ADANMIŞLIK MEFKÛRESİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Soru: Hizmetin temel dinamiği olan adanmışlık mefkûresi açısından tehlike arz eden hususlar ve bunlardan korunma yolları nelerdir?

Cevap: Cenab-ı Hakk’ın şimdiye kadar fedakâr ruhlara ihsan ettiği başarı ve muvaffakiyetleri, tahdis-i nimet (nimetleri şükürle yâd etme) hisleriyle karşılamak ve bunun şükrünü eda etmeye çalışmak gerekir. Çünkü bugüne kadar dünyanın dört bir yanına açılan hizmet gönüllülerinin ortaya koyduğu güzellikler bizim güç ve iradelerimizi aşmıştır. Bunların ortaya çıkması için sebepler plânında, tebliğ heyecanı, fedakârlık duygusu, yetişmiş öğretmen, civanmert iş adamı, yeterli kaynak, makul plân ve proje, gidilen yerlerde hüsn-ü kabulle karşılanma gibi pek çok faktörün bir araya gelmesi gerekir. Bu ise ihtimal hesaplarına göre gerçekleşmesi çok zor bir durumdur.

Yapılan hizmetleri belirli şahıslara, kadrolara, ekiplere mâl etmekten kaçınmalı; Allah’ın yardım ve inayetine bağlamalıyız. Böyle bir tavır, hakikatin ifadesidir. Ortaya çıkan başarıları birilerinin dehasına, tedbirine, yeteneğine vermek, hadisin ifadesiyle, onların boynunu kırmak demektir.21 Herkes böyle bir yükü kaldıramayabilir. İnsan, kolaylıkla Allah’ın inayet ve rahmetini unutarak neticeleri gerçekten kendinden bilme küstahlığına düşebilir. Özellikle gafletin çok ilerlediği, enaniyetin azgın bir firavun gibi hüküm sürdüğü böyle bir dönemde kimseyi putlaştırmamalı, mitleştirmemeliyiz.

Bu ifadelerimizden insanların bin bir emek ve cehtle ortaya koydukları güzel işlerin görmezden gelinmesi gerektiği gibi bir sonuç da çıkarılmamalıdır. Bilakis, yerine göre onları alkışlamasını, takdir ve teşvik etmesini, ödüllendirmesini ve hepsinden önemlisi dualarımızla onlara destek olmasını bilmeliyiz. Dualarımızda sürekli, “Allah’ım, kardeşlerimizi hizmette sabitkadem eyle, istikametten ayırma, her tür inhiraf (sapma) düşüncesinden muhafaza eyle, iman ve marifetle serfiraz kıl, onların aşk u iştiyaklarını artır!” şeklinde Allah’a yalvarıp yakarmamız, kardeşlerimize göstereceğimiz vefa ve sadakatin bir gereğidir.

En Büyük Keramet: İstikamet

Allah’a binlerce şükür olsun ki maddî kılıcın kınına girdiği bir dönemde irşat ve tebliğ faaliyeti adına göz doldurucu hizmetler yapıldı. Fedakâr gönüller Allah’la insanlar arasındaki engelleri bertaraf ederek gönülleri yeniden O’nunla buluşturma adına ciddi sıkıntılara katlandı. Aylarca maaş alamayanlar oldu. Amele gibi Hizmet müesseselerinin inşaatlarında çalıştılar. Emsallerine nispeten oldukça düşük ücretler aldılar. Yıllarca memleketine gidemeyenler oldu. Samimi bir şekilde ortaya konulan bütün bu ceht ve gayretleri görmezden gelemeyiz. Bununla beraber Allah’ın sağanak sağanak üzerimize yağan lütuflarına karşı nankörlük yapamayız. O, bize böyle bir adanmışlık ruhu ve fedakârlık hissi vermeseydi muhataplarımızın gönüllerine bize karşı bir sevgi koymasaydı o güzel işler yapılamazdı. Şükür O’na, minnet O’na.

Ne var ki asıl önemli olan, hizmetin en önemli dinamiği adanmışlık ruhunu ölünceye kadar devam ettirebilmektir. İşin başında ortaya konulan fedakârlık ve diğerkâmlığı sonuna kadar götürebilmektir. Diğer bir tabirle, istikameti koruyabilmektir. Ve bu, sanıldığı kadar kolay değildir. Beşer olmamız hasebiyle farklı farklı imtihanlar bizi beklemektedir. Hepimiz etten, kemikten yaratılmış insanlarız. Nefis taşıyoruz. Dünyaya karşı meylimiz, istek ve arzularımız var. İnsanı bekleyen imtihanlar bir âyet-i kerimede şöyle ifade edilir: زُيِّـنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّـسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَـنْـطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَـيْـلِ الْمُسَوَّمَـةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَـرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَـيٰوةِ الدُّنْـيَاۚ وَاللهُ عِـنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, çoluk çocuğa, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük, insanlara çekici kılındı. (Oysaki) bunlar, dünya hayatının geçici metalarıdır. Asıl varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.”22

İnsan, gayrimeşru daireye girmese bile fıtraten meylettiği, bazı çekici dünya malından istifade etmek isteyebilir. Evlad ü ıyal sevgisi onu hizmetlerinden alıkoyabilir. Para kazanma, zengin olma düşüncesi zihninde yer edebilir. Rahat yaşama, dünya nimetlerinden keyfince istifade etme arzusuna kapılabilir. Sahillerde veya ormanlarda tatil yapmak, eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek isteyebilir. Ne var ki bütün bunlar, zamanla insanı gayrimeşru zeminlere çekebileceği veya en azından onun ayağına vurulan bir pranga, boynuna takılan bir tasmaya dönüşebileceği için onu yürüdüğü yoldan alıkoyabilir. Zincirlerini kıramayan, dünyanın cazibedar güzellikleri karşısında duruşunu koruyamayan birinin, fedakârlık ve adanmışlık duygularını muhafaza etmesi çok zordur.

Evet, niceleri vardır ki işin başlangıcında ortaya koydukları fedakârlığı sonuna kadar götüremedikleri için kaybetmişlerdir. Mesela baş koydukları yolda uzun süre yürümüş, nice zorluklara göğüs germiş fakat bir yerde nefsanî arzularına takılıp kalmışlardır. Kimileri, hicret adına farklı diyarlara açılsa ve oralarda çok güzel hizmetler yapsa da bir süre sonra başları dönmüş, bakışları bulanmıştır. Zamanla kıvamlarını kaybetmeye ve değişmeye başlamışlardır. Kimilerini makam, kimilerini imkânlar değiştirmiştir. Kimileri çıkar mülâhazalarına takılmıştır, kimileri şöhrete. Neticede bu insanlar, korumaları gereken vefa ve sadakati koruyamamış, adanmışlık ruhunu dipdiri tutamamışlardır.

Bu tür zikzak yapanların sayısı gerçi olabildiğince azdır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde dahi nice kayma yaşayan insan olmuştur. Fakat yine de temkin ve teyakkuz içerisinde yaşamak adına, bunlar, ibret alınması gereken olaylardır.

Manevî Hayatı Felce Uğratan Virüsler

Hz. Pîr, hizmet erlerini bekleyen muhtemel tehlikeleri hücümat-ı sitte (altı saldırı) sözüyle ifade etmiş ve bu başlık altında insana musallat olabilecek altı virüs üzerinde durmuştur. O, kendi dönemi itibarıyla en tehlikeli gördüğü virüslere dikkat çekmiştir. Ancak potansiyel olarak kötülüklere açık yaratılan insanı bekleyen tehlikeler bunlarla sınırlı değildir. Onu olumsuzluklara sevk edebilecek, manevi hayatını felce uğratabilecek daha pek çok virüsten bahsedilebilir. Bu açıdan, taşıdıkları emanetin önem ve ağırlığının farkında olan adanmışlara düşen vazife, onları yürüdükleri yoldan saptırabilecek bütün olumsuzluklar karşısında dişlerini sıkıp sabretmektir. Emanete sahip çıkma buna bağlıdır. Hz. Pîr bu sebeple dualarında, “Allah’ım, emanetini alacağın güne kadar bizi emanette emin kıl!” diyor.23

Biz öyle inanıyoruz ki ciddi bir fedakârlık ruhuyla dünyanın dört bir yanına açılan adanmışları, ruhaniler bile alkışlayacaktır. Gelecek nesiller, bir yâd-ı cemil olarak onlardan bahsedeceklerdir. Bununla beraber dökülüp yollarda kalanlar da olacaktır. Kâbe’yi ziyarete azmeden bir insanın hedefine ulaşmasına çok az bir mesafe kalmışken yön değiştirmesi veya gerisin geriye dönmesi gibi, bu yoldan dönenler de olacaktır. Bazısını çoluk çocuk sevgisi, bazısını rahat düşkünlüğü, bazısını korku, bazısını da haset ve rekabet hissi yoldan çıkaracaktır. Yüce bir mefkûreyi gerçekleştirmeye azmetmiş niceleri, çok küçük şeylere takıldıklarından ötürü son anda gemiyi kaçıracaklardır.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde şöyle buyurur: أَلَا إِنَّ بَنِي آدَمَ خُلِقُوا عَلَى طَبَقَاتٍ شَتَّى، وَمِنْهُمْ مَنْ يُولَدُ مُؤْمِنًا وَيَحْيَا مُؤْمِنًا وَيَمُوتُ كَافِرًا، وَمِنْهُمْ مَنْ يُولَدُ كَافِرًا وَيَحْيَا كَافِرًا وَيَمُوتُ مُؤْمِنًا “Haberiniz olsun! İnsanoğlu çok çeşitli tabakalar hâlinde yaratılmıştır: Kimisi vardır, mü’min olarak doğar, mü’min olarak yaşar, kâfir olarak ölür. Kimisi de vardır, kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar, mü’min olarak ölür.”24 Demek ki hiç kimse akıbetinden emin olmamalıdır. Ulema da bir insanın akıbetinden emin olmasını küfürle irtibatlandırmıştır. Yeis (ümitsizlik) de mutlak emniyet hissi de insanı küfre götürebilir. Bir mü’min ne Allah’ın rahmetinden ümidini kesmeli ne de endişe ve korkuyu elden bırakmalıdır. Allah dostlarının hayatlarına bakılacak olursa onların ömürlerini havf ve recâ dengesi içerisinde geçirdikleri görülür.

İstikamet içerisinde bir hayat yaşamak istiyorsak Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ikazlarına kulak vermeliyiz: “Mühim ve büyük umur-u hayriyenin (hayırlı işlerin) çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle (hizmetkârlarıyla) çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerekir.”25 Bir şey yapmayanla şeytan niye uğraşsın ki! O, zaten emir almadan da şeytanın çizdiği plân ve projeye göre hareket etmektedir. Fakat siz, kendi ruhunuzun heykelini dikme, insanlığa faydalı olma istikametinde bir şeyler yapıyorsanız, insî ve cinnî şeytanlar sizin peşinizi bırakmayacaktır. Sizi, yürüdüğünüz yoldan alıkoymak için ellerinden geleni yapacaklardır.

Tenbihü’l-Gâfilîn’de yer alan bir rivayette –sıhhatli bir tarikle gelmese de– Allah Resûlü’nün (aleyhisselâtu ve’s-selâm) şeytana dünyada en çok kimden nefret ettiğini sorduğunda şeytanın “Sen” diye cevap verdiği aktarılır. Niçin? Çünkü O, bütün insanlığın ruh abidesini ikame edecek bir Zat’tır. Bu sebeple O, cinnî ve insî şeytanların en büyük hedefi olmuştur. Efendimiz, Mekke gibi çok önemli bir şehirde neşet etmesine ve güçlü bir aileye mensup olmasına rağmen, O’nu Medine’ye göç etmek zorunda bırakmışlardır. Peygamberler tarihine baktığımızda Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Lût gibi daha başka peygamberlerin de aynı akıbete maruz kaldıklarını görürüz. Onları, genellikle neşet ettikleri yerde yaşatmamışlardır. Peygamberlerin sadık takipçileri olan büyük zatların başlarına gelen de tarih boyunca farklı olmamıştır. Bize en yakın olanlardan Hz. Pîr’i, kendi ifadeleriyle ‘memleket memleket’ sürgüne göndermişlerdir.26

Bütün bunları göz önüne aldığımızda, fedakârlık ve adanmışlık ruhuyla dünyanın dört bir yanına açılmış olan insanların nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduklarını anlayabiliriz. Onlar ihlâsın zirvesine çıkmış olsalar dahi, şeytan bulundukları yerlerde onlara çelme takabilir. Türlü türlü oyunlarıyla karşılarına çıkar da bir an olsun onları rahat bırakmaz. Elindeki tüm argümanları kullanarak onların ayaklarını kaydırmaya çalışır. Unutmamak gerekir ki bir şeyin menfaat ve kazancı ne kadar büyükse risk ve ceremesi de o kadar büyüktür. Allah muhafaza, ihlâs kulesinin başından düşen kimse derin bir çukura yuvarlanabilir. Allah’ı, Efendimiz’i, dinini, diyanetini bilen bir insan, ruhunun abidesini ikame edeceğine, beşerî ve cismanî arzularının arkasından koşmaya başlarsa kazanma kuşağında kaybedebilir.

Sonuç olarak, adanmışlar şeytan ve nefsin oyunlarına karşı bütün kapıları kararlı bir şekilde sürgülemeli, hizmetin ismet, iffet ve itibarına leke sürdürmemelidir. Cenab-ı Hakk’ın güzel bir zemin hazırladığı ve dünyanın kirlenmiş çehresini temizleme adına önemli hizmetler görme imkânını bahşettiği insanlar, yanlış bir yola saptıklarında sadece kendileri dalalete düşmekle kalmaz, aynı yolda yürüyen bütün insanların hukukuna da tecavüz etmiş sayılırlar. Binlerce, belki milyonlarca insanın çaba ve gayretleriyle meydana gelen güzellikleri kirletmiş olurlar. Böyle büyük bir yıkıma sebep olmak istemiyorsak kubbedeki taşlar gibi baş başa vermeli, birbirimize destek olmalı, herhangi bir sürçme ve düşmeye maruz kalmadan doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam etmeliyiz.


21 Bkz.: Buhârî, şehâdât 16, edeb 54, 95; Müslim, zühd 65.

22 Âl-i İmrân sûresi, 3/14.

23 Bediüzzaman, Sözler, s.29 (Altıncı Söz).

24 Tirmizî, fiten 26; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/19.

25 Bediüzzaman, Lem’alar, s.200 (Yirmi Birinci Lem’a).

26 Bediüzzaman, Tarihçei Hayat, s.616 (Tahliller)

-+=
Scroll to Top