Beşerî Zaaflardan İnsanın Terakkisine Vesile Olması
Soru: “Fıtratımda hırs, adavet, inat gibi kötü ahlâk ve fena hasletler var ve bunlardan bir türlü kurtulamıyorum.” diyen bir insana tavsiye adına neler söylenebilir?
Cevap: İnsan câmi bir varlık olması itibarıyla, hem âlem-i ulvî hem de âlem-i süflîye ait bir kısım istidatlarla donatılmıştır. Yani onun, hem mülk hem melekût, hem cismanî hem ruhanî, hem bedenî hem de kalbî hususiyetleri vardır. Dolayısıyla insanın yükselip kurtuluşa ermesi, mahiyetine konulan bütün bu nüveleri yaratılış gayesi istikametinde kullanmasına bağlıdır. Evet, ahsen-i takvîme mazhar yaratılan insanoğlu,194 melekûtî ve ruhanî keyfiyetini tam olarak ortaya koyabildiği ve değişik hikmetlere binaen mahiyetine konulan menfî duygulara karşı da iradesinin hakkını verip meşru daire içinde hayatını sürdürebildiği takdirde, meleklerle atbaşı hâle gelebilir. Hazreti Mevlâna’nın da ifade ettiği gibi, insan öyle bir noktada durmaktadır ki, mahiyetinde cismanî, nefsanî ve şehevanî hisler bulunmasına rağmen ortaya koyduğu güzel işlerden dolayı kimi zaman melekleri hâline imrendirir, kimi zaman da şeytanları bile utandıracak duruma düşebilir.
Ey İnsan! Kendini Oku!
Bu açıdan insan öncelikle kabiliyet ve zaaflarıyla, meziyet ve boşluklarıyla kendini çok iyi okuyup tanımalı ve sahip olduğu bir kısım menfî duyguları terakkisi adına bir yükselme rampası olarak görmelidir. Zira insan sahip olduğu bu kötü duyguları kontrol altına alıp aştığı ve onların yüzünü hayra çevirebildiği takdirde, içindeki Cennet çekirdeği neşv ü nema bulmaya başlayacaktır. Kalbde kurulan o Cennet-misal hayat ise, bu dünyayı Cennet’e uzanan bir koridor hâline getirecektir. Artık siz böyle bir dünyanın her faslında, her lahzasında ve her maktaında bir kere daha Cennet’i duyabilir; duyup onun sonsuz güzelliklerini daha buradayken zevk ve müşahede edebilirsiniz. Bu hakikati şu şekilde de ifade edebiliriz: İnsanın mahiyetinde bulunan müspet duygular işlettirildiği takdirde doğrudan doğruya onun terakkisine vesiledir. Negatif gibi görünen nüveler ise teyakkuz, temkin ve Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek suretiyle baskı altına alındığı ve negatif tesirlerinden uzak durulduğu takdirde, onlar da Allah’ın ayrı bir ihsanına vesile olur. Başka bir ifadeyle, sizin onlara karşı tavır almanız, kararlı ve dik duruşunuz Allah indinde ibadet hâlini alacaktır. Mesela namaz, insanı yükselten, onu arş-ı kemalât-ı insaniyeye îlâ eden çok önemli bir ibadettir. Aynı şekilde cismanî arzular karşısında başkaldırma da en azından onun kadar önemli bir ibadettir. Cenâb-ı Hak: وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىفَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰى “Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırmış bulunan kimsenin varacağı yer, şüphesiz Cennet’tir.”195 buyurmak suretiyle bu hakikate işarette bulunmuştur. Bu açıdan bir kez daha ifade edelim ki, zâhirî yönleri itibarıyla negatif gibi görünen bu duygular, zapturapt altına alınır ve hayra tevcih edilirse insanın Cennet’e girmesinin en önemli vesilelerinden biri olabilir.
İnsan İradesiyle İnsandır
Allah, insanı hayvan gibi belli sınırlar içinde yaratmamıştır. Tabir-i diğerle o, insiyaklarının kulu-kölesi değildir. Allah insana irade vermiş ve lütfedeceği nimetleri de şart-ı adi planında iradesinin hakkını vermesine bağlamıştır. Gerçi insanın yaptığı amellerle Cenâb-ı Hakk’ın ona lütfedeceği nimetler arasında tenasüb-i illiyet prensibine göre bir münasebet yoktur. Fakat Allah (celle celâluhu), lütuflarını ona bağlamıştır. Mesela Cenâb-ı Hak, “Elinizi kaldırdığınız zaman, gökteki yıldızları başınıza dökerim.” diyebilirdi. Böyle bir durumda elin yukarı kalkmasıyla gökteki yıldızların aşağı dökülmesi arasında herhangi bir münasebet aramamak gerekirdi. Aynen öyle de, insanın yapmış olduğu ibadetler ve hak yolunda katlandığı bazı mekârih neticesinde Cenâb-ı Hakk’ın ona bahşettiği mükâfat ve lütuf çok büyük olduğundan arada tenasüb-i illiyet çerçevesinde bir münasebet aranmamalıdır. Demek ki Allah (celle celâluhu) şart-ı adi planında insanın yapmış olduğu amelleri âdeta bir nüve gibi kabul ediyor ve bunları ileride cennetin ebedî ağaçları, bağları, bahçeleri hâlinde ona geri iade ediyor.
Sağ ve Soldan Gelen Hücumlar
İnsanın mahiyetinde bulunan ve onun terakkisinde önemli bir yeri olan müspet duyguları insanın sağ tarafına, menfî duyguları da onun sol tarafına benzetebiliriz. Zannediyorum Kur’ân-ı Kerim’de yer alan: ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَۤائِلِهِمْ وَلَا تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ “Sonra elbette önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından, geleceğim ve onların çoğunu, şükredenler olarak bulmayacaksın.”196 âyet-i kerimesinde de bu hususa işaret edilmektedir. Evet, şeytan, insanın mahiyetindeki boşluklara bakınca ellerini ovuşturup âdeta şöyle demektedir: Onların önlerinden gelerek, ileriye matuf ümitlerini, Cennet’e giden yollardaki köprülerini yıkabilir ve onların yönlerini Cehennem’e çevirebilirim. Arkalarından gelerek geçmişlerini hep bir mezar-ı ekber suretinde gösterip onlara baba ve dedelerini inkâr ettirerek hayatlarının sanki kendileriyle başladığı kuruntusunu verebilirim. Sağdan yaklaşarak hayırlı işler yaparken bile onları aldatır, yapmış oldukları amellerini riya ve süm’a ile kirletirim. Allah’ı, Peygamber’i anlatırken veya ellerine kalemi aldıkları zaman onlara kendilerini ifade ettirir, kendilerini nazara verdirir ve sürekli “ben” mülâhazalarıyla temiz ve güzel işlerini kirletmek suretiyle onların canlarına okurum. Ve nihayet onların sollarından gelerek haramları güzel gösterir, altın tepsiler içinde onlara zehirli bal sunar ve yoldan çıkarırım.
Konuyla alâkalı bir hadis-i şeriflerinde de Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: حُفَّتِ الْجَنَّةُ بِالْمَكَارِهِ وَحُفَّتِ النَّارُ بِالشَّهَوَاتِ “Cennet çepeçevre nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle sarılmış, Cehennem de (bedenî arzu ve iştihâları kabartan) şehevâtla…”197 Buna göre Cennet nefse ağır gelen, insanın zor yapabileceği şeylerle kuşatılmıştır. İnsan, onları aşa aşa, atlaya atlaya, derelere ine ine, yokuşlara tırmana tırmana, kandan irinden deryaları geçe geçe Cennet’e girecektir. Cehennem’e götüren yol ise, insanın cismanî, nefsanî ve şehevanî duygularıyla muhattır. Bu açıdan şeytan insanı en çok, yeme, içme, yan gelip kulağı üzerine yatma gibi cismanî ve bedenî arzularının arkasında koşturarak vurabilir.
Hazreti Pîr de insan mahiyetinde bulunan ve bilhassa günümüzde çok öne çıkan bu boşluklara Hücümat-ı Sitte’de dikkat çekmiştir. Orada sayılan zaaflar, makam sevgisi, korku, tamah, menfî milliyetçilik, enaniyet ve tenperverliktir.198 Bunları daha da çoğaltmanız mümkündür. Mesela hırs, başkalarını çekememe, şunun bunun ırz ve namusuna göz dikme, millete caka yapma, sürekli davul gibi ötme gibi zaaflar da şeytanın içimize nüfuz edeceği boşluklardır.
Duayla Etrafınızda Surlar Oluşturun
Şeytanın bu boşlukları değerlendirmesi onun soldan gelmesi demektir. Onun فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ “Senin izzetine yemin ediyorum ki, onların hepsini baştan çıkaracağım.”199 demesine karşılık İnsanlığın İftihar Tablosu da bizlere: “Allah’ım, ayıplarımı ört ve beni korkularımdan emin kıl. Allah’ım, önümden-arkamdan, sağımdan-solumdan ve üstümden (gelecek tehlikelerden) beni koru. (Yere batırılarak) altımdan helâk edilmekten de azametine sığınırım.” duasını öğreterek, sabah akşam bu duayı okumayı çok görmeden bizi şeytandan Allah’a sığınmaya davet etmiştir.200 Zira şeytan çok profesyonel bir varlıktır. O, öyle fentler, öyle oyunlar biliyor ki, bu oyunlarını kullanarak şimdiye kadar nice devleri devirmiştir. Mesela şeytan, teheccüde kalkmak isteyen insanın kalkmaması için gece boyu elli türlü oyun oynar, çeşitli telkinlerde bulunur. Bunda başarısız olduğu ve o insan her şeye rağmen sıcak yatağını terk edip teheccüde kalktığında şeytan yine boş durmaz; kul, abdest almaya doğru giderken ayrı bir oyun oynar, namaza durduğunda ise daha farklı bir oyunla onun karşısına çıkar. Mesela, o ferdin sesini bir başkasına duyurmaya çalışır ya da alt kattaki insanların, “Maşallah adam gece yarısı kalkmış ibadet ediyor.” demeleri için zeminin üzerinde gezinirken ona ses çıkartır. Evet, şeytanın o kadar çok farklı farklı fendi vardır ki, onlarla başa çıkmak bir hayli zordur, ciddî bir azim ve irade ister ve her zaman Cenâb-ı Hakk’ın inayet ve sıyanetine sığınmak gerekir. Bu açıdan bize düşen, şeytanın bu oyunlarına karşı bir surla yetinmeyerek o surun kenarına bir sur daha, bir sur daha… yapmaktır. Hiçbir zaman inşa edilen bu surları çok görmemek gerekir. Bakın İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtü vesselâm) istirahat buyurmadan önce, Kur’ân-ı Kerim’den Mülk Sûresi,201 Yâsîn Sûresi,202 Secde Sûresi,203 Muavvizeteyn sûreleri,204 Bakara sûresi’nin son iki âyeti205 gibi yerleri okumanın yanı başında; اَللّٰهُمَّ أَسْلَمْتُ نَفْسِي إِلَيْكَ وَوَجَّهْتُ وَجْهِي إِلَيْكَ وَفَوَّضْتُ أَمْرِي إِلَيْكَ وَأَلْجَأْتُ ظَهْرِي إِلَيْكَ رَغْبَةً وَرَهْبَةً إِلَيْكَ لَا مَلْجَأَ وَلَا مَنْجَى مِنْكَ إِلَّا إِلَيْكَ اٰمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذِي أَنْزَلْتَ وبِنَبِيِّكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ “Allah’ım! Hem ümit ederek hem de korkarak kendimi Sana teslim ettim, yüzümü Sana çevirdim, işimi Sana ısmarladım, sırtımı Sana dayadım. Sana karşı yine Senden başka sığınak, Senden başka dayanak yoktur. İndirdiğin kitabına, gönderdiğin Peygamberine iman ettim.”206 gibi dualarla Cenâb-ı Hakk’a sığınmış ve bize, “Zinhar, kendinizi gaflete salmayın, şeytandan her zaman Allah’a sığının!” ikazında bulunmuştur. O hâlde inanan fertler olarak bizim yapmamız gereken de, beşerî boşluk ve zaaflarımızı insan olmamızın bir gereği şeklinde görmek, onlara karşı sürekli Cenâb-ı Hakk’a iltica etmek, irademizin hakkını vermek ve böylece o menfî unsurları bir yükselme basamağı hâline dönüştürmek; aynı zamanda hakikî mürşidlerin rehberliğinde kalb ve ruhun derece-i hayatına ulaşma ve o yörüngede seyahatimizi sürdürme gayreti içinde bulunmak olmalıdır.
194 Bkz.: Tîn sûresi, 95/4.
195 Nâziât sûresi, 79/40-41.
196 A’râf sûresi, 7/17.
197 Buhârî, rikak 28; Müslim, cennet 1.
198 Bediüzzaman, Mektubat s.465 (Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı kısım).
199 Sâd sûresi, 38/82.
200 Ebû Dâvûd, edeb 100; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/25.
201 Bkz.: en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/535.
202 Bkz.: Dârimî, fezâilü’l-Kur’ân 21; İbn Hibbân, es-Sahîh 6/312.
203 Bkz.: ed-Deylemî, el-Müsned 5/411.
204 Bkz.: Buhârî, fezâilü’l-Kur’ân 15, tıb 39; Tirmizî, daavât 22; Ebû Dâvûd, edeb 108.
205 Bkz.: Buhârî, fezâilü’l-Kur’ân 10; Müslim, salâtü’l-müsâfirîn 256.
206 Buhârî, daavât 6, tevhîd 34; Müslim, zikir 56.