Bayram

Bayram İslâmî duygu ve düşüncenin sızıp kâsesinden dışarıya çıktığı ve köpürüp her yanı sardığı bir buluşma günüdür. Bayramların içinde âdeta, bütün geçmişimiz uyuyor, sayıklıyor; uyanıyor ve geriniyor gibidir. Geçmişten bugüne, bize ait hususiyetler bayramların genel havasına öylesine sinmiştir ki, bu mübarek günleri her idrak edişimizde, benliğimizin derinliklerinde asıl duyduğumuz şey semapeymâ olan o şanlı günlerimizdir. Gözlerimizi kapayıp bayramları dinlerken, râyetimizin göklerde dalgalandığı günlerin lezzetini bir kere daha duyar ve koskoca bir tarihi; daha doğrusu kendi ruhumuzu, kendi mânâmızı, kendi değerlerimizi bir kere daha yaşarız. Bu itibarla da bayram günlerinde âdeta, gönüllerin tasalarıyla zevklerinden meydana gelen bir armoniyi beraber dinler gibi oluruz.

Bayram günlerinde vicdanlarımızda yer yer muvakkat tatlı bir hicran, zaman zaman da zevkli bir dâüssıla duyar ve yaşarız. Şimdilerde bazı bayramlar bizim için, sanki hüzün ve zevk berzahında yaşanıyormuş gibi; bir yandan en ulvî hislerle ruhlarımızı coştururken, diğer yandan da gönüllerimize âdeta keder ve tasa pompalamakta.. Hemen hepimiz o günlerde hem sevinmek hem de ağlayabilmek için, ruhumuzun bütün derinlikleriyle açılarak, bir zamanlar kaybettiğimiz Cennetlerin burukluğunu duyduğumuz aynı anda, ileride ulaşacağımıza inandığımız firdevslerin hülyalarıyla da kendimizden geçeriz.. yani gözlerimiz bahar bulutları gibi yaşlar dökerken, ruhlarımızda da sürekli Cennet yamaçları tüllenir. Evet, her şeye rağmen bayramların o cıvıl cıvıl hülya ve tahassür dolu canlılığı bize, sonbaharda da, kış ortasında da bulunsak, taptaze bir yeni bahar armağan ediyor gibi gelir. Hepimiz o aydınlık günlerde, tatlı bir hüzün, engin bir inşirah veya coşturan bir ümit, içimizi dolduran bir sevinçle yeniden diriliyor gibi oluruz. Oluruz da uğradığımız her yere, bizden evvel Hızır uğramış da seccadesini sermiş gibi, kendimizi bir “ba’sü ba’del mevt” atmosferinde buluruz.

Bayramlardaki nazlı sesler, ruhlardan kopup gelen tebessümler, her yerde genişletilmiş bir kardeşlik yaşanıyor gibi rastgele herkesle kucaklaşmalar, herkesle selamlaşmalar.. her yerde ikramlar, her bucakta ziyafetler ve tıpkı toy-düğün gibi dizi dizi tes’id merasimleri ve görkemli şehrâyinler hep iradelerimizin önünde cereyan eder ve bize âlemşümul bir kardeşlik adına neler neler fısıldar.!

Gönüllerimiz her zaman bayramları bir ihtiyaç hissiyle arar, biz de bu mübarek günleri bütün vâridâtıyla duymaya çalışırız.. tekbirlerle, tehlillerle coşar; istiğfarlarla iç âlemimizi yıkar.. her yanda tütüp duran neşe ve sevinçle kederlerimizi, tasalarımızı atar.. şifahî irfanımızın bir buudu sayılan na’tlar, ilâhiler ve münâcatlarla nefes alır verir ve bu velûd günlerde daha ne güftesiz besteler dinleriz. Hele duyguları, düşünceleri açısından milletimizin mânâ kökleriyle alâkalı olduğu kadar, aile yapısı, yurdu-yuvası itibarıyla da bizim dünyamıza açık bulunanlar bu renkli zaman dilimini bir başka duyar ve bir başka hissederler. Obalarında, çadır-çardak köşelerinde, minderler üzerinde veya kerevetler üstünde.. mütevazi evlerinde mangal veya sobalarının başında, alçak minderler üzerinde.. bahçelerinde ağaçların üfül üfül dalları altında yeşilin bağrında.. evlerinin geniş bir odasında veya köşklerinin, yalılarının ferahfeza salonlarında, yenilen yemek ve pastalarda, içilen çay, kahve ve şerbetlerde âdeta hep bayram duyulur, bayram hissedilir, bayram yenir, bayram içilir ve bayram soluklanır gibi olur. Bayramın o sımsıcak ve yumuşaklardan yumuşak ikliminde duyulan sesler, işitilen sözler, imanla doymuş ve oturaklaşmış gönüllere çarpıp geçerek gidip ta şanlı geçmişimizin derinliklerine ulaşır ve orada bizi her biri cihan değerinde tedailerle buluşturur!

Bayramların herkese açık o müsamahalı saat ve dakikalarında her şeyde ayrı bir neşe ve sevince ulaşan çocuklar, gece yarılarına kadar bayram duygusuyla oturur-kalkar, bayram müsamahasıyla güler-oynar; cıvıl-cıvıl seslerini duyurabilme emeliyle daldan dala seken ve her dalda çevresine ayrı bir nağme salan bülbüller gibi yorulup bitkin düşünceye kadar akla hayale gelmedik oyunlar sergiler ve bizlere bayram içinde ayrı bir bayram daha yaşatırlar.

Bayramlar, bütün insanî münasebetlere en pratik bir vesile, bütün ledünnî zevklere en müsait bir zemin, kitleler hâlinde sevişip kaynaşmaya en münasip bir vasat ve ebediyetleri duyup-yaşamaya da en elverişli bir sahne gibidirler. Hepimiz onun, o masmavi dakikalarında, meşru cismanî hazların yanında fikir ve his ziyafetlerinden de nasibimizi alır ve ruhumuzun armonisini dinleriz. Hele ibadet ü taatin duyularak eda edildiği, tekbirlerin, tehlillerin her yanı sardığı ve bayram o kendine has havası, nazı, tadı ve şivesiyle gelip dalga dalga gönüllerimize aktığı, akıp ruhlarımızı uhrevîliğe gark ettiği zaman, artık sanki bizi dünyanın fâni ve zâil yüzüne bağlayan kayıtlar bir bir çözülüyor gibi olur ve kendimizi âdeta bir başka derinliğin insanları sanırız. Sanırız da, yıllardan beri bayrama susamış gönüllerimize, bayramda neşeyle köpüren her dakika, sağanak sağanak rahmet gibi üzerimize boşalır; kurumaya yüz tutmuş ruhlarımızın her yanını sular ve sinelerimizin derinliklerinde uyuyan bin bir ümit ve teselli çiçeklerine sûr olur, hayat üfler.

Biz, hemen her zaman, bayramları, inanmış insanların uhrevî zevkleri, köpük köpük iştiyakları, dinme bilmeyen merakları ve ölümsüz beklentileriyle karşılar, duyar.. ve kim bilir kaç zevki birden idrak ederiz? Doğrusu inanan gönüllerin, bayramları yaşarken, tam olarak neler hissettiklerini, neler duyup neler düşündüklerini anlayıp söylemek mümkün değildir. Zira hayatın, ukba tecellileri içinde temiz sinelere boşalttığı hissi, zevki anlamak için en az o sineler kadar bu gizli esintileri duyup yaşamak şarttır.

Bayramlarda mü’minlerin lahutileşen dengeli hareketlerinde, vakarla tüllenen davranışlarında, mânâlı derin bakışlarında, vefalı ve samimiyet tüten sözlerinde hep Cennet muhaverelerindeki o büyülü üslup sezilir. Evet, vazife ve sorumluluklarını yerine getirerek bayram zevkine ve bayram duygusuna uyanmış bu insanlar, öyle bir olgunluk ve enginlik sergilerler ki, her zaman bakışlarında lahutî bir derinlik, hareketlerinde büyüleyen bir ciddiyet, sükûtlarında ürperten bir veraîlik ve tebessümlerinde de sımsıcak bir letafet tüllenir durur. Hemen herkes derecesine göre bayramın bu sihrinden nasibini almıştır ve her inanmış çehrede bunu görüp duymak da mümkündür. Mümkündür zira çoğu okumamış ve ciddî bir terbiyeden de geçmemiş bu insanlar, tekyenin, zaviyenin, mektebin, medresenin bütün vâridât ve müktesebatını temsil ediyor gibi her zaman bir zenginlik sergiler ve bir ruhanî derinlikle oturur kalkarlar. Bunların çoğu o kadar rabıtalı, o kadar itinalı ve o kadar yürektendirler ki, sanki bunlar sıradan birer insan değil de, her biri şanlı geçmişimizin bütün değerlerini taşıyan, tartan hassas birer terazi ve asırlar boyu toplanıp bir araya gelmiş bir dünya hazinesinin billurdan canlı mahfazaları gibidirler. Onların davranış ve tavırlarında, üslup ve edalarında Cennet meyvelerinin lezzetini, firdevs yamaçlarının sükûnetini, Allah cemalini müşâhedenin halâvetini duyuyor gibi oluruz. Onların her şeye derin bir alâka ile konup kalkan bakışları, her meselede sağlam düşünce yapıları, ruhlarının derinliklerinde hâlâ hayatiyetini devam ettiren bir mânâ kökünün var olduğunu gösterir.. gösterir ve gönüllerimize geçmişin gururunu, geleceğin de ümidini fısıldar. Bu insanların hepsi, tevazu ile onurun, mahviyet ile izzetin, emniyet ile hüznün, neşeyle temkinin halitası bir ruh hâletini paylaşır ve başka milletlerde görülmedik bir mükemmeliyet ortaya korlar. Bunların umumî görünümlerinde hem ebedî bir millet olmanın gizli renkleri hem de Kur’ân’a uyanmış, Kur’ân dinlemiş olgun ruhların vakar ve ciddiyeti nümâyândır. Bunları bazılarımız hissetmesek bile, bu böyledir; her zaman onların bakışlarından akıp ruhlarımıza dökülmekte ve sözsüz, bestesiz bir enstrümandan yükselen nağmeler gibi ruhumuzun derinliklerinde yankılanmaktadır.

-+=
Scroll to Top