İMTİHAN VE HAKTA SEBAT

Her hâlimiz ve tavrımızla iman, ihsan, ihlâs, yakîn ve rıza kahramanı olmaya çalışmalıyız. Bütün bir hayatımızı bu unsurlarla bir dantela gibi işlemeliyiz. Asıl derdimiz, hedefimiz, işimiz bu olmalı. Her bir davranışımızın Cenâb-ı Hakk’ın marziyât-ı sübhâniyesine muvafık olması için çok yalvarmalıyız. O’nun rızasına uygun düşmeyen hiçbir şeye razı olmamalıyız. Farz-ı muhal, şayet O, bizim insanları Cennet’e götürmemizden, Firdevs’in kapısını açmamızdan razı değil; bunu bile arzu etmemeliyiz. Gerçi bunlar bizim boyumuzu aşkın konulardır. Fakat bir hakikati dile getirme adına, “farz-ı muhal” şeklinde kayıt düşerek söylenince zannediyorum mahzuru olmayacaktır.

Evet, en önemli husus, yapıp ettiğimiz şeylerden Allah’ın razı ve hoşnut olması, bizim de sürekli O’nun rızasının peşinde koşmamızdır. Ancak her zaman bu talebimizde başarılı olamayabiliriz. İnsan olmamız ve nefis taşımamız itibarıyla yer yer hatalar yapabiliriz. Bununla birlikte, falsolarımız bizi böyle yüksek bir duygu ve düşünceyi sürekli vird-i zebân etmekten (tekrarlamaktan) alıkoymamalıdır. Düşsek, sürçsek bile, hemen ayağa kalkmalı ve yine “Allah’ım, iman, ihsan, ihlâs, rıza, aşk u iştiyak…” demeye devam etmeliyiz. Hayatımızı bu yüce gaye etrafında örgülemeli, Allah rızasını elde etmeyi biricik maksadımız hâline getirmeliyiz. Yatıp kalkıp sürekli, “Allah’ım, Seni görüyor gibi kulluk yapmaya, Senin tarafından görülüyor olma mülâhazasıyla yaşamaya, muradın istikametinde adım atmaya muvaffak eyle ve beni bu mülâhazalardan bir an dûr eyleme (uzaklaştırma)!” diye yalvarmalıyız.

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) bir hadis-i şeriflerinde, her âdemoğlunun hata işleyeceğini, hata işleyenlerin en hayırlısının da tevbe edenler yani hatasından dönmesini bilenler olduğunu ifade buyuruyor.90 Herkesin tabiatında onu hataya sevk edecek bir kısım genler vardır. Ne var ki, düşüp kalkmalar, üst üste yapılan falso ve fiyaskolar, kemal-i ciddiyetle doğrunun arkasında olmaktan bizi alıkoymamalıdır. Zira kul olmanın gereği budur. İnsan, bir an için nefsine uyabilir, hata edebilir; fakat asla orada kalmamalı, hemen tevbe ve istiğfarla Rabbine yönelmelidir.. İnsan olma potansiyelinin inkişafı yani hakiki insanlığa yükselme, oradan da “insan-ı kâmil” zirvelerine çıkabilme, şart-ı âdi plânında irademize, ceht ve gayretimize, teyakkuz ve temkinimize emanet edilmiştir.

İnsanlık olarak çok kritik bir zaman diliminden geçmekteyiz. Kötülüğe ve fenalığa götüren kapılar ardına kadar açılmış durumdadır. Şeytan boş durmuyor; ayağımızı kaydırmak ve bizi Rabbimizden uzaklaştırmak için çırpınıyor. Hakka çağıran sesler ise çok cılız çıkıyor. Çokları, bâtılın bayraktarlığını yapıyor; hem de suret-i haktan görünerek. Kafalar karışık, himmetler sarsık. Kavga ve çatışmalar hiç bitmiyor. Dünya sevgisi kalbleri esir almış. Bunca keşmekeşlik içinde kalb-i selim, hiss-i selim ve akl-ı selim ile hareket edebilmek ve rıza yolundan ayrılmamak zorlardan zor.

Saldırılara Nasıl Karşılık Vermeliyiz?

İ’lâ-yı kelimetullahı dert edinen adanmışların imtihanı çok büyüktür. Ne düşmanların imansız ve amansız saldırıları ne de dostların vefasızlık ve hazımsızlıkları biter. Türlü türlü zorluk ve sıkıntılarla imtihan olurlar. Şeytan da bunları asla boş bırakmaz. Bütün bunlar karşısında doğru yerde durabilmeleri, istikametlerini koruyabilmeleri çok önemlidir. Şeytan, böylelerini boş bırakmaz. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “Mühim ve büyük umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır.”91 Mesela şeytan, yapılan hakaretleri ve saldırıları önlerine koyarak, “Haydi siz de benzer şeyler söyleyin, onların yaptıklarının aynısını yapın. Bunca haksızlık karşısında sükût mu edeceksiniz!” diyerek onları kışkırtır. Nefislerine uyup şeytanın bu dürtüleriyle hareket etmeye başlarlarsa kazanma kuşağında kaybederler.

Gerçekten bugüne kadar birileri, aynısıyla nakletmeye bile terbiyemizin müsaade etmeyeceği şeyler söylediler. Demedik şey, atmadık iftira, söylemedik yalan bırakmadılar. Türkçe sözlüklerde bile bulmakta zorluk çekeceğimiz hakaret ve küfürleri ettiler, lanetler okudular. Densizliğin her türlüsünü yaptılar. Sözle de kalmayıp türlü türlü zulümler, gadirler irtikâp ettiler. Gönüllüler hareketini “günah keçisi” ilan ettiler ve ne kadar suç ve günah varsa ona yüklemeye kalktılar. Karalama adına hiç olmayacak isnatlarda bulundular. Yakın zamanda işlenmiş ne kadar suç varsa, hedef tahtası hâline getirdikleri bir hareketin sırtına yüklemek suretiyle işin içinden sıyrılmaya çalıştılar. Onların deyip ettikleri şeyler, Amnofis’in Hz. Musa’ya dediklerini çoktan geçmiştir. Kanaatimce, ne Lenin ne Stalin ne de başka diktatörler bu ölçüde ağız bozmuş, insanlara bu ölçüde hakaret ve küfürler etmişlerdi.

Ne diyelim, herkes karakterinin gereğini sergiler. Birileri hınçlarının gereğini yerine getirebilir, intikam hisleriyle hareket edebilir, zulüm ve gadirler işleyebilir. Ama başkalarının gırtlağına kadar günaha gömülmesi sizin de günah işlemenizi mübah kılmaz. Başkalarının size ağza alınmayacak şeyler söylemesi sizin ağzınızı bozmanızı gerektirmez. Kim ne derse desin, ne yazarsa yazsın; biz kendimiz olarak düşünmeli, kendimiz olarak yazmalı, kendi karakterimizi muhafaza etmeliyiz. Kimsenin terbiyemizi ve üslubumuzu bozmasına müsaade etmemeliyiz. Namus ve haysiyetimizi korur gibi terbiye ve üslubumuzu da korumalıyız. Başkaları bu konuda hassas olmayabilir. Bu, bizi hiç alâkadar etmez. Zira Kur’ân’ın ifadesiyle, hiç kimse bir başkasının yükünü yüklenmez.92 Herkes kendi vebali ile âhirete gider. Yine Kur’ân’ın ifadesiyle, bize düşen, kendimize bakmaktır; biz doğru yolda oldukça, yolunu şaşırmışlar bize zarar veremez.93

İncinme İncitenden

Her şeye rağmen bize centilmence ve civanmertçe davranmak düşüyor. Yapılan kötülük ve fenalıklar karşısında hislerimize hâkim olmak, marzî-i ilâhîye uygun düşmeyecek söz ve tavırlardan uzak durmak zorundayız. Aleyhimizde söylenen sözleri, Cenâb-ı Hakk’ın bizim ruh ve kalb dünyamıza yerleştirdiği manevî enzimlerle eritmek suretiyle ademe mahkûm etmeliyiz. Maruz kaldığımız bütün bu olumsuzluklar, bize çizgimizi terk ettirmemeli. İman, ihsan ve ihlâs mülâhazalarıyla telif edilemeyecek her tür davranışa karşı mesafeli durmalıyız. Biz durmamız gereken yerde durduğumuz, konumumuzun hakkını verdiğimiz sürece pespaye insanların her gün maşeri vicdan pazarlarına sürmeye çalıştıkları metaları rağbet görmeyecektir; zira bunların bir kıymet-i harbiyesi de yoktur.

Alvar İmamı şöyle der:

“Âşık der inci tenden

İncinme incitenden

Kemalde noksan imiş

İncinen incitenden”

Varsın başkaları inciten olsun. Biz incitmemeye, hatta elimizden geliyorsa incinmemeye bakmalıyız. Çünkü bizim dünya adına bir talebimiz yok. Dünya adına beklentisi olan, geldikleri makamları beğenmeyerek sürekli gözünü yukarılara diken insanlar, gözünü diktikleri makamları elde etme adına her melaneti işleyebilirler. Hatta yürüdükleri yolda kendileri için engel gördükleri insanlara yapmadık kötülük bırakmayabilirler. Lakin Allah rızasından başka bir şey düşünmeyen, i’lâ-yı kelimetullaha gözünü diken, nâm-ı celil-i Muhammedi’yi dünyanın dört bir yanına ulaştırmayı hedefleyen adanmışlar asla onlar gibi olamazlar.

Daha önce de farklı vesilelerle ifade ettiğim gibi, yıllardan beri aleyhimde yazı yazan insanlara şahsî haklarımı helal ettim ve yanımdakileri de buna şahit tuttum. Bize yapmadık kötülük bırakmayan zalimleri, âhirette, hakkına girdikleri insanların günahlarını yüklenmiş, ağır veballer altında iki büklüm olmuş, inim inim inler vaziyette görsem, ona da yüreğim dayanmaz ve kendi şahsımla alâkalı hakları helal ederim. Fakat Allah’a ait, başkalarına ait haklar varsa onları affetmek bizi aşar; bir hakkı ancak hak sahibi affedebilir.

Evet, bizim yegâne gaye-i hayalimiz, Gönüller Sultanı’nın sultanlığını her gönle bir kere daha duyurmaktır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) gönüller sultanı olarak yaratılmıştır. O’nu bütün gönüllerin sultanlığına taşımak bizim aslî vazifemizdir. Bunun dışında bir hedef peşindeysek, bir gün biz de bir yerlerde küçük bir idareci, vekil, iktidar sahibi olalım gibi basit mülâhazalar içindeysek hiç farkına varmadan Allah’tan uzaklaşmış oluruz. Meslek ve meşrebimiz buna müsaade etmez. Fakat şuna katiyen inanmalıyız ki; Allah kendi yolunda yürüyenleri asla yüzüstü bırakmaz.

Elbette, bu kutsi yolun yolcuları da fırtınalara, tsunamilere maruz kalabilirler. Zira belalar ve felaketler bu yola revan olanların değişmez kaderi olmuştur. Eğer hususiyetlerini bilerek bu yola girmişseniz bunlara katlanacaksınız. Bazen Firavun ve Nemrutlardan çekeceksiniz, bazen din düşmanlarından, bazen münafıklardan, bazen de sizinle aynı kıbleye yönelen, aynı secdeye baş koyan ya da öyle görünenlerden. Çekme sizin kaderiniz, çektirme de onların huyları olacak.

Allah’a ahd ü peymanımız var, yolumuzdan dönmeyeceğiz. Bir gün döneceksek Allah bizi daha fazla yaşatmasın. Bütün bunları bilerek bu yolda iseniz, neyle karşılaşırsanız karşılaşın, dişinizi sıkıp sabredeceksiniz. Çünkü sabır, kurtuluşun sırlı anahtarıdır.


90 Bkz.: Tirmizî, sıfatü’l-kıyame 49.

91 Bediüzzaman, Lem’alar, s.200 (Yirmi Birinci Lem’a).

92 Bkz.: En’âm sûresi, 6/164; İsrâ sûresi, 17/15; Fâtır sûresi, 35/18; Zümer sûresi, 39/7.

93 Bkz.: Mâide sûresi, 5/105.

-+=
Scroll to Top