ALLAH KULUNU SEVERSE…
Soru: Cenab-ı Hakk’ın kullarını sevmesinin tezahürleri nelerdir?
Cevap: Kelime darlığından ötürü çoğu zaman bir kısım yüce mefhum ve mânâları kendi lafızlarımızın içine sıkıştırarak ifade etmek zorunda kalıyoruz. Mesela soruda ifade edildiği gibi, Allah’ın kullarını sevmesinden, onlara muhabbet duymasından bahsediyoruz. Fakat bunların, zahirî anlamlarının ötesinde çok daha derin mânâlarının olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Sevmenin, muhabbet duymanın, insanlarda bir kısım tezahürleri vardır. Bu tezahürler genel itibarıyla olumlu ve güzel olsa da diğer bir açıdan zaaf da sayılabilir. Yani sevmenin arızalı, kusurlu yönleri de vardır. Mesela sevdiğiniz bir insana aşırı düşkünlüğünüz olur. Elinizde olmadan ona tutulur ve onun arkasından sürüklenirsiniz. Dolayısıyla da istemediğiniz şeyleri yapmak, hayatınızdan bir kısım tavizler vermek zorunda kalırsınız.
Aynı şekilde insanların, sevdiği şahıslara karşı sevgilerini gösterme yolları vardır. Bunu bazen bir tebessümle, bazen sözle ifade ederler. Bazen sevdikleri insanlar için şiirler, bazen de mektuplar yazarlar. Bu sevgi bazen hediyeler yoluyla, bazen de sözle açığa vurulur. Ne var ki bizim sevgiden anladıklarımız veya sevginin bize yaptırdığı bu gibi şeylerin hepsi, müteal olan Cenab-ı Hak hakkında düşünülemez.
İnsanlara nispet ettiğimiz gazaplanma, sevme, kıskanma, intikam alma gibi fiiller Allah’a nispet edildiklerinde farklı mânâlar taşır. Bunları, insanlara izafe ettiğimiz hakiki anlamlarıyla Allah hakkında kullanmak doğru değildir. Dolayısıyla bu fiillerin Allah’a nispet edildiği âyet ve hadislerde mecazî anlam kastedilmiştir. Biz, sevgi ve muhabbetin, cezbe ve incizapların bizim üzerimizde meydana getirdiği tesirden veya bunların sonucunda ortaya çıkan bir kısım fiillerden hareketle Allah’ın kendine mahsus mukaddes sevgisini ve muhabbetini anlamaya çalışırız. Mesela biz, sevdiğimiz bir insana karşı iyilik yollarını araştırırız. Onu üzecek, ona zarar verecek davranışlardan uzak dururuz. Allah için de aynı şey söz konusudur. İşte bu gibi lazımî mânâlardan hareketle Zat-ı Ulûhiyet’e yakışır mülâhazalara ulaşmalıyız.
Vedûd İsminin Tezahürleri
Yukarıda ifade edildiği üzere, beşerî duygu ve fiillere ait lafızlar Cenab-ı Hakk’a nispet edildiğinde bunların ‘lazım’ları kastedilir. Dolayısıyla Allah’ın kullarına sevgi duyduğu ifade edildiğinde, sevgi ve muhabbete terettüp eden neticeler anlaşılır.
Cenab-ı Hakk’ın insanlara karşı sevgisini ifade ettiği âyetlerden biri şudur: اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدّاً “Rahman, iman edip, salih ameller yapanlar için bir vüd (sevgi) vazedecek, (Onları hem Kendi hem de mahlûklar nezdinde sevimli kılacaktır.)”41 Bilindiği üzere esmâ-i hüsnâdan biri de Vedûd’tur. Allah, bu ism-i şerifin bir tezahürü olarak mahlûkata karşı muhabbetin de ötesinde bir alâka duyar. Sufice bir yaklaşımla bu sevgi ve alâkayı, “Allah Teâlâ’nın, kullarına, onları memnun ve mesrur edecek şekilde muamelede bulunması ve onları rızasına uygun tavır ve davranışlara muvaffak kılması” şeklinde de anlayabiliriz.
Bu âyet-i kerimede, iman ve salih amel sahipleri için vazedilecek sevgi, “seyec’alü” fiiliyle ifade ediliyor. Bilindiği üzere Arapçada “sevfe” edatı uzak geleceğe, “sin” harfi ise yakın geleceğe delalet eder. Âyette “sin” kullanılmasından, iman ve amel sahiplerinin daha bu dünyada sevgiye mazhar olacakları anlaşılıyor. Yani Allah, onların mükâfatını fazlasıyla âhirette vereceği gibi, daha dünyada iken de onlardan razı olacak ve kullarına da onları sevdirecektir.
Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadis-i şerifleri bu âyetin bir açıklaması gibidir: “Allah bir kulu sevdi mi Hz. Cebrail’e, ‘Allah falanı seviyor, onu sen de sev!’ diye seslenir. Onu Cebrail de sever. Sonra Cebrail Aleyhisselam, sema ehline, ‘Allah falanı seviyor, onu siz de sevin!’ diye nida eder, derken bütün sema ehli de onu sevmeye başlar. Sonra onun için yeryüzünde (insanlar arasında) hüsn-ü kabul vaz’ edilir.”42
Hadiste ilk olarak Cebrail Aleyhisselam zikrediliyor. Çünkü o, Allah’tan vahiy alabilecek ve içine hiçbir şey karıştırmadan peygamberlere iletebilecek keyfiyette yaratılmış hususi donanımlı bir varlıktır. Burada, meleklerden bir zümrenin temsilcisi olarak Hz. Cebrail’in ismi zikrediliyor ve örnek olarak o nazara veriliyor da olabilir.
Peki, meleklerin insanı sevmesi nasıl olur ve bu, insan için ne ifade eder? Mesela onlar insan için dua ederler. Gönlünüzü kaptırdığınız, arkasında koştuğunuz, gaye-i hayal hâline getirdiğiniz konularda size rehberlik yapar, işlerinizi kolaylaştırırlar. Ayağınızın kayacağı zeminlerde elinizden tutarlar. Allah, meleklerini de izzet ve azametine (büyüklüğüne) perde yapmıştır. Bir kısım nimet ve ihsanlarını onlar vasıtasıyla göndermektedir.
Kalblere Konulan Sevgi
Hadis-i şerifte, daha sonra gökte ve yerde de o insan için sevgi vazedileceği ifade edilmektedir. Demek ki Allah’ın kullarını sevmesinin önemli tezahürlerinden bazıları; kalblere onun hakkında sevgi koyması, insanların ona karşı alâka duymaları, onun söylediklerine kulak vermeleri, onu dinlemeye hazır hâle gelmeleri ve onun için hizmet zeminleri hazırlamalarıdır. Eğer gittiğiniz yerlerde size karşı bir sevgi atmosferi oluşuyor, muhatap olduğunuz insanlar size alâka duyuyorlarsa, bunu Cenab-ı Hakk’ın vazettiği sevgiye bağlamak gerekir. Bu takdirde şirkten de sakınmış olursunuz. Size gösterilen teveccühü bütün bütün görmezden gelmek nankörlük olur. Bunu kendinizden bilme ise kibirdir. Yapılması gereken, bunu Allah’a vermek, “Şayet Allah, kalblere böyle bir sevgi ve teveccüh koymasaydı ben o kalbleri açamazdım.” diyebilmektir. İnsan bu konuda ne nankörlüğe düşmeli ne de böbürlenmeye girmeli; güzellikleri görüp takdir ettikten sonra hepsini Allah’a vermesini bilmelidir. Çünkü bunların hepsi, Cenab-ı Hakk’ın, sevdiği kullarına karşı teveccühünün değişik dalga boyundaki tecellilerinden ibarettir.
Allah’ın, kullarını günahlara ve haramlara karşı koruması da sevgisinin tezahürlerindendir. İsmet sıfatı sadece peygamberlere mahsustur. Dolayısıyla haramlara karşı mutlak bir koruma da sadece onlar için söz konusudur. Onların vazife ve misyonları bunu gerektirir. Fakat Allah, habibi ve mahbubu hâline gelmiş kullarını da günahlardan sıyanet buyurabilir (koruyabilir). Tam düşecekleri anda sıyanet-i ilâhiye imdatlarına yetişebilir. Tam çukura yuvarlanacaklarken arkadan onları tutarak düşmelerine mâni olabilir. Çünkü O, sevdiklerini zayi etmez. Sevdiği kullarının, sürçse ve düşseler dahi, günahta devamlı kalmalarına fırsat vermez. Hatta Allah, bazı kullarının istikbalde iradelerini hayır istikametinde kullanıp ortaya güzel hizmetler koyacağını bildiğinden, erken yaşlarından itibaren onlara ekstra lütuflarda bulunabilir, onları yontup şekillendirebilir, günahlardan sıyanet buyurabilir. Bunların hepsi O’nun, sevdiği kulları üzerindeki ayrı birer lütuf tecellisidir. “İşte bu, Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah vâsi ve alîmdir (ihsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir.)”43
“Ben Kulumu Sevince…”
Şu hadis-i şerifte de Allah’ın kullarına olan sevgisinin ayrı bir tezahürüne işaret edilir: “Kulum bana, kendisine farz kıldığım ibadetlerden daha sevimli bir amelle yaklaşamaz. Farzları eda eden kulum nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder. Öyle ki nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli… olurum.”44
Demek ki Allah bir kulunu sevince, onun kulağını mânâ âlemine açıyor ve her şeyi en doğru ve mükemmel şekilde duymasını sağlıyor. Böyle bir kişinin, sem’iyyat dediğimiz vahiy bilgisine ve tekvinî/teşriî emirlere karşı gözleri açılır. O, görülecekleri daha iyi görmeye başlar. İnsanın başını döndüren bir meşher (teşhir yeri) olan kâinat kitabına baktıkça içine marifet hüzmeleri akar. Rabbimiz, aynı zamanda böyle bir kulunun elini ve ayağını da doğruluk istikametinde kullandırır. Ona yanlış adım attırmaz. Bu hadisi de biraz önce üzerinde durulan sıyanet-i ilâhiyeye irca edebilirsiniz.
Hadis-i şerife göre mü’minin böyle bir mertebeye nail olmasının yolu, önce farzları tastamam yerine getirmesi, arkasından da nafilelerle Allah’a yaklaşmaya devam etmesinden geçer. Evet, muhabbet-i kâmileye götüren faktörlerden bir tanesi de “kurb-u nevâfil” diyebileceğimiz ufka ulaştıran nafile ibadetlerdir.
Allah’ın kullarına olan sevgisinin diğer bir tezahürü de onların Cenab-ı Hakk’a karşı içlerinde duydukları aşk u şevktir. Cenab-ı Hakk’ın teveccühüne karşı insanın içinde de bir teveccüh hâsıl olur. Mesela bir insan, samimi olarak Allah’tan sadakat, vefa, muhabbet ve teveccüh isteyebilir. Ellerini açıp sürekli, “Allah’ım, Seni öyle sevmek istiyorum ki Senden başka gözümden her şey silinip gitsin. Seni andığım zaman burnumun kemikleri sızlasın, heyecanla coşayım. Beni benden alıp götürecek ve Sende yeniden var edecek bir sevgi ve teveccüh istiyorum.” diyebilir. Onun bu istekleri tezahür etmese bile Allah’tan bunları isteyen bir insan bu ufkun kahramanıdır. Allah, bazı fıtratların bu taleplerini kabul ederken bazı fıtratlara da, imtihan yaşamamaları için, ikramını hissettirmeden verebilir.
Bütün bunlar, Rahîm ü Vedûd olan o Zat-ı Zülcelâl’in, âciz kullarına lütuf tecellileridir ve O dilediğini fazilet ve lütfuna mazhar kılar.
41 Meryem sûresi, 19/96.
42 Buhârî, bed’ü’l–halk 6; Müslim, birr 157.
43 Mâide sûresi, 5/54.
44 Buhârî, rikak 38; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/256.