YALANCILAR VE YAMACILAR

Bediüzzaman Hazretleri, güzel görenin güzel düşüneceğini, güzel düşünenin ise hayatından lezzet alacağını ifade eder.94 En olumsuz zaman ve şartlarda bile insanın bu bakış açısını koruyabilmesi, en negatif hâdiselerin bile güzel yanlarını görebilmesi çok önemlidir. Çünkü zâhirî yüzleri itibarıyla çirkin ve kötü görünen nice hâdise vardır ki, onların altında güzellikler saklıdır. Bu itibarla zamandan, olaylardan, sıkıntı ve meşakkatlerden şikâyet etmemelidir. Havanın bütün bütün karardığı, tek bir ışık şulesinin kalmadığı, her şeyin renk attığı, en canlı şeylerin bile partallaştığı dönemlerde dahi elden geldiğince hâdiselerin güzel ve olumlu yönlerini görmeye çalışmak gerekir.

Biz, “hayır” veya “şer” gördüğümüz hususlarda yanılabiliriz. Hayır zannettiğimiz şeyler şer, şer zannettiklerimiz de hayır olabilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim bu hususu net olarak şöyle ifade eder: وَعَسٰىٓ اَنْ تَـكْرَهُوا شَيْــٔاً وَهُوَ خَيْـرٌ لَـكُمْۚ وَعَسٰىٓ اَنْ تُحِـبُّوا شَيْــٔاً وَهُوَ شَـرٌّ لَـكُمْۜ وَاللهُ يَـعْلَمُ وَاَنْـتُمْ لَا تَعْلَمُونََ۟ “Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı; sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerli olur. Allah bilir siz bilmezsiniz.”95

İnsanlık, hemen her dönemde bir kısım imtihanlara maruz kalmıştır. Özellikle peygamber yolunu yol edinenler neredeyse hiç rahat yüzü görmemişlerdir. Bazen kâfirler bazen de küfür sıfatları taşıyan mü’minler onlara hayatı dar etmişlerdir. Maalesef tarihte ve günümüzde mü’min görünen niceleri, muhalif ve düşman belledikleri kesimleri sindirmek, ezmek ve yok etmek için akla hayale gelmedik zulümler işliyorlar. Menfur hedeflerine ulaşabilmek için her vesileyi meşru görüyor, her yola başvuruyorlar. Başlıca silahları ise yalan, iftira ve karalama. Bu halleriyle, mü’min olduklarını iddia etseler de küfre ait vasıflar taşıdıklarına şüphe yok.

Hz. Pîr’in dediği gibi, her kafirin her sıfatı kafir olmadığı gibi, her mü’minin her sıfatı da mü’min değildir. Mesela yalan, bir küfür sıfatıdır. Bir mü’min yalan söylüyor, yazıyorsa küfre ait bir sıfat taşıyor demektir. İnsan, bir kere yalan söyleyince küfre ve nifaka doğru bir adım atmış ve imandan da bir adım uzaklaşmış olur. Yalan söyleyen kişi namaz kılsa, oruç tutsa, hacca gitse de küfre ait bir hususiyeti üzerinde taşımaktan kurtulamaz. Hele bir de bu yalanını medya vasıtasıyla çok geniş kitlelere ulaştırıyor ve silinmeyecek şekilde arşivlere kaydediyorsa katmerli bir günah işliyor demektir.

Maalesef günümüzün bazı siyasileri bile bile yalan söylüyor, bu yalanlarını durmadan tekrar ediyor. Medya da onların bu yalanlarını, yine yalan olduğunu bile bile, geniş kitlelere duyuruyor ve gelecek nesillere intikal ettiriyor. Hatta bazen şerh ve haşiyelerle bu yalanı daha da köpürtüyor, büyütüyor. Dolayısıyla bunlar birkaç kişiye söylenmiş basit bir yalan olarak kalmıyor, belki milyonlara ulaşıyor. Yani milyonlarca kafa karıştırılıyor, milyonlarca zihin ifsat ediliyor.

Bu yalancıların bir de yamacıları var. Yalancılar, ne zaman inanılması zor bir yalan ortaya atacak ve kitlelerde tereddüt hâsıl edecek olsalar, hemen yamacılar devreye giriyor. Onların yalanlarına payandalar buluyor; inanılması zor yalanları tevil ve yorumlarıyla kitlelere makul göstermeye çalışıyorlar. “Sürç-i lisan oldu, maksadını tam izah edemedi; esasında onun asıl demek istediği şu idi.” diyerek yalancıları toplum nezdinde aklamaya, temize çıkarmaya çalışıyorlar. Bu durum, yalancıları daha da cesaretlendiriyor ve bu defa daha büyük yalanlar söylüyorlar. Yalancılarla yamacıların bu yardımlaşması sayesinde nice masumlar mücrim gösteriliyor, onların itibarlarıyla oynanıyor ve ne zulümler ne zulümler irtikap ediliyor. Kitlelerin cehaleti ve muhakemesizliği de yalancılara ayrı bir cesaret veriyor. Onlar, bu yalanlarıyla halkın efkarını ifsat ediyor, toplumu paramparça hâle getiriyorlar.

Sıklıkla ifade ettiğimiz gibi, herkes kendi karakterinin gereğini sergiler. Demek ki; düşünce kuluçkalarının altında yatan yumurtalarda haset ve çekememezlikler, kin ve düşmanlıklar gizliymiş. Meğer gizledikleri sinsice düşüncelerinin gereklerini yapacak bahaneler peşindelermiş. Bir harekete karşı kıskançlıkla kıvranıp duruyor ve içlerindeki erâcifi dökmenin yollarını arıyorlarmış. Bu sebepledir ki; ellerine imkân ve fırsat geçer geçmez, masumiyetlerinden kendilerinin de şüphe duymadıkları on binlerce insanı, yalan ve iftiralarla mücrim gibi göstermeye kalktılar. Akla hayale gelmedik hakaret ve küfürler ettiler. Aslında bir endam aynasının karşısına geçip baksalar, söyleyip ettikleri şeylerin numara ve drobunun kime uyduğunu çok iyi göreceklerdi.

Bütün bunlar karşısında bize düşen vazife, peygamberane ve velayetkârane bir azimle, sarsılmadan ve paniklemeden yolumuza devam etmek; yaşanan sıkıntıların ardındaki saklı güzellikleri görmeye çalışmaktır. Zira bunlar bizi güzel düşüncelere, güzel düşünceler de hayattan lezzet almaya sevk edecektir. Yapılan hakaretlere aldırmadan, kimseye küsmeden, gönül yıkmadan ve gönül koymadan işimize bakmalıyız. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler. Her hırıltı ve homurtuya laf yetiştirmeye kalkarsanız vaktinizi ve enerjinizi boşa tüketmiş olursunuz. Üstelik işlerinde profesyonelleşen yalancı ve yamacılarla da başa çıkamazsınız. Onlar, her gün karşınıza yeni yeni düzmece sözlerle çıkarlar. Ne yalanları biter ne de bunlara getirdikleri tevilleri.

Zihnimizi bu tür olumsuzluklarla yoracağımıza, şimdiye kadar yapageldiğimiz güzel işlere devam etmeliyiz. İnsanla meşguliyet adına alternatif yollar bulmalıyız. Himmetimizi âli tutmalı, birlerimizi bin yapmanın yoluna bakmalıyız. “Bu yapılan işlerle ne olacak ki?” demeden, en ufak bir kıpırdanışı küçük görmeden, elimizdeki imkân ve fırsatları çok verimli değerlendirmeye çalışmalıyız. Bugün yapılan küçük işlerin gelecekte nasıl semere vereceğini bilemeyiz. Biz, yaptığımız hizmetleri kendi küçüklüğümüze bağlamamalıyız. Her şey Allah’ın elindedir. O, murad buyurduktan sonra, damlalardan deryalar meydana getirir.

Önemli olan, maruz kalınan ağır imtihanları rıza ve sabırla karşılayabilmek ve âhirete alacaklı gidebilmektir. Bazen şeytan, “Biz bugüne kadar hiçbir ödül beklemeden, adanmışlık ruhuyla sürekli koşturduk, malımızdan ve canımızdan fedakârlıkta bulunduk. Karşılığı bu mu olmalıydı!” şeklinde aklımıza farklı düşünceler getirerek bizi şikâyete sevk edebilir. Allah karşısında, kulluk şuuruyla bağdaşmayan bu tür düşüncelere girmemenin yolu; bizim için birer rehber ve rehnümâ (kılavuz) olan peygamberlerin hayatına bakmak, onlara iktida etmek, onların peşinden gitmektir. Şunu unutmamalıyız ki; Allah’ın en çok sevdiği kullarının en ağır imtihanlara uğraması, kadimden bu yana devam edegelen bir âdet-i ilâhiyedir, yani Allah’ın değişmeyen bir kanunudur. Kur’ân’da anlatılan peygamber kıssalarına bakılacak olursa onların, imtihanların en ağırına maruz kaldıkları ve bütün bu imtihanları sabır ve rızayla göğüsledikleri görülür. Allah, bizleri de onların yoluna tâbi olan babayiğitlerden eylesin!


94 Bediüzzaman, Mektubat, s.532 (Hakikat Çekirdekleri).

95 Bakara sûresi, 2/216.

-+=
Scroll to Top