Aydınlık Yarınlara
Asırlar var ki, mazlumlardan daha mazlum, mağdurlardan daha mağdur şu bizim dünyamızın insanı, değişik buuddaki baskılarla gerildikçe gerildi; maruz kaldığı zulümlerle her gün biraz daha sertleşti ve ardı arkası kesilmeyen gadrlerle artık kendi olarak düşünmeye başladı. Bugün Cebel-i Tarık’tan, Himalayalar’a, Kazan’dan Afrika’nın içlerine, oradan da Balkanlara kadar çok geniş bir sahada “tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler”, türlü belalar ve türlü felaketlerle inleyen yığın yığın insan vardır. Ve asırlardan beri devam edegelen bu inlemeler bugün yerlerini öfkeye, nefrete hatta patlamalara terk etmeye başlamıştır. Şimdi şu bin bir felaketin uyardığı bu ülke insanı, şayet maddî-mânevî mevcudiyetini koruyup, elindeki bütün dinamikleri kullanarak dirilişini tamamlayabilirse, kendisini ispatlamış olacak; hasımlarının entrika ve şirretliklerine takılıp kalmayacaktır.
Zuhur eden emarelerin aydınlığında diyebiliriz ki; önümüzdeki günler, üst üste alacağı şoklarla zalim dünyanın idbarını, bizim dünyamızın da ikbalini hızlandıracaktır. Zira bu dünya, artık uyurgezerlerin, eşya ve hâdiselere sırtını dönerek “Ya Mahşer!” deyip kendini uykuya salanların, kâinat kitabının sırlarına kapalı yaşayanların ve sürekli hasımlarının oyunlarına gelenlerin dünyası değil; bu dünya hakikate uyanmışların, varlığı didik didik edip onun esrarına yelken açanların, ilimlere açık yaşayanların ve her bakımdan asrıyla hesaplaşmaya hazırlananların dünyasıdır.
Tarih boyunca bu iklim insanı, zulümle, haksızlıkla, şirkle yaka paça olmuş, devamlı hak ve adaleti temsile çalışmıştır. Gelecekte de aynı ölçülere sadık kalarak bu tarihî misyonu yerine getireceğinde şüphe yoktur. Karşı tarafın bu mevzuda göstereceği şiddet, hiddet, kin ve nefret ise hâlâ onlardan bir şeyler bekleyen bu saftaki gafilleri uyarmak ve emanet devir-teslimini hızlandırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
Bizler, öteden beri, içimizdeki azınlıklara adaletle davrandık. Onların haklarını görüp gözettik. Eşit muamelede bulunduk ve kendi vatandaşlarımız gibi hür ve her türlü kayıttan âzâde yaşamalarını temin ettik. Tarih, bütün bunlara en sadık şahittir. Onlar ise, içlerindeki soydaşlarımızı, dindaşlarımızı daima ezdi, daima esir muamelesi yaptı, daima hicret ettirme yollarını araştırdı; hatta, dinlerini, dillerini, yurt ve yuvalarını terk etmeye zorladılar. Bu durum ise, gelecekte, hem Allah’ın rahmet ve adaleti, hem de mütereddit ve mütehayyirlerin tercihleri adına bizim dünyamız için avantaj demektir.
Beşer var olduğu günden bu yana, değişik bir kısım ilâhî prensipler vardır ve öyle inanıyoruz ki, bu prensiplere göre çok yakın bir gelecekte bütün zalimler cezalarını görecek; bütün mazlum, mağdur ve mahkûmlar da yeni bir dünyaya uyanacak ve ebedî mutluluğa ereceklerdir.
Evet, zulüm üzere hayatlarını sürdüren Babil’deki Nemrutlar, Mısır’daki Firavunlar, Roma’daki Neronlar ve Asya’daki Moğollar günü gelince târumâr oldukları gibi, bugün, dünyanın dört bir yanında inançlı insanlara zulüm eden modern firavunlar da mevsimi gelince yerle bir olacaklardır. Aslında daha şimdiden, pek çoğu çekilip gitmeye, arkada kalanlar da bozgunun hızını kesme hesabıyla meşgul olmaya başladılar bile.
Allah’ın oldurduklarını kimse önleyemez; O’nun soldurduklarını da kimse canlı tutamaz. O bir şey murad buyurunca, bir lahzada sebeplerini yaratır ve onu var eder. O, birilerinin yoluna su serpince yollar dümdüz olur gider.
Bugün bizim dünyamız, arzu edildiği seviyede ileri ve müterakki olmasa bile geri de değildir. Hele, hasımlarımızın su yüzüne çıkan düşmanlıkları, dolayısıyla da baskı ve zulümleri, bizleri daha da uyaracak ve toparlanıp her hususta çağı yakalamamızı hızlandıracaktır.
İnsanımız uzun seneler kendisini ayakta tutan dinamiklerden habersiz yaşadı. O İslâm’ın gücünü kavrayamadı, Kur’ân’ın sırlarını sezemedi ve onun ruhundaki cevherleri değerlendiremedi. Ama bugün onun, kendi dünyasına dönüşü çok farklı olacaktır. O bu dönüşüyle Kur’ân’ı semadan yeni inmiş gibi tanıyacak, İslâm’la ilk tanışıyor gibi onu alabildiğine sıcak bulacak ve önceki nesilleri kötürümleştiren ülfetlerin hâsıl ettiği sathîliklere takılıp kalmayacaktır.
Bu itibarla denebilir ki, hem Müslümanlar hem de insaf dünyası için gelecek yıllar, Kur’ân yılları olacaktır. Aslında sağımızda solumuzda, delinen ve çatlayan dünyaların yırtıklarından dışarıya sızan hırıltılar da bunları ifade etmektedir.
“Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar.”