 38; Ebû Dâvûd, vitr 14; İbn Mâce, mukaddime 17.
20 Bediüzzaman, Sözler, s.839 (Konferans).