ALLAH RESÛLÜ’NE SALÂT Ü SELAM

Soru: Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) değişik vesilelerle bizleri kendisine salât ü selam getirmeye teşvik etmesini nasıl anlamalı ve O’nun bu emrini nasıl yerine getirmeliyiz?

Cevap: Soruda da ifade edildiği gibi Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), birçok hadisinde kendisine salât ü selam getirilmesini teşvik etmiştir. Mesela bir yerde şöyle buyurur: “Kıyamet günü insanların bana en yakın olanı, bana en çok salât ü selam getirenidir.”22 Başka bir hadis-i şeriflerinde yanında kendi adı anıldığı hâlde salât ü selam getirmeyen kimseleri “cimri” olarak niteler.23

Bazı hadislerinde ise kendisine nasıl salavat getirileceğini talim eder. Mesela ezan bittikten sonra, اَللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ، وَالصَّلاَةِ القَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الوَسِيلَةَ وَالفَضِيلَةَ، وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي وَعَدْتَهُ “Ey bu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın sahibi! Hz. Muhammed Aleyhissalâtü vesselam’ın Cennet’te makamını yükselt ve O’na fazilet ver. O’nu, kendisine vaadettiğin makam-ı mahmuda, yüce makama ulaştır.” şeklinde dua eden kimsenin, şefaatine nail olacağını bildirir.24

Salavattaki Efendimiz’e vaadedilen yüce makam, İsrâ Sûresinde25 zikri geçen makamdır. Allah Resûlü, bu makamın şefaat makamı olduğunu da ifade buyururlar.26 Yani Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bununla ötelerde ümmetine ve tüm insanlığa el uzatabilme imkânlarını istiyor. Dolayısıyla yine burada da kendini değil, ümmetini ve bütün beşeriyeti düşünmekte, onların saadeti adına bir talepte bulunmaktadır.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu gibi hadislerle bizlere, âhirette O’nunla bulunabilme, O’nun mazhar olduğu lütuflara mazhar olabilmenin yollarını da gösteriyor. Bu, Efendimiz’in ümmetine düşkünlüğünü gösterir. Kur’ân, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun ümmetine ne denli tutkun olduğunu ifade sadedinde şöyle der: لَقَدْ جَآءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْـفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَـنِـتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُفٌ رَح۪يمٌ “Size, kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki herhangi bir zahmete uğramanız O’na çok ağır gelir. Size çok düşkündür; kalbi sizin için tir tir titrer. O, müminlere karşı pek şefkatli, pek merhametlidir.”27

Aslında Nebiyy-i Ekrem’e salât u selam getirme, bizzat Allah tarafından emredilir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur: إِنَّ اللهَ وَٓمَلٰئِكَـتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِـىِّط يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na salât u selam edin.”28 Bilindiği üzere salât, Allah’a nispet edilince rahmet, meleklere nispet edilince istiğfar, müminlere nispet edilince de dua anlamına gelir. Dolayısıyla bu beyan-ı sübhanî aynı zamanda Efendimiz’in kadr ü kıymetini ortaya koyuyor. Zira Allah’ın O’na salât etmesi, O’na rahmet ve mağfiret ettiğini ilan etmesi, O’nun için güvenlik ve esenlik vaadetmesi demektir.

Allah (celle celâluhû), Peygamber Efendimiz’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığını bildiriyor.29 Bu ne büyük bir lütf-u ilahîdir. O, Allah’ın izni ve inayetiyle, yaptığı her şeyi en güzel şekilde yapmıştır. Buna rağmen sürekli Allah’a karşı hakkıyla kulluk yapamadığını, O’nu tanıyıp bilemediğini, O’na karşı şükür vazifesini yerine getiremediğini söylemiştir. Her gün yetmiş veya yüz defa Allah’a istiğfar etmiştir. İşte O, böyle bir marifet kahramanıdır, şükür kahramanıdır, istiğfar kahramanıdır, hamd ü sena kahramanıdır. O, Allah’tan rahmetin gelmesi adına yapılacak her şeyi yaptığı ve Cenab-ı Hak da O’nun gelecekte ortaya koyacağı performansı bildiği için O’nu en büyük lütuflarla serfiraz kılmıştır.

Kıyamete kadar gelecek tüm müminlerin, İnsanlığın İftihar Tablosu’na salât u selam getirmeleri, yani O’nun için dua ve istiğfar etmeleri, O’nun makam ve mertebesini yükselttikçe yükseltmiş ve ezelî ilmiyle bunu bilen Allah (celle celâluhû), O’nun için hata ve günaha giden bütün yolları daha baştan kesmiştir. Geçmişte günah adına O’na hiçbir şey yaptırmadığı gibi, ömrünün sonuna kadar da yaptırmamıştır. Efendimiz’in böyle yüce bir payeyi elde etmesinde kendi hassasiyet ve samimiyeti başlıca etken olsa da ümmetinin sürekli O’nun için dua etmesinin de rolü büyüktür. Allah, kıyamete kadar gelecek bütün müminlerin O’nun hakkında yapacakları duaları çok iyi bildiği için, günahın en küçüğüne bile meydan vermemiş, O’nun hayaline bile girmesine müsaade etmemiştir.

Salât u Selamın Katlanarak Geriye Dönüşü

Efendiler Efendisi’ne (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) salât u selam getirmek, hem O’na duyulan sevginin, bağlılığın ve vefanın bir gereğidir hem de bizim O’nun tarafından sevilmemize ve manevî yönden terakki etmemize bir vesiledir. Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine getirilen salât ü selamlara mukabelede bulunacağını ifade buyurmuştur.30 Bu, Allah ahlakıdır. Cenab-ı Hak,فَاذْكُرُون۪ٓى اَذْكُرْكُمْ “Beni anın ki ben de sizi anayım.”31 buyurur. Aynen bunun gibi, Allah Resûlü de hiçbir zaman kendisine gösterilen alâkayı, yapılan duaları karşılıksız bırakmayacaktır.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından sevilmek, kıyamet günü O’nun şefaatine nail olmak ve Cennet’te O’nun komşuları arasında yer almak istiyorsak, O’nu delice sevmeliyiz. Zira bizim O’na duyacağımız sevgi ve bağlılık, O’nun tarafından sevilmenin önemli bir vesilesidir. Diğer bir deyişle bizim O’nu anmamız, O’nun tarafından anılmamız adına bir davetiyedir. Hatta Allah’ın sevdiği ve tüm yaratılmışlardan üstün kıldığı birine karşı vefa göstermek, Allah tarafından da sevilmeye bir çağrıdır. Hepsinden öte Allah Resûlü’nü sevmek, mümin olmanın bir gereğidir. Nitekim hadis-i şerifte O’nu canından çok sevmeyen insanın hakiki mânâda iman etmiş olmayacağı ifade edilmiştir.

Kim bilir, bütün bunların ötesinde O’na getirilen salât ü selamların bize dönüşü nasıl olacaktır. Belki de onlar, düşeceğimiz bir yerde bize uzatılmış bir urgan olarak karşımıza çıkacak ve bizi düşmekten koruyacaktır. Veya bizim adımıza nezd-i Ulûhiyet’te tavassut ve tevessülde bulunacaktır (aracılık edecektir). En sıkıntılı ve en muhtaç olduğumuz bir anda ruhaniyetiyle temessül edecek ve bize elini uzatacaktır. Efendimiz, bu mevzuda tahşidat üstüne tahşidat yapmışsa, bunun sebebi uykudakileri uyandırmak, gaflettekilerin gafletini dağıtmak ve böylece neticede faydalarına olacak bir yola onları sevk ve teşvik etmektir. Kısacası, bir salât u selâmla da olsa Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e sevgi ve alakamızı ortaya koymamız, katlanarak bize geriye dönecek; bizim için bir yükselme ve terakki vesilesi olacaktır.

Evet, yukarıda da vurguladığımız gibi, salât ü selam aynı zamanda Efendimiz’e duyulan sevgi ve bağlılığın bir ifadesidir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, seven insan sevdiğine benzemek ister.32 Asıl önemli olan da O’nun hayat tarzına muvafık hareket etmek, O’nun sünnet-i seniyesine tâbi olmaktır. Hayatınızı O’nun sünnetine göre şekillendirirseniz, oturup kalkmadan yemek yemeye, yatmadan su içmeye kadar gündelik yaptığınız işler bile ibadet hükmünü alır. İşte bu sebepledir ki selef-i salihîn, salât u selama ayrı bir ehemmiyet vermiş, ona dair birçok kitap yazmış, yazılan salât ü selamları evrad olarak okumuştur. Mesela Cezûlî, birçok meşhur salavatı derleyerek Delâilü’l-hayrat adı altında, ülkemizde de meşhur olan bir dua kitabı oluşturmuştur. Aynı şekilde câmi bir salavat olan Delâilü’n-nur, Bediüzzaman Hazretleri’nin evrad ü ezkârı arasında yerini almıştır. Kulûbu’d-dâria’da da çok güzel salât ü selamlar vardır. Salât u selam, evrad ve ezkâr için âdeta bir rampa vazifesi görür; onları kanatlandırıp Allah’a uçurur.

Sünnet Endeksli Bir Hayat

Salât ü selam, yukarıda da zikrettiğimiz gibi, Efendimiz’e duyulan kalbî bağlılığın ve O’nun yolunda olmanın bir göstergesidir. Dolayısıyla sadece salât ü selam getirmekle kalmamalı, bunun yanında bütün hayatımızı O’nun sünnetine göre yaşamaya gayret etmeliyiz. Sahabe-i kiram, Allah Resûlü’nün ağzından çıkan hiçbir sözü yere düşürmemiş, O’nun emirlerini kemal-i hassasiyetle yerine getirmiştir. O’nun söz ve fiilleri, emir ve tavsiyeleri, kitaplar ve onları hayatına tatbik eden ümmet-i Muhammed aracılığıyla bize intikal etmiştir. Bizim de bir Müslüman olarak konuya aynı hassasiyetle yaklaşmamız gerekir. Efendimiz’in sünnet-i seniyesi bizim hayat sistemimiz olmalıdır. Ne kadar akıllı olursak olalım, hayatımızı ne kadar iyi planlarsak planlayalım, O’na ittiba etmediğimiz takdirde tüm hayatımızda mutlaka bir eksik, gedik, boşluk kalacaktır. Ancak planlarımızı Efendimiz’in tavır, davranış, düşünce ve tavsiyelerine muvafık yaptığımız takdirde işlerimiz mütekamil hâle gelecektir.

Allah (celle celâluhû) nasıl ki Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’i âlî bir konuma koymuş, âdeta bir santral mahiyetine getirerek her şeyi O’na bağlamışsa, bizim de hep O’na bağlı kalmamız, Allah’a giden yolda önümüzü aydınlatacak ışığımızı O’ndan almamız, O’nun bize bir emanet olarak bıraktığı hususların hiçbirinden katiyen taviz vermememiz gerekir.

İnsanlık ilim, fikir ve felsefede büyük gelişmeler kat edebilir, çok önemli sistemler kurabilir, ferdî, ailevî ve içtimaî hayata dair çok güzel disiplinler teklif edebilir. Psikolog ve pedagoglar eğitim adına yeni yeni keşiflere açılabilir. Müspet ilimler insanlığa önemli hayır ve güzellikler vaadedebilir. Fakat bunların hepsi bir açıdan izafî güzelliklerdir. O’nun bize vaadettiği ve mütekamil bir sistem şeklinde sunduğu hayat tarzı bunlara feda edilmemeli ve asla arzu ve heveslere kurban gitmemelidir.

Maalesef beşer tarihinde pek çok kez Allah tarafından konulan ve O’nun elçileri tarafından da tebliğ ve temsil edilen ilahî hakikatler, ahlakî değerler ve insanî güzellikler; farklı fikir, felsefe ve ideolojilere feda edilmiştir. İnsanlar belli bir dönemde bunları en mükemmel sistem olarak görmüş ve onu ikame etme adına mevcut değerlere savaş açmışlardır. Müslümanlığın da belli ölçüde bunlardan etkilendiği, renk ve desen attığı zamanlar olmuştur. Fakat her şeye rağmen bize düşen vazife, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun bize talim ettiği hayat tarzını, imkânlar elverdiği ölçüde, yaşamaya çalışmaktır. İnsanlığın huzuru ve saadeti ve âhiret adına alması gerekli olan keyfiyeti ancak buna bağlıdır. Bu sayede Cennet’e ehil hâle gelebiliriz.

Netice itibariyle, salât ü selam, bir taraftan bizi Efendimiz’e bağlayıp O’na olan sevgimizi ifade etmeye ve O’nun tarafından sevilmeye, diğer taraftan Efendimiz’in şefaatini kazanmaya vesile olur. Ayrıca salât ü selam, sünnetin yaşanmasında önemli bir teşvik unsurudur.


22 Tirmizî, vitir 21; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 6/325.

23 Tirmizî, daavât 101; en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/20.

24 Buhârî, ezân 8, tefsîru sûre (17) 11; Tirmizî, salât 157; Ebû Dâvûd, salât 28.

25 Bkz.: İsrâ Sûresi, 17/79.

26 Bkz.: Buhârî, tevhid 24; Tirmizî, tefsir 18.

27 Tevbe Sûresi, 9/128.

28 Ahzâb Sûresi, 33/56.

29 Bkz.: Fetih Sûresi, 48/2.

30 Ebû Dâvûd, menâsik 96; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/527.

31 Bakara Sûresi, 2/152.

32 Bkz.: Bediüzzaman, Lem’alar s.64 (On Birinci Lem’a, Birinci Nükte).

-+=
Scroll to Top