ÇAĞIN YEZİTLERİ

Keşke herkes sahip olduğu mazhariyetlere Alvarlı Efe Hazretleri gibi bakabilse ve şöyle dese:

“Değil bu bana layık bu bende,

Bana bu lutf ile ihsan nedendir.”

Keşke Hz. Bediüzzaman’ın verdiği şu ölçüleri bir an olsun aklından çıkarmasa: “Sen, ey riyakâr nefsim! Dine hizmet ettim diye gururlanma. “Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir (günahkâr) adamla da teyit ve takviye eder.”107 sırrınca, müzekkâ (temiz, pak) olmadığın için, belki sen kendini o racül-ü fâcir (fâcir, günahkâr adam) bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini; geçen nimetlerin şükrü, vazife-i fıtrat, fariza-i hilkat ve netice-i sanat bil, ucb ve riyadan kurtul.”108

Kaç insan vardır ki şahsî hayatı itibarıyla kendini sorgulasın ve “Acaba ben bir fasık mıyım? Acaba kalbimde nifak taşıyor muyum?” desin. Kendi durum ve konumunu sorgulamayan, sürekli nefsini muhasebe ve murakabeye tâbi tutmayan bir insan, yaptığı hata ve işlediği günahları küçük görür, önemsemez. Kendini arınmaya muhtaç kusurlu biri olarak düşünmez. Kalb ve ruh dünyasını, tasavvur sistemini, tahayyül mekanizmasını, aklî melekelerini kirlettiğini düşünmeyen biri niçin arınma kurnası arasın ki! Kendini melekler gibi kusursuz ve pir ü pak gören, tepeden tırnağa kire bulaşsa da bunun farkına varmaz. Bu yüzden tevbe edip Allah’a dönmez; inabe ve evbenin rüyasını bile görmez. Bu insan hem tevbe ve inabeden mahrum kalır hem de ortaya çıkan problemler karşısında suizan ve atf-ı cürümlerden de kurtulamaz. Çünkü o, çevresinde olup biten olumsuzlukların sebeplerini hep dışarıda arar. Dönüp kendine bakmaz, kendini sorgulamaz, kendi hata ve kusurlarını göremez. Bu sebeple hep dışarıda suçlu arar durur, bu hasta psikolojiden kurtulamaz. Başkalarını eleştirmeyi ve suçlamayı alışkanlık hâline getirmiş bu tiplere, elli numara gözlük de taksanız, bunlar yine de kendi kirlerini göremezler. Zira onlar bu konuda kördürler.

Nazarları hep başkalarının üzerinde olan, sürekli “öteki”nin eksik ve gedikleriyle uğraşanlar, aslında acınacak durumdadır. Zift kuyusuna düşmüş, üstü başı kir pas içinde ve belki de âkıbeti Cehennem’deki zift kazanları olan zavallılara acınmaz mı? İnsanlığını kaybetmemiş her kişiye düşen şey, bu gibi insanlara acımaktır. “Batsın, bitsin, yerin dibine geçsin…” mülâhazaları mü’mince bir tavır değildir. Bize, “Allah ıslah etsin, gözlerini açıp zift içinde bulunduklarını kendilerine göstersin, arınma yollarına hidayet eylesin!” demek düşer. Yoksa birileri sürekli çevrelerini suçlarken, onlara olmadık hakaretler ederken, sövüp sayarken berikiler de mukabele-i bi’l-misil kaide-i zalimanesine başvurur, yani aynısıyla karşılık verir ve karşı saldırıya geçerse memleket savaş meydanına döner.

Yezitleşen Zalimler

Maalesef günümüzde bütünüyle kin ve haset duygularına yenik düşmüş bir kesim, olup biten her olumsuzluğu başkalarına fatura ediyor, meydana gelen bütün suçları, günah keçisi ilan ettiği bir camiaya yüklüyor, sürekli onların gıybetini yapmak suretiyle yamyamlar gibi insan eti yiyor, akla hayale gelmeyecek yalan ve iftiralarla onları karalıyor. Yalan, iftira, gıybet, karalama, intikam onların huyu, âdeti hâline gelmiş.

İnsanlık tarihinde bu tür haksızlıklar ve zulümler hep olagelmiş; fakat bazı devirlerde zirve yapmıştır. Mesela Yezit dönemi bunlardan biridir. Yezit ve çevresindeki yezitleşen insanlar, Kerbela’da aralarında çoluk çocuk, kadın da bulunan yetmiş kadar insanı hunharca katletmişlerdir. Savaşma gücü ve niyeti olmayan bir avuç insanın üzerine büyük bir orduyla yürümek ve onları toptan kılıçtan geçirmek akıl alır gibi bir vahşet değildir. Üstelik bunlar sıradan insanlar da değildir. Başlarında Efendimiz’in torunu Seyyidina Hz. Hüseyin; onun yanında içlerinde kadın ve çocukların da olduğu akraba ve yakınları bulunmaktadır. Fakat gözü dönmüş bu vahşiler, karşılarında kimin olduğuna bakmadan onları katletmiştir. Hatta Hz. Hüseyin Efendimiz’in mübarek başını kesmiş, cesedini atlara çiğnetmişlerdir.

Daha sonraki dönemlerde de zaman zaman Yezit ruhu hortlamış ve peygamber davasına sahip çıkan adanmışlara karşı benzer zulüm ve vahşetler irtikâp edilmiştir. Çağın Yezitleri de aynı şeyleri yapıyorlar. İsterseniz kendi ülkeniz de dâhil dünyanın değişik coğrafyalarında şöyle bir hayalî gezintiye çıkın. Çağın yezitleri ve onların yapmış oldukları benzer zulümler bir bir gözünüzde canlanacaktır. İnsanların vahşetle nasıl birbirlerini yediklerini göreceksiniz. Gücü ele geçiren zalimlerin, kendilerine biat etmeyen masumları nasıl hınçla ezdiklerini esefle müşahede edeceksiniz.

Çağın Yezitleri de tarihteki Yezit gibi devletin tüm güç ve şiddet mekanizmalarını kullanarak savunmasız masumların üzerine yürüyor ve kendi saltanatları için tehdit gördükleri insanların kökünü kazıma adına ne vahşetler ne vahşetler yapıyorlar. Yezitleşen bu zalimlerin yanı sıra, onların işledikleri bu vahşetleri görmeyen veya görmezden gelen körleri de unutmamak gerekir. Bunca yalanı, hıyaneti, zulmü, nemelazımcılığı, zulme karşı dilsiz şeytanlığı, ondan da öte zulmü desteklemeyi sıradan şeylermiş gibi gören insan müsveddeleri nasıl unutulur! Karşı koyma gücü ve savaşma niyeti olmayan masumların üzerine gitmek, ancak insanlığını yitirmiş canavarlara mahsus bir özelliktir.

Evet, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, dünya kadar yalan ve iftira, şenaat ve denaet (iğrençlik ve alçaklık), vahşet ve zulüm olağan şeyler gibi görülüyor. Hatta Makyavelist zalimler bütün bunları menhus (uğursuz) hedeflerine ulaşma adına lüzumlu görüyor, belki de cihat gibi algılıyorlar. İntikam duygularıyla yatıyor, kalkıyorlar. Belki rüya ve hülyalarında bile, düşman ilan ettikleri insanları bitirme senaryolarıyla meşgul oluyorlar. Uyandıklarında da bu senaryoların figüranlığını yapıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen insanları yokluğa mahkûm etmek için her gün elli türlü entrika ve komplo sahneye sürüyorlar. Dolayısıyla da yapıp ettikleriyle sürekli etrafa levsiyat saçıyorlar. Daha da vahimi, bunca kötülüğü İslâm adına yapıyor, İslâm’ın dırahşan çehresini kirletiyorlar. Var olduğu günden bugüne İslâm’ın adı herhâlde bu ölçüde kirletilmemiştir.

Akıllı Mehmet

Bir taraftan İslâm’ın yasakladığı pek çok günahı hiç çekinmeden işleyecek, diğer taraftan İslâm’ı ikame iddiasında bulunacaksınız; olacak şey değil! Bu nadanların İslâm’dan da, içinde yaşadıkları dünyadan da haberleri yok. Ne Kur’ân ve Sünnet’in ruhuna vâkıflar ne de içtimaî coğrafyanın şartlarına. Buna rağmen kocaman kocaman lafları da ağızlarından düşürmüyorlar. Öyle iddialarda bulunuyorlar ki, bunları ne Hz. Ebû Bekir dillendirmiştir ne de Hz. Ömer. Boylarını aşkın sözler ediyor, sonra da o sözlerin altında kalıyor, presleniyorlar. İnsan, cehaletin ve aymazlığın bu kadarına da “pes” diyor. Neticede olan, milletimize oluyor, Müslümanlara oluyor. Problemler sarmalı her geçen gün daha da büyüyor ve işin içinden çıkılmaz bir hâl alıyor.

Akıllı Mehmet’in hikâyesi, onların bu durumunu çok güzel resmeder. Akıllı Mehmet diye biri varmış. Büyük bir uçurumdan aşağı inmek için plân yapılırken ortaya bir fikir atmış. Uzun patikalarda dolaşmadan, onları kestirme bir yolla hızlıca aşağı indirebileceğini söylemiş. Buna göre birisi kayalara yapışacak, bir diğeri ona, öbürü ona. Derken aşağıya kadar bir sütun oluşturacaklar ve kalanlar da onlara tutuna tutuna ineceklermiş. Fakat en yukarıdakinin elleri yükü taşıyamaz hâle gelince hepsi birden aşağı yuvarlanmışlar. Kırk kişiden otuz dokuzu ölmüş, birinin de kolu kanadı kırılmış. Çevreden olayı görenler Akıllı Mehmet’in yanına koşmuş, ne olduğunu sormuşlar. Verdiği cevap şuymuş: “Sormayın, az daha bir sakatlık çıkaracaktık.”

Bugünkü serkârların yaptıklarının, inanın bundan pek bir farkı yok. Asırlarca İslâm’a bayraktarlık yapmış, insanlığa mühim şeyler sunmuş, devletler muvazenesinde önemli bir denge unsuru olmuş mübarek bir ülkeyi enkaz yığınına çevirdiler. Fakat meydana getirdikleri tahribatı hatırlattığınızda, hâlâ Akıllı Mehmet gibi cevap veriyor ve bir problemin olmadığını söyleyip duruyorlar. Tarih olup biten bütün bu hâdiseleri ironik şekilde yazacak, okuyanlar bir taraftan ağlarken bir taraftan da gülmekten kendilerini alamayacak.

Haksızlık Karşısında Susan Dilsiz Şeytanlar

Yukarıda Yezit’in Âl-i Beyt’e reva gördüğü mezalimden bahsetmiştik. Fakat Hz. Hüseyin’i çağıran ve ona sahip çıkacağını vadedenleri de unutmamak gerekir. Onlara şu soruları yöneltelim: Madem onları davet ettiniz, niçin onlara sahip çıkmadınız? Kılıçtan geçirilirlerken niçin imdatlarına koşmadınız? Neden onları yalnızlığa terk ettiniz? Yezit, zulümde zirveleşmiş, Allah’ın cezası bir insandı. Fakat sizin yaptığınıza da Yezitlik denmez mi? Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ciğerparesine kıyılırken bunu uzaktan nasıl seyredebildiniz? Gerekeni yapmadığınız hâlde onun şehadeti üzerine utanmadan nasıl ağıtlar yakabildiniz?

Maalesef bu noktada da günümüzde değişen bir şey yok. Birileri bir zulüm, bir haksızlık irtikâp ediyor, diğerleri de bu haksızlık karşısında dilsiz şeytan kesilerek bu zulme ortak oluyor. Haydi, zalimler kendi karakterlerinin gereğini yapıyor. Fakat yapılan bunca zulmü gördüğü, bildiği hâlde ses çıkarmayan ve hatta farklı yollarla buna destek olanlara ne demeli! Ben onların durumuna, bizzat zulmü yapanlardan daha çok şaşırıyorum. Bunca mezalimi tiyatro seyreder gibi seyreden bu zavallılara acıyorum.

Yezitlerin, Haccacların, Şimirlerin, İbn Mülcemlerin, Lü’lülerin yaptıkları zulümler aklımıza geldiğinde, “Allah topunuzu yerin dibine batırsın!” diyesimiz geliyor. Fakat ne Kur’ân ve Sünnet’te ne de Ehl-i Sünnet akidesinde Yezit’e veya başka bir zalime lanet okumanın sevap olduğuna dair bir hüküm vardır. Ehl-i Sünnet ulemasından bazıları Yezit’e lanet etmiş ve lanet etmenin câiz olduğunu söylemiştir. Buna karşılık pek çok ulema, câiz olsa da, bunun teşvik edilecek bir yanının olmadığını, her konuda olduğu gibi bu hususta da temkinli ve itidalli (ölçülü) davranmanın, aşırıya kaçmamanın, dilini tutmanın gerçek mü’min duruşu olduğunu ifade etmişlerdir.

Onların müstahak oldukları (hak ettikleri) şey her ne ise Allah onu takdir buyuracak ve hak ettikleri cezayı verecektir. Hiss-i mürüvvetle hareket eden, engin insanî duygulara sahip bir mü’mine düşen vazife, “Allah’ım bizi de, şirazeden çıkmış bu zalimleri de Senin yoluna hidayet buyur, onları ıslah et! Eğer ıslaha kabiliyetlerini kaybetmişlerse, onları Sana havale ediyoruz. Şayet salah yolunu seçmezler, fitne ve fesatlarına devam ederlerse tez zamanda haklarından gel. Ellerini, kollarını bağla, ayaklarına prangalar vur. Akıllarını işlemez, dillerini konuşamaz, kalemlerini yazamaz hâle getir de kötülük yapamaz olsunlar. Masum insanların aleyhine başvurdukları ne kadar yol yöntem, kullandıkları malzeme varsa hepsini ellerinden çekip al. Menfur emellerine ulaşmalarına fırsat verme ve cümle masum, mazlum ve mağdurların çektiği zulümleri bertaraf et, ah u figanlarını dindir. Bu âciz ve çaresiz kullarını nusretinle, hıfz u inayetinle teyit buyur Allah’ım!” demektir. Bu, insanlığımızın gereğini ortaya koymakla beraber aynı zamanda mağdur ve mazlumlara vefanın gereğidir.


107 Buhari, cihad 182; Müslim, iman 178.

108 Bediüzzaman, Sözler s.515 (Yirmi Altıncı Söz, Hâtime).

-+=
Scroll to Top